Referandum sonucunun YSK’nın kendi kanunlarını çiğneyerek şaibeli bir tarzda “evet” lehine, yüzde 1 birlik bir oranla kabul edilmesi, özellikle Erdoğan’ın politik geleceğini çok ciddi oranda karmaşıklaştırdı. Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildi ancak 2019 yılında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması da bir o kadar zorlaştı. Erdoğan bunu çok net olarak gördü ve sonuçlardan memnun kalmadı 13 Nisan’da referandumun ortaya […]
Referandum sonucunun YSK’nın kendi kanunlarını çiğneyerek şaibeli bir tarzda “evet” lehine, yüzde 1 birlik bir oranla kabul edilmesi, özellikle Erdoğan’ın politik geleceğini çok ciddi oranda karmaşıklaştırdı. Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildi ancak 2019 yılında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması da bir o kadar zorlaştı. Erdoğan bunu çok net olarak gördü ve sonuçlardan memnun kalmadı
13 Nisan’da referandumun ortaya çıkaracağı olası sonuçları değerlendirmiştim. Devletin yönetim sisteminin değiştirilmesi amacıyla yapılan referandumun sonuçlarının tahmin edilenden çok daha fazla sorunlara yol açacağı ve sanıldığı gibi istikrara yol açmayacağı çok net olarak görülmeye başladı.
1984 seçimlerinden bu yana yapılan bütün seçimlere ve referandumlara kıyasla bu referanduma ilk kez sonuçları etkileyecek düzeyde müdahale edildi. “Evet” ve “Hayır” oyları arasındaki oranların bu düzeyde düşük olmasının toplumsal ilişkiler bakımından ciddi sonuçlar doğurmasının ötesinde, sonucun “Evet” lehine çıkması için çok ciddi ihlallerin yapıldığı giderek belirginleşiyor. Yüksek Secim Kurulu (YSK) kendisi tarafından konulan ve hemen her seçimde uyguladığı kanun düzeyindeki uygulamaları ilk kez ‘kendi hukukunu’ yok sayarak ‘Evet’ sonucun çıkmasına karar verdi. Gerçek sonuçların böyle olmadığını en iyi bilen YSK’dır.
AK Parti iktidarı, mevcut sonucun değişmesine hiçbir şekilde izin vermeyecektir. YSK da kendisi tarafından resmileştirilen hukuksuzluğu sürdürecektir. İç politikada bu pozisyonu sürdürmek mümkün ancak uluslararası ilişkilerde çok ciddi sıkıntılara yol açacaktır.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı/ Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Birimi (AGİT/ DKİHB) tarafından oluşturulan Sınırlı Referandum Gözlem Heyeti’nin (SRGH) düzenlediği basın toplantısında referandum sürecine ilişkin yaptığı değerlendirmede “YSK’nın mühürsüz pusulalar hakkındaki kararının önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığını ve kanunla çelişkili olduğunu söyleyebiliriz… Seçim Kurulu’nun çalışmaları şeffaf değildi.” Hükümet ve Cumhurbaşkanı ciddi bir tepki göstermiş olsalar da AGİT raporunun uluslararası alanda ciddiye alınacağı açıktır. ABD ve AB dış işleri yetkilileri de, referandum sonucuna ilişkin kesin bir kararı vermek için AGİT raporunu bekleyeceklerini açıkladılar. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün de, “referandumdaki hukuksuzluğu not ettiklerini” açıklaması önümüzdeki süreçte gündemi çok daha fazla meşgul edecek gibi görünüyor.
Referandum sonucu nasıl yorumlanabilir?
Birincisi, devletin bütün olanakları kullanılarak, YSK’nın hukuksuzluğu meşrulaştırmasına rağmen yüzde 51 ile anayasa değişikliğinin gerçekleşmiş olması AK Parti iktidarını ciddi oranda tedirgin etti. Referandum sosyolojik olarak analiz edildiğinde bölgeler arasındaki farklılaşmanın tahmin edilenden fazla belirgin hale gelmiş olmasıdır. Örneğin Marmara’nın önemli bir kısmı, Ege ve Ak Deniz bölgelerin tamamı çok net bir şekilde ‘hayır’ mesajı verirken özellikle İç Anadolu ve Karadeniz de tersine ‘evet’ belirgin olarak ön plana çıktı. Bu bölgeler arasındaki ‘evet ve hayır’ farklılaşması aynı zamanda bölgelerin toplumsal, ekonomik, kültürel ve özellikle yaşam tarzı bakımından oluşan bir saflaşmadır. Böylelikle Anayasa referandumu toplumsal birleşme yerine parçalanmaya yol açtı.
İkincisi, Kürt illerinde ortaya çıkan sonuçlardır. ‘Evet’ lehine küçük bir artış oldu. Referandum öncesinde Kürtlerin meşru yerel iktidar gücü olan belediyelere el konuldu, başkanları içeri atıldı, HDP Eş Başkanları ve milletvekilleri, 10 bine yakın yöneticisi ve üyesi tutuklandı. Bölgede yürütülen savaş ve toplum üzerinde tasavvur edemeyeceğimiz düzeyde oluşturulan baskılar altında bir referandum yapıldı. Sadece ‘evet’ merkezli bir çalışmanın yürütülmesi bir yana, birçok bölgede seçmen açık oy kullanmaya zorlandı. Bütün bu faktörlere rağmen HDP ve DBP’nin etkin olduğu illerde ‘hayır’ oranları oldukça yüksek çıktı. Ayrıca devletin çok yönlü sürdürdüğü baskılara rağmen ‘hayır’ oylarının çok belirgin olarak ön plana çıkmış olması, bugüne kadar sık sık dile getirilen “PKK’nin baskısıyla oy kullandıkları” tezi çürüdü.
Bir başka faktör de devletin desteğiyle “evet” çalışması sürdüren Barzani geleneğini temsil eden partilerin yarattığı nispi etkidir. Tahminen yüzde 6-8 arasında görünen bu oran ne yok sayılmalıdır ne de küçümsenmelidir.
Üçüncüsü, mega kentlerde AK Parti’nin çoğunluğu kaybetmesidir. Türkiye’deki seçmen kitlesinin yüzde 31,6’sını temsil eden İstanbul, Ankara ve İzmir’de AK Parti’nin inisiyatifine son verildi. AK Parti’nin özellikle İstanbul ve Ankara’da yüzde 50’nin altına düşmesi, önümüzdeki seçimler hakkında bir fikir edinmemize yardımcı olacağı gibi özellikle toplumsal dengelerin yeniden oluşmasını sağlayacaktır. İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder. AK Parti için bu süreç fiilen oluştu denebilir.
Dördüncüsü, referandumun gerçek galibi liderler olarak Kılıçdaroğlu oldu denebilir. ‘Hayır’ merkezli kampanyanın liderliğini yapan CHP, politik gücünü arttırdı. Özellikle Ankara. İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Aydın, Hatay, Muğla gibi illerde CHP’nin politik gücü ciddi oranda arttı denebilir. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin CHP içinde tartışılması pek olası görünmüyor. CHP, oluşan bu toplumsal tepkiyi süreklileştirebilirse bir sonraki seçimlerde ciddi bir sıçrama yaratabilir.
Çatışmalar partisi haline dönüşen MHP ve Bahçeli, referandumun kaybedeni olarak tarihe geçecektir. Bir sonraki seçimde barajın altında kalma olasılığı oldukça yüksektir. Muhaliflerin taban üzerindeki etki gücü referandum süreciyle netleşti. Eğer muhalifler MHP’ye dönemezse özellikle Meral Akşener’in önderlik ettiği hareketin partileşmesi kaçınılmazdır. MHP tabanının İç Anadolu ve Karadeniz kesimi ‘evet’ oyu kullandığı, Ak Deniz ve Ege bölgesindeki tabanının da ‘Hayır’ yönünde oy kullandığı ortaya çıktı. Bu durum MHP’nin bölünmesi durumunda tabanındaki sosyo-politik ayrışmanın boyutu bakımından bir fikir verecektir.
Referandumda ‘Hayır’ cephesinde yer alan HDP, devletin bütün baskılarına rağmen sürecin önemli aktörlerinden biri oldu. HDP’nin tasfiye edilmesinin bir devlet politikası olarak uygulanmasına rağmen Kürt illeri dışında İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya, Hatay gibi illerde ‘Hayır’ oylarının bu düzeyde yüksek çıkmasında Kürt muhafazakâr seçmen kitlesinin büyük bir kısmının ‘hayır’ oyu kullanması etkili oldu. Haziran seçimlerine benzer bir durumun oluştuğu söylenebilir.
AK Parti hukuki olarak kazanmasa bile, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illerdeki gerilemesi fiilen yenilmesi anlamına geliyor. İç Anadolu ve Karadeniz’de kazanan Ege, Akdeniz ve hatta Marmara’da ise kaybeden bir AK Parti gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Sürecin aktif unsurları olan ve özellikle sokağın gücünü kullanmaya çalışan demokratik-devrimci güçlerin sosyal-politik mücadele zemini çok daha belirginleşti. Devletin bütün baskılarına rağmen ısrarlı bir şekilde yürüttükleri ‘Hayır’ çalışması, hem özgüvenin yeniden tesis edilmesini ve psikolojik korkunun aşılmasını sağladı hem de toplumsal değişim olanaklarının halen çok güçlü olduğunu açığa çıkarttı. Bu kazanımın süreklileştirilmesi önümüzdeki toplumsal değişim ve dönüşüm süreci bakımından oldukça önemlidir.
