Koton ve İpekyol firmalarının ürünlerinde hayvan kürkü kullanmalarına insanlar haklı olarak tepki duydular ve bunu dile getirdiler. Ve bir boykot kampanyası gelişti
Koton ve İpekyol firmalarının ürünlerinde hayvan kürkü kullanmalarına insanlar haklı olarak tepki duydular ve bunu dile getirdiler. Ve bir boykot kampanyası gelişti. Evet, bir firmayı boykot etmek bir mücadele aracıdır ama tek başına yeterli midir?
Ülkemizde oldukça geniş bir mağaza ağı bulunan Koton firmasının kimi ürünlerinde yüzde yüz tilki kürkü kullandığının ortaya çıkmasından itibaren sosyal medyada bir boykot hareketi başladı. Bu boykot hareketinin gücü söz konusu firmanın bir açıklama yapmasına ve ürünleri toplatmasına neden oldu. Konu bir süredir gündemi meşgul ederken, bu kez de İpekyol adlı firmanın kimi ürünlerinde tavşan kürkü kullandığı ortaya çıktı ve kürk öfkesi daha da büyüdü.
Boykot hareketi bir toplumsal hareketin kendisini ifade etme şekillerinden birisidir ve başka zeminlere sıçrama potansiyelleri taşır. Ancak boykotun önünde iki seçenek vardır: Ya bir üst politik zemine sıçrayacaktır ya da etkisinin ortadan kalkmasına karşı boyun eğecektir.
Üst bir politik zemine sıçramadan kastım dile getirilen öfkenin var olan düzenin kendisine yönelmesi. Niyetim kapitalizmin ve onun bir sektörü olan tekstil-hazır giyimin işleyişinin hayvan kürkü kullanmaksızın doğa ve toplum karşıtı olduğunu tartışmaktır.
Bu bakımdan sistemin işleyişi ile ilgili kimi vurgular yapmak gerekir.
Doğa milyonlarca yıldır süregelen bir döngü içerisinde. Yaşam süreçleri birbirleriyle bağlantılı kimi fiziksel, biyolojik, kimyasal olaylar sonucunda oluşuyor. Evrenin ana maddesi bu fiziksel ve kimyasal süreçlerin etkisiyle sürekli olarak çeşitli formlara bürünüyor. O formlar belli gelişim aşamalarından sonra tekrar ana maddeye (toprağa) dönüşüyor.
Bu oluşum-gelişim-dönüşüm sürecinin kendine özgü bir zamanı var. Yani doğanın kendince bir saati var. Hangi bitkinin ne zaman yeşereceği, ne sürede yeşereceği, hangi canlının ne kadarlık bir sürede büyüyeceği doğanın zamanı içerisinde belirlenmiştir.
İnsanın ortaya çıktığı günden itibaren başlayan varlık mücadelesinin ulaştığı ilk önemli eşik, doğa tarihinde bir kırılma anına yol açmış, bunun sonucunda doğa tarihine paralel olarak gelişen bir insanlık tarihi ortaya çıkmıştır. Bu, insanlık tarihinin birçok önemli eşiği olsa da, insanın doğa ile kurduğu ilişkiyi niteliksel olarak dönüştüren kimi önemli momentler olmuştur. Bunlar yerleşik hayata geçiş/tarım, kapitalizm ve makine kapitalizmi. Kapitalizm doğa tarihi açısından bugüne dek yaşanmış en önemli kırılma anıdır.
Kapitalist sistemin doğa ile kurduğu ilişkinin sınırlarını ortaya koyduğu kitabı “Doğanın Düşmanı”nda Joel Kovel, kitabın ilk bölümlerinde sermayenin işleyişinin özüne dair saptamalar yapar. Buna göre: “Sermaye özünde niceldir ve nicellik rejimini dünyaya dayatır: Bu sermaye için bir zorunluluktur. Her nicel artış yeni bir sınırdır, hemen yeni bir engel haline gelen bir sınır.”[i]
Şimdi boykotun hedefindeki Koton firması ile ilgili birkaç nicel veri sunalım. Koton firması yola çıktığı 1988 yılından sonra kendi tasarımlarını ve ilk üretimlerini 1995 yılında yapmış. 1996’da ilk satış mağazasını Münih’te, ikincisini de 1997’de de İstanbul’da açmış. 2005’te yurt içinde 100, yurt dışında da 39 mağazaya ulaşmış.[ii] 2015 yılında toplam mağaza sayısı 434 imiş ve 2016 hedefi 523 mağazaya ulaşmakmış.[iii] (Bu hedefleri gerçekleştirip gerçekleştirmediğine dair bir bilgiye rastlamadım.)
