Sendika.Org olarak cemaat ve tarikatların denetimine ilişkin iktidar çevresinde yapılan tartışmaları derledik…
15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonları sürdüren Erdoğan’ın önünde, iktidara gelirken ve iktidarını sürdürürken yaslandığı diğer cemaat ve tarikatların desteklerini kaybetmeden ve kendisine “tam biat” etmelerini sağlayarak nasıl denetim altına alınacakları sorusu duruyor. Diyanet’in merkezinde durduğu “denetim” tartışmaları Siyasal İslamcı hareketin farklı fraksiyonları içinde tepkileri de beraberinde getirirken Akif Beki’nin “Toz kaldırmayı göze almalı” sözleri eşliğinde Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun kaldırılması tekrar gündemde. Sendika.Org olarak cemaat ve tarikatların denetimine ilişkin iktidar çevresinde yapılan tartışmaları derledik…
İki İslamcı odağın darbe girişimine varan iktidar kavgasının ardından Siyasal İslam’ın krizi gözle görünür hale gelirken “cemaat ve tarikatların denetlenmesi” sorunu onlarla yaptığı ittifaklarla iktidar koalisyonu oluşturan AKP’nin gündeminde.
Darbe girişimini bastırdıktan sonra devlet iktidarı üzerinde kontrol sağlamak üzere harekete geçen Saray iktidarı, cemaat ve tarikatlardan “tam biat” isterken, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez “sivil dini yapılar” ile bir araya geleceklerini açıkladı.
Diyanet odaklı bir denetim mekanizması Siyasal İslamcı çevreler içinde tartışılırken Gülen Cemaati operasyonlarının tüm “cemaatlerin” hedef alınacağı bir ortam yarattığı yüksek sesle dile getiriliyor.
Cemaat ve tarikatların “kayıt altına alınması” tartışması ise beraberinde “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” değişikliğini de gündeme getirdi. Hürriyet yazarı Akif Beki bugünkü yazısında “Toz kaldırmayı, ortalığı fena halde karıştırmayı göze almak gerekir” diyerek kanunun kaldırılmasını savundu.
İktidar partisinin, Diyanet’in ve diğer tüm Siyasal İslamcı hareketlerin sürdürdüğü bu tartışmanın “tüm farklılıkları” içinde ortak paydası ise cemaat ve tarikatların, yani dinsel gericiliğin örgütlenme ağlarının “meşrulaştırılması” ve toplumsal gericiliğin hangi yolla örgütleneceği kaygısı.
15 Temmuz sonrası
15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP tarafından yürütülen Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonlara cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin “geleceğine” ilişkin tartışmalar için de bir milat oluşturdu.
Kendisi de Siyasal İslamcı hareketten gelen kadrolarla kurulan ve ve faklı İslamcı çevreleri de içine alan bir “koalisyon” olarak kendini var eden iktidar partisinin, eski ortağını “şeytanlaştırarak” operasyonları meşrulaştırma politikası aynı koalisyon içinde kaygılar yaratmıştı.
Gülen Cemaati’nin örgütlenme ve işleyiş yöntemlerinin AKP yandaşı medyada ele alınma biçiminin yine aynı zemin içinde yarattığı rahatsızlık, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın yazılarına “Laiklik pompalanıyor, İslamcılar sessizliğe itilebilir” ifadeleri ile yansımıştı. Kaplan yazılarında “15 Temmuz saldırısının ikinci ayağı bu diye düşünüyorum: Laikliğin pompalanması, cemaatlerin ve tarikatların bombalanması! İslami duyarlıklı çevrelerin devleti yönetmesinin önüne set çekilmesi! İşte geliyorum diyen felaket bu!” ifadelerini kullanmıştı.
YUSUF KAPLAN’I “SİYASAL İSLAM’IN KRİZİ” SARDI: LAİKLİK, DARBENİN İKİNCİ AYAĞI!
Cemaat ve tarikatları ne yapsak?
Darbe girişiminin ardından devlet iktidarı üzerinde kendi hegemonyasını kurmak üzere harekete geçen Erdoğan için rejimin İslami karakterde dönüşen niteliğinin diktatörlüğü ile birlikte kurumsallaşması hedefi sürerken, var olan cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin nasıl kendine tam biat ederek denetim altında tutulacağı “çözülmesi gereken” bir sorun.
Aynı sorun Gülen Cemaati’nin akıbetini gören ve bugüne kadar iktidar partisi ile iktidarın nimetlerinden yararlanmak ve kendilerini de bu iktidarın organik bileşeni haline getirmek üzere çıkar ortaklığı kurmuş olan diğer cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin de önünde duruyor: Ne yapacağız?
Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişimi gününden başlayarak darbeyi bastırmak ve karşı darbe sürecini yürütmek için seferber ettiği kurumların başında gelen Diyanet İşleri Başkanlığı ise tüm bu tartışmaların göbeğinde yer alıyor.
“Sivil dini yapılarla bir araya geleceğiz”
Darbe girişiminden 4 gün sonra, 19 Temmuz’da kurum içi “Cemaat’i temizleme” operasyonlarına başlanan Diyanet, Din Şurası’nı Ankara’da “15 Temmuz Darbe Girişimi ve Din İstismarına Karşı Birlik, Dayanışma ve Gelecek Perspektifi” gündemi ile ve tarihinde ilk kez olağanüstü topladı. Erdoğan’ın bu toplantı ve ardından Diyanet’e biçtiği “FETÖ’nün İslam dini ile bağdaşmadığını gösterme” görevi, aynı zamanda İslamcı tabanı tutma kaygısını da gösteriyordu.
Ancak tabanı tutma meselesi, diğer yandan cemaat ve tarikatlara yönelik tutumun ne olacağı meselesi idi. Diyanet İşleri Başkanı Görmez, olağanüstü topladıkları Din Şurası’nın 18. maddesini “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Türkiye’de ne şekilde din hizmeti verileceğine katkıda bulunan bütün sivil dini yapılarla bir araya gelerek bu hatalara bir daha bu milleti dücar etmemek için bize düşen ortak görevler konusunda istişarede bulunmak” olarak belirlediklerini söyleyerek aslında cemaat ve tarikatlarla toplantı yapacaklarını ilan etmiş oldu. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyordu:
15 Temmuz’dan sonra değerlendirmelerde bazı yanlışlar yapılıyor. Bu yanlışlardan bir tanesi, bir ihanet üzerinden topluca bütün dini yapıları, dini cemaatleri zan altında bulundurmak. Ama bir taraftan da benzer hataların başka yapılar içerisinde ortaya çıkma tehlikesini de göz ardı etmemeliyiz. Bu ikisini dikkate alarak Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Türkiye’deki bütün dini hayata katkı sunan sivil dini yapılarla bir araya gelerek değerlendirmeler yapılacaktır. Bunun bir zorunluluk arz ettiğini düşünüyorum.
Yeni Akit’te 14 Eylül’de yayımlanan habere göre Görmez, “sivil yapı” dediği cemaat ve tarikatlar için şu ifadeleri kullanıyordu:
Yasaklamak çare değil. Devletleştirmek hiç çare değil. Çare liyakattır, ehliyettir, ilimdir, özgürlüktür. Çare şeffaflıktır. Bir yapı, hangi çerçevede hizmet veriyorsa topluma onu deklare etmeli ve onun dışına çıkmamalıdır.
“Kayıt altına almak lazım”
Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar da “Bu tür yapıların bir paralel devlet oluşturma girişiminde bulunmaması için ne yapılması gerektiği”ne dair soruya verdiği “Bu yapıların tanımsız, kayıt dışı olduğunda çok tehlikeli oldukları görüldü. Kayıt dışı yapılar toplumu bir gün mutlaka tehdit eder. Bunları kayıtlı hale getirmek lazım” yanıtı ile tartışmaya katılanlardan.
“Toplum yararına çalışan yapılar”ı “akredite etmeyi” savunan Özavşar, “Bunu Diyanet yapamaz tek başına. Türkiye’deki dini yapılar sadece İslam içi yapılardan da ibaret değil. Tüm bunların toplum yararına hizmet ettiklerini, devlet adına, kamu adına bir mekanizmanın akredite etmesi lazım ki toplumda kendini güvende hissetsin. Bu da bir hukuki düzenleme gerektiriyor” diyerek cemaat ve tarikatlarla ilgili bir hukuki düzenlemenin sinyalini verdi.
“Devlet cemaatleri denetleyemez”
AKP çevrelerinden bu tartışmaya katılanların sayısı giderek artarken, tartışmanın odağına ise cemaat ve tarikatların varlığı ve iktidarla ilişkisinden çok “cemaatlerin denetlenip denetlenemeyeceği” oturdu.
AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce bu tartışmaya şu sözlerle katıldı:
FETÖ’nün yurt içinde ve yurt dışında yapmış olduğu tahribatı gidermek için devlet kurumlarının gayreti yetmez. Devletin cemaatleri denetim altına almak gibi bir niyeti yok. Devlet cemaatleri denetleyemez. Cemaatler kendi içlerinde kendilerini denetlemek durumundadırlar. 15 Temmuz olayı, cemaatler için de önemli dersler çıkaracak sonuçlar doğurmuştur. İslamiyet’e layık doğruluğu yaşayan cemaatler zaten ülkesine vatanına faydalı cemaatlerdir. Devletin onlarla bir alıp veremediği olamaz. Devletler cemaatler arasındaki sınır karşılıklı olarak ihlal edilmemelidir.
“Diyanet arayı soğutmamalı”
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Ramazan Altıntaş ise “kardeşlik hukuku” hatırlatması yaparak, Diyanet merