O yüzden “kendi patronu olmak” her ne kadar güçlendirici olsa da, gig ekonomisinin gelişi öncelikle yalnızca daha fazla insanın güvencesiz koşullarda yaşadığı, hala istediğimiz bir çeşit güvenceye yaklaşmaya çabaladığımız ancak gittikçe kendimizi ona sahip olamıyor şekilde bulduğumuz anlamına gelir Yapay Zeka ve robot devriminin geleneksel istihdam biçimlerinin yok olmasını desteklemesiyle birlikte, çalışma dünyası ciddi bir […]
O yüzden “kendi patronu olmak” her ne kadar güçlendirici olsa da, gig ekonomisinin gelişi öncelikle yalnızca daha fazla insanın güvencesiz koşullarda yaşadığı, hala istediğimiz bir çeşit güvenceye yaklaşmaya çabaladığımız ancak gittikçe kendimizi ona sahip olamıyor şekilde bulduğumuz anlamına gelir
Yapay Zeka ve robot devriminin geleneksel istihdam biçimlerinin yok olmasını desteklemesiyle birlikte, çalışma dünyası ciddi bir biçimde dönüşüyor. Geleneksel işler, işçilerin farklı işverenler için bir dizi parça görevi gerçekleştirdikleri “gig ekonomisi” (kısa süreli/parça başı iş ekonomisi e.n.) adı verilen şeyle değiştiriliyor.
Sanırım benim yaptığım da bu. Doktoramı bir buçuk yıl önce bitirdiğimden beri, geçici ders verme gig’lerimi, (bu yazı gibi) serbest yazarlık işiyle birleştirdim. Benim açımdan oldukça iyi işliyor: Yaşamımı, ilgi duyduğum fikirleri ve dünyayla ilişkilerini tartışmak üzere harcayabiliyorum; sıklıkla kendi programımı yapıyorum, kendimin patronuyum, genel anlamda, idare edecek kadar para kazanıyorum.
Her şeye rağmen, kendimi tam zamanlı akademik ders ve araştırma işlerine başvurmaya fazla zaman ayırırken buluyorum çünkü gerçekten istediğim, derinlerde yatan, güvence. İstediğim ona güvenebileceğim aylık bir gelir. Ama kimi zamanlar, gözde yazarlarımdan birinin, Bruce Chatwin’in düşüncelerine kafa yoruyorum ve şöyle düşünüyorum: Dilediğim şey konusunda dikkatli olmalıyım. Chatwin daha çok gezi yazarı olarak biliniyor ve fikirleri açıkça bölük pörçük ve sistemsiz fakat yine de bir etiket vermeye yetecek kadar tutarlı bir bütün oluşturuyor. Felsefesine “göçebelik” diyorum.
Genel fikir; uygarlığın, genel olarak yerleşik yaşamın, insanlar için kötü olduğu şeklinde. Chatwin’e göre, en erken atalarımızın temelde göçebe oldukları hipotezini destekleyecek ikna edici (fizyolojik, antropolojik, arkeolojik ve hatta epidemiyolojik) kanıtlar bütünü var ve gezme ihtiyacı, çoğunlukla fark edilmeden, bir içgüdü olarak içimizde yaşıyor. Bu içgüdünün içimizde yaşadığını, çok fazla sabit oturduğumuzda başımıza gelenden biliyoruz: Tekdüze çevre ve sıkıcı alışkanlıklar bizi yorar, depresyona sokar ve hatta şiddete sevk eder. Bizi mezara erken götürecek olduğunu bildiğimiz huylar aracılığıyla duygusal boşalmayı açığa çıkarma arayışımıza yol açar. Buna ek olarak Chatwin, uygarlığın yolculuk tutkumuzu baskılamaya yönelik zorlamasının hiyerarşi, otorite ve bilinmeyenden korkuya, dolayısıyla nihayetinde totaliter baskıya ve hatta soykırıma yol açtığı kanaatinde.
Eğer yerleşik yaşam, insanlar için kötüyse, öyleyse bizim için iyi olan çoğunlukla yolda geçen göçebe yaşamdır. Chatwin kimi zaman bu tür yaşama ilişkin özel örneklerden söz eder: Evsiz insanlar veya tanıştığı gezgin satıcı, Che Guevera, gezgin yazar Robert Byron, Çinli şair Li Po. Fakat bu duruma özellikle örnek oluşturan göçebe kırsalcıların, Tuareglerden Tatarlara, Moğollardan Laponlara çoğunlukla mevsimlerin gerektirdiği şekilde kırdan kıra keçi, koyun veya ren geyiği gibi hayvan sürülerini izleyerek yaşamış ve yaşıyor olanların izlediği yaşam biçimi.
Göçebeler, yerleşik imgelemde “ilkel” olarak betimlenseler de Chatwin’in felsefesinin merkezinde göçebe ve “uygar” yaşam şekillerinin, yaklaşık olarak M.Ö. 8500’lerde Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’de neolitik devrim sırasında (en azından Avrasya’da) beraber ortaya çıktığı fikri yer alıyor. Göçebeler hayvanları evcilleştirdiler; şehirliler, tahıl yetiştiren ilk çiftçilerin soyundan gelenler. Göçebe yaşam bu yüzden yerleşik olana karşı sağlam bir alternatif siyasi düzen oluşturur, göçebe içgüdülerimizi baskılamaktansa, onlara barınak sağlayan bir düzen.
Bin yıl boyunca göçebelik ve uygarlık yan yana var oldular, etkileşimleri sıklıkla karşılıklı düşmanlıkla gösteriliyordu. Fakat “uygar” yavaş yavaş gezginlere karşı zafer kazandı ve dünyayı daha da fazla yerleşik hale getirdi. Nedeninin anlaşılması zor değil: Teknolojik ve dolayısıyla askeri yararlar bir yana, yerleşik yaşam uygulayıcılarına nerede olacağını, her zaman ne yapıyor olacağını bilmenin güvencesiyle damgalı, belirli bir dereceye kadar sahip olabileceğini söyleyebileceğin bir geleceğe doğru oluşan bir yaşam sunuyor gibi gözüküyor.
Öyleyse, gig ekonomisini doğuran koşullarda, “yerleşik” güvence vaadinin çözülmeye başlamasını görüyor olmamız anlamlıdır. Neoliberalizm, toplumsal yardımlaşma düşmanlığı ve piyasanın “doğal” güçlerinin serbest bırakılması düşüncesiyle sadece, devletin yurttaşları için genel güvence koşullarını uygulama görevinden çekilmesi olarak değerlendirilmelidir.
O yüzden “kendi patronu olmak” her ne kadar güçlendirici olsa da, gig ekonomisinin gelişi öncelikle yalnızca daha fazla insanın güvencesiz koşullarda yaşadığı, hala istediğimiz bir çeşit güvenceye yaklaşmaya çabaladığımız ancak gittikçe kendimizi ona sahip olamıyor şekilde bulduğumuz anlamına gelir. Chatwin’in fikirlerine kafa yormak bize yerleşik güvencenin aşınmasının nasıl bundan fazlasını, daha iyisini edinmemizi sağlayacağını görmemiz konusunda yardımcı olabilir.
Göçebeler, yerleşiklerle benzer türde bir güvenceye sahip olmayabilir fakat düzensiz, tamamen güvensiz bir yaşam biçimleri de yok. Yerleşik; (ideal durumda) evlerin, mülkiyetin ve alışkanlıkların güvencesine sahip çıkabilir. Fakat Chatwin’e göre bu kesinlikle yapay çünkü gerçekte yalnızca sıkıntı ve ümitsizliğe yol açar ve nihayetinde baskıcı, otoriter şiddete.
Buna karşın göçebe; yolun daha derin güvencesine sahip çıkabilir, bilir ki her zaman en az şimdiki kadar veya daha iyi bir şey bir sonraki otlakta mevcut. Buna ilişkin muhteşem bir betimleme, Bedevilerin dinsel otoriteye karşı tutumunu dile getiren bir 19. yüzyıl gezgininin açıklamasında keşfettiği bir alıntı şeklinde Chatwin tarafından sunulmuştur: “Tanrıya gideceğiz ve O’nu selamlayacağız… ve eğer konuksever olduğunu kanıtlarsa, onunla kalacağız, aksi durumda atlarımıza binip oradan ayrılacağız.”
Yolun güvencesi, gig ekonomisinin ütopyacı vaadidir. Ya bu istihdamın işleyişine yönelik değişimler, bir çeşit kişisel göçebeliğin mümkün olduğu anlamına geliyorsa? Ya yerleşik meslekleri parça başı giglerle değiştirerek kırsalcılar gibi mevsimlerle birlikte bir yerden bir yere göç etme, bir gigten bir gige geçme olasılığını elde ediyorsak? Belki de süresiz mülkiyet biriktiremezdik. Fakat sürekli yeni deneyimlerle, yeni arkadaş ve meslektaşlarla renklenen, her bir kaç ayda değişimin kesin canlandırıcı etkisiyle yıkanan bir yaşam sürerdik.
Şu anda gig ekonomisi işçileri bu tür bir güvenceye sahip olamıyorlar. Ben kendimi sürekli bir şekilde dertle yüklü, yazarak veya çevrimiçi sürekli bilgisayarda olma dürtüsüyle masama bağlanmış; alışkanlıkların donuk ağırlığıyla, kötü bir taşıma sistemiyle, sağlığım ve mali durumumla ilgili nevrozlarımla sürekli evime bağlanmış hissediyorum. Bu durum, Deliveroo sürücüsü gibi “esnek” çalışma saatleri başka insanların yemek zamanlarıyla belirlenen biri için ancak daha kötü olabilir.
Doğrusu, göçebeliğin ruhunu ortaya çıkarmak için yaşam biçimimizin maruz kalabileceği dönüşümler sonsuz. Barınma, mülkiyet, çalışma hakları, vergi ve eğitime yönelik, tam da kendimize yönelik yönelimlerimizi radikal bir biçimde değiştirmemiz gerekecektir. Ve özellikle, her geçen gün daha da dar görüşlü hale gelen göçmenliğe yönelik tutumumuzu değiştirmemiz gerekecektir.
Daha iyi bir dünya mümkün, fakat eğer gig ekonomisini gerçek insan amaçları için kullanacaksak, bütün her şeyde daha fazla açıklık için mücadele etmeliyiz.
[The Guardian’daki 20 Şubat tarihli İngilizce orjinalinden Tahir Emre Kalaycı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.