Joel Kovel’in sermayenin nicel özünü vurguladığı sözüne uygun bir örnekleme. (Söylemeye gerek var mı, mağazaların sayısının büyümesi demek, üretimin hacminin ve kapasitesinin de büyümesi demek.) Her şey rakamlarla ifade ediliyor ve yıldan yıla bu rakamlar aşılması gereken birer sınıra dönüşüyor. Bir mağazayla başlanıyor. Sonra bu sayı 5’e çıkarılıyor. Sonra 30 oluyor. 30 mağaza yetmiyor, 45’incisi hedefleniyor, yetmiyor 70’incisi hedefleniyor, 70. mağaza açılınca bu artık aşılması gereken bir sınır haline geliyor ve bu böyle gidiyor. (Bunlar tercihen yapılan faaliyetler değildir. Çünkü bir kapitalist kuruluş “büyümek ya da yok olmak” seçeneklerinden birini seçmek zorundadır.)
Dolayısıyla en başta “X” miktarda giyim ürününün (meta) üretimi hedefleniyor, yetmiyor bunu “3X” katına çıkarıyorlar, sonra bu miktar artık yeni bir sınır haline geliyor, hemen “7X” miktarına çıkmak hedefleniyor ve bu döngü böyle gidiyor. Bu niceliksel büyüme faaliyetleri kapitalist ekonominin özünü oluşturur ve “geniş yeniden üretim” olarak adlandırılır.[iv]
Bu kutsal yasa ile ilgili çarpıcı bir nicel veri sunmak gerekirse, son yarım yüzyılda dünya ekonomisi yedi kattan fazla artmıştır. Yani üretimin kapasitesi yedi kattan fazla artmıştır!
Bu genişleme saplantısında doğa, insanların diğer türlerle birlikte yaşadığı bir “ev” olmaktan çıkar. O artık sonsuz genişleme için bedavadan var olan bir kaynak ve atıklar için bir çöplüktür. Sonsuz genişleme eğiliminin hızı, artık doğanın kendi zamansal ritmiyle açık bir uyuşmazlık içerisine girer. Doğa yılda 100 birim miktarda varlık üretir, kapitalist sistem yılda 150 birim miktarda varlığı tüketmeye başlar. Artık cepten yeme dönemi başlar. Tıpkı son 40 yılda olduğu gibi. Bu yüzdendir ki doğal yaşam alanları hızla hammadde üretim alanlarına dönüşür.
Geçtiğimiz günlerde alevlenen palmiye yağı üretimi tartışması bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir. Palmiye yağının üretim kapasitesini arttırmak için Malezya ve Endonezya’da yaşanan yıkımlara bakmak yeterlidir. Her saat 300 futbol sahası büyüklüğündeki arazi, yalnızca palmiye yağı yetiştirme arazisi yapmak amacıyla yok ediliyor. Ciddi önlemler alınmazsa orangutan gibi bir tür 5-10 yıl gibi kısa sürede neslinin tükenmesi sorunuyla karşı karşıya kalacak. Daha şanssız türler de mevcut; mesela Sumatra kaplanlarının çok daha az zamanı kaldı.[v]
Kapitalist üretim tarzının genişleme eğiliminin sonuçlarına en çarpıcı örneklerden birisi.
Elbette ki üretim tek başına bir zenginleşme aracı olamaz. İşin “Pazar” boyutuna dair de bir şeyler söylememiz gerekir. Bir ekonomik durgunluk yani kriz yaşanmaması için üretilen metaların hızlıca tüketilmesi gerekir.
Üretilen metalar bizlerin yaşam dünyalarımıza ihtiyaç, istek, arzu vb gibi duyguların uyarılması yoluyla girer. Sermaye işini burada da şansa bırakmaz. Pazarlama bilimi(!), reklamlar, medya gibi egemen sınıfların ideolojik araçları devreye sokularak bireylerin daha önce evrenlerinde, bilinç dünyalarında olmayan şeyleri ortaya çıkarıyorlar.
Toplum içerisindeki bir bireyi bir gün içerisinde binlerce uyarıcıya maruz bırakarak bireyde tatminsizlik, eksiklik, mutsuzluk yaratır. Böylece bireylerin bünyesinde “metaya sahip olmadan yatıştırılamayan” arzular ortaya çıkıyor. Bu duyumlar tüketimi arttırır.
Sanayileşme öncesi toplumlarda çok daha az kullanım eşyasına sahip olan insanlar, günümüzde oldukça geniş bir meta yığını arasında yaşıyor. Ve mekânlar bu meta yığınlarının tüketilmesi için dönüştürülüyor. İnsanlar gittikleri her yerde çeşitli uyarıcılara maruz bırakılıyorlar.
Fikret Başkaya bu durumu şu şekilde tasvir ediyor: Nereye bakarsınız bakın, gözünüzü nereye çevirirseniz çevirin, her yerde hep aynı şeyler: her biri birkaç futbol sahası büyüklüğünde AVM’ler, beş yıldızlı oteller, milyonların, on milyonların yaşadığı kentten başka her şeye benzeyen insan siloları, otoyollar, lüks otomobiller, rezidans denilen 40-50 katlı kuleler, “akıllı konutlar”, her tarafı kaplamış bankalar, bankamatikler, beş yıldızlı otellerle yarışan devasa devlet binaları, casino’lar, yürüyen merdivenler, arabalar tarafından işgal edilmiş sokaklar, kaldırımlar, trafiğe takılmış yüz binlerce araba, her köşe başında cep telefonu satıcıları, bina duvarlarını kaplamış reklam panoları, karanlığı delen reklam ışıkları ve dur durak bilmeden koşuşan insan kalabalıkları…[vi]
Modern toplum görüldüğü gibi üretilen malların ve hizmetlerin tüketimine dayalı olarak şekillendiriliyor. Ne var ki yalnızca niceliksel boyutuyla sunulan bu üretim ve tüketim döngüsünün bizlere pek yansımayan bir başka arka planı vardır: İnsanın var olduğundan beri günümüze kadar gelen süreçte doğa ile, toplum aracılığıyla kurduğu ekonomik ve sosyal ilişkilerin doğanın kendine özgü döngüsünde bir karşılığı olduğu gerçeği. Bu karşılığın kapitalist sistem içerisinde özel bir önemi olduğu gerçeği.
Sistem sürekli üretiyor, üretiyor, daha fazla üretiyor. Büyük bir övgüyle “kalkınma” öyküleri anlatıyorlar. Biz de üretilen metaları tüketiyoruz, yine tüketiyoruz, hep tüketiyoruz ama “bu metaların kaynağı neresidir?” diye hiç sormuyoruz. Doğa bize bunları bedavadan mı sunuyor?
Koton ve İpekyol firmalarının ürünlerinde hayvan kürkü kullanmalarına insanlar haklı olarak tepki duydular ve bunu dile getirdiler. Ve bir boykot kampanyası gelişti. Evet, bir firmayı boykot etmek bir mücadele aracıdır ama tek başına yeterli midir?
Eğer bir toplumsal-ekonomik sistemden bahsediyorsak ve bu sistem doğaya ve topluma karşı her gün büyük suçlar işliyorsa boykot bu gidişatı değiştirmeye yeter mi? Doğaya karşı suç işleyen firmalar Koton ve İpekyol’la sınırlı değil. Ve Koton, İpekyol gibi firmalar ve kapitalist kuruluşların tamamı hiç hayvansal ürün kullanmadan da doğaya karşı suç işliyorlar. Yukarıda incelediğimiz işleyiş yasaları ve süreçler yüzünden bir kapitalist kuruluş, daha ortaya çıktığı ilk günden itibaren doğaya karşı suç işlemeye başlar.
Bir kapitalist kuruluş, sermaye birikimini arttırmak ve zenginleşmek için, her gün artan miktarda doğal varlığı veya elementi doğadan çekip alır. Bunları işlemek için her gün artan miktarda enerji kullanır (Bu enerjinin çok büyük bir oranda fosil yakıtlardan olduğunu hatırlatalım ve soralım: İklim değişikliği gezegenin bugün karşı karşıya kaldığı en büyük felaket değil midir?). Bu süreçler sonucunda her gün artan miktarda atık ve sera gazı havaya, toprağa ve suya karışır.
Kürk tartışması şüphesiz ki bir şeylere duyulan öfkenin yansımasıdır. Bir kendiliğinden hareket nüve olarak da olsa bir sistem karşıtı yıkıcılığı barındırır. Kanımca kürk tartışması bahsettiğim üretim ve tüketim ilişkilerine, insanları kendi doğal yaşantılarından uzaklaştıran, onları birer tüketim kölesine dönüştüren, doğanın kendine özgü dengesine ve kendine özgü zamanına saygı duymayan, doğal varlıkları sermaye birikiminin birer figürüne indirgeyen kapitalist sisteme karşı içten içe büyüyen bir öfkenin nüvesini barındırmaktadır.
Ancak hayvan kürkü kullanıp kullanmamak kapitalizmin kendi etik sistemi içerisinde şekillenmiş bir tartışmadır. Dolayısıyla evvela kapitalizmin kendi yarattığı düşünsel sınırlardan kopuşmak gerekir. Yukarıda açmaya çalıştığımız geniş üretim döngüsünün varlığı bile doğaya karşı her gün işlenen suçların varlığının kanıtıdır.
Tekstil ve hazır giyim ürünleri kapitalist sistemin yüzlerce sektöründen birisini oluşturuyor. Diğer sektörlerin her birinin işleyişini tek bir yazıda incelemek imkânsız ama burada en azından tekstil konusunda hareketlenen hassasiyetleri açmak fayda sağlayabilir.
Tekstil ve hazır giyim sektörü yalnızca hayvan kürklerine bağlı bir sektör değil. Büyük oranda sentetik üretim ve pamuk üretimine dayalı. Pamuk, doğal özellikleri, kullanılışlı olması, işlenmesinin kolay olması gibi sebeplerle oldukça tercih edilen bir hammadde.
Kapitalist sistemin yukarıda anılan hız ve genişleme saplantısının pamuk üretimine yansımalarını hiç düşündünüz mü? Pamuğun yetişmesi ve veriminin artması için kullanılan yöntemleri?
“Su ayak izi” olarak adlandırılan bir yönteme göre metaların üretim aşamasında ne kadar su harcandığını saptanabiliyor. Bu incelemeye göre pamuk (üretimi ve işlenmesi aşamalarında) “su ayak izi” oldukça yüksek bir hammaddedir.
Bir sermaye kuruluşu olan WWF’nin 2014’te yayımladığı “Türkiye’nin Su Ayak İzi Raporu: Su, Üretim ve Uluslararası Ticaret İlişkisi” adlı rapora göre pamuğun işlenmesi “su yoğun” bir süreçtir. Yani işleme kısmında yoğun miktarda su kullanılmaktadır. Pamuğu üretmek, işlemek ve son ürünü dağıtmak için kullanılan toplam suyun neredeyse %60’ı, bu tedarik zincirinin “işleme” kısmına aittir. Üstelik pamuğun (Türkiye üretimi) su ayak izinin %84’ünün mavi su ayak izi olduğu göstermektedir. (Mavi su ayak izi bir metayı üretmek için ihtiyaç duyulan yüzey ve yeraltı tatlı su kaynaklarını ifade eder.)[vii]
The Cotton İncorporated adlı uluslararası kuruluşun 2016 verilerine göre pamuk üretiminde Hindistan 5.9 milyon tonla birinci, Çin 4.8 milyon tonla ikinci, ABD 3.7 milyon tonla dördüncü, Pakistan 1.7 milyon tonla beşinci, Brezilya 1 milyon tonla altıncı sırada.[viii]
ABD ve Çin gibi büyük güçlerin yanında; Hindistan, Pakistan, Brezilya gibi halkın önemli bir kısmının en temel besin maddelerine ulaşmakta zorlandığı ve tarımın en önemli geçim kaynaklarından biri olduğu ülkelerde, gıda üretimi yerine pamuk üretimine ayrılan devasa toprak parçalarını düşünün. (2014/15 yılı verilerine göre dünya pamuk ekim alanı 34 milyon hektardır[ix])
Bir yanda milyonlarca insanın açlıkla mücadele ettiği ülkelerde, bu devasa toprak parçaları moda, giyim ve hazır giyim sektörlerinin sermayelerini katlamak için ayrılmış olması nasıl açıklanabilir?
Bu durum kapitalizmin ihtiyaç duyduğu birçok sanayi bitkisi için geçerli. Brezilya ve Meksika’da biyoyakıt üretilmek için kullanılan mısır tarlaları, Endonezya ve Malezya’daki palmiye yağı plantasyonları, Latin Amerika ve Afrika’daki kakao, pamuk ve kahve plantasyonları ve daha bir sürü şey.
Sadece insani boyutuyla bakmayalım. Daha fazla üretim saplantısı yüzünden, ormanlık alanlar, biyoçeşitliliğin oldukça zengin olduğu yağmur ormanları, yeni plantasyonlar ve tarım alanları uğruna her geçen gün artan oranda yok ediliyor.
Bütün bu üretim ve tüketim ilişkileri, gezegenin geleceği için kapitalizmin yok olması gerektiği gerçeğini hatırlatır. Kapitalizmin nasıl yok edileceği şüphesiz büyük bir problematiktir. Ve sistemsel değişiklikler toplumsal hareketlerle mümkündür.
Ama bu yazının konusu boykot ile ortaya çıkan duruma değinmek idi. Bu yüzden ortaya çıkan protestonun sınırları ortaya konabilir ve birkaç adım sonrası tahayyül edilebilir.
Sistemi ayakta tutan en önemli olgu herhalde kitleler üzerinde yarattığı ideolojik hegemonyadır. İnsanlar inandıkları gibi yaşarlar ve inanç sistemleri değiştikçe yaşamları da değişir. Böylece toplum da değişir.
Burjuva iktisadının en önemli sorularından birisi “sonsuz insan ihtiyaçlarının kıt kaynaklar ile nasıl karşılanacağı”dır. Bu soruya yanıt aramaya başladığınız anda kapitalist hegemonyanın ağına düşersiniz. Çünkü bu cümle bir ön kabulle başlar: Sonsuz insan ihtiyaçları!
Gerçekte insan ihtiyaçlarının sonsuz olduğu iddiası kapitalizmin en büyük yalanlarından biridir. İnsan ihtiyaçları günümüz toplum hiyerarşisinde oldukça geniş görünse de bu durum öyle değil. Sorun sermayenin toplum üzerinde kurduğu egemenliğinin yarattığı doymak bilmeyen insan tipinde. Bu insan tipi daha önce yoktu ve maddi koşullarının değişmesiyle ortaya çıktı. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kapitalizmin kurduğu ideolojik hegemonya dünya genelinde kitlelerde büyük bir depolitizasyona neden oldu. Depolitize olan kitleler pazar açısından en uygun kitlelerdir.
Yaratılan bu insan tipi insan doğasına ve yüz binlerce yıllık ortakçı kültürüne düşman ideolojilerle donatıldı. Diğerkâmlık, dayanışmak ve paylaşmak “enayilik”, daha az tüketmek “pintilik” , sahip olmamayı tercih etmek, yeterli olanla yetinmek, atıkları değerlendirmek, takas pazarına gitmek “fakirlik” olarak nitelendi. Modayı takip etmemek de “rüküşlük, paspallık” vs…
Elbette ki dünyanın birçok yerinde oluşturulan üretim ve tüketim komünleri, kooperatifler, alternatif yaşam arayışları aşağıdan yükselen bir hoşnutsuzluğun ifadesidir. Bu ifadelerin ileriki zamanlarda çok daha radikal hareketlere dönüşeceğini kestirmek çok da zor değil.
*Doğanın Çocukları
Dipnotlar:
[i] Joel Kovel, Doğanın Düşmanı, Metis Yay.
[ii] http://www.koton.com/tr/corporate/about-us
[iii] http://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1169388-koton-kuresel-marka-olma-yolunda-ilerliyor
[iv] Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, Yordam Yay.
[v] https://gaiadergi.com/bir-de-orangutanlardan-dinleyelim-palm-yagi-gercekleri/
[vi] Fikret Başkaya, Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto, Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı? Yordam Yay.
[vii] awsassets.wwftr.panda.org/downloads/su_ayak_izi_raporweb.pdf
[viii] http://www.cottoninc.com/corporate/Market-Data/MonthlyEconomicLetter/pdfs/Monthly-Economic-Letter-Turkish.pdf
[ix] Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz, http://www.gidahatti.com/turkiye-dunya-pamuk-ekonomisindeki-gelismeler-51426/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.