Beşincisi, Uluslararası ilişkilerde ciddi sorunlar yaşayan, bir bakıma ülke içine hapsedilmiş Erdoğan’ın, bugünkü referandum sonuçları dikkate alındığında 2019’da tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi sanıldığı gibi kolay görünmüyor. Şaibe iddiası bulunan ve çok az bir farkla kazanılmış bir referandum, uluslararası ilişkilerde çok ciddi sorun yaşayan Erdoğan’ın gücünü çok daha fazla kıracaktır.
Peki, Erdoğan nasıl bir yol izleyebilir? Önünde iki yol var: ilk tercihi küresel güçlerle gerilim politikasını devam ettirerek içte zayıflamaya başlayan gücünü korumanın yollarını arayacaktır. Şaibeli olan referandumun baskısı ortadan kaldırmak için iç ve bölgesel politikada gerilim politikasını devam ettirebilir. Örneğin idamı referanduma sunacağını yeniden dile getirmesi ve AK Parti’yi bu konuda zorlaması, PKK ile savaşı daha üst düzeyde sürdürme eğilimi içinde olması, AB ile müzakereleri yine referanduma sunmayı dile getirmesi, göçmenler sorununu serbest vize için AB karşı bir şantaj olarak kullanmaya devam etmesi. Bu tür konuların sürekli gündemde tutulması, ülkenin karşı karşıya kaldığı devasa sorunlar dikkate alındığında küresel ilişkilerdeki gerilimin sürdürülebilir bir politika olarak benimsenmesi, tahmin edilenden çok fazla risklerin oluşması demektir. Erdoğan’ın krizi süreklileştirmesi, özellikle küresel sermaye akışını çok ciddi oranda etkileyeceği gibi uluslararası şirket yatırımlarının çok daha fazla düşmesine yol açacaktır. İkinci bir alternatif ise ABD, Rusya ve AB ile olan ilişkilerini yeniden dizayn ederek önemli tavizler verip daha esnek bir politikaya yönelmesidir. Bunun bir başka ifadesi küresel güçlerin uluslararası ve özellikle bölgesel politikalarına uyumlu hale gelmesi ve açık bir strateji değişikliğine gitmesidir. Irak ve Suriye politikasında ABD ve Rusya arasındaki denklemi çok iyi kurması ve ikisinin bölgesel politikalarına uyumlu hale gelmesi gerekir. Örneğin ABD ve Rusya’nın Suriye’de önemli bir müttefik gücü haline gelen PYD-YPG politikasının değiştirilmesi istenecektir. Bu yöndeki temel değişimlerin ne kadar başarabileceğini birlikte göreceğiz. AB ile ilişkileri yeniden tamir etmek ve AB kriterlerine uyum politikalarına dönmesi gündeme gelebilir. AB ile politik ilişkiler kadar ekonomik ilişkiler de hayati derecede önemlidir. Bunların düzeltilmesine ilişkin özellikle AK Parti iktidarının AB’nin temel kriterlerini esas alarak atacağı adımlar ilişkilerin düzeyini belirleyecektir.
Erdoğan’ın ilk açıklamaları dikkate alındığında uluslararası kurumlarla gerilim politikasını en azından bir süre daha devam ettireceği anlamına geliyor. Örneğin AB aday ülke olarak Venedik kriterleriyle tamamen çelişen idam için referandum çağrısı yapması AB sürecini esasen bitirmesidir. AGİT gözlemcilerinin referanduma ilişkin yapmış oldukları ön değerlendirmelerine karşı Erdoğan’ın göstermiş olduğu tutum, gerilim politikasını sürdürme eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Referandum sonucunun YSK’nın kendi kanunlarını çiğneyerek şaibeli bir tarzda “evet” lehine, yüzde 1 birlik bir oranla kabul edilmesi, özellikle Erdoğan’ın politik geleceğini çok ciddi oranda karmaşıklaştırdı. Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildi ancak 2019 yılında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması da bir o kadar zorlaştı. Erdoğan bunu çok net olarak gördü ve sonuçlardan memnun kalmadı.
Şimdi özellikle İslamcı çevrelerde şu soru çok daha yüksek bir oranla gündeme gelecektir: Ya Erdoğan 2019 cumhurbaşkanlık seçimini kazanamazsa?
İç politikadaki istikrarsızlığı süreklileştiren, küresel güçlerle sürekli çatışmalı olan, bölgesel ilişkilerde kaybeden Erdoğan’ın 2019’da yeniden cumhurbaşkanı olma şansı ne kadardır?
Referandum sonucu Erdoğan’ı politik olarak hiçbir şekilde rahatlatmadı tersine oldukça zorlu bir sürecin içine soktu.
Şu aşamada gündemde yokmuş gibi gösterilen erken genel seçimlerin sonbahar ayında yapılması sürpriz olmaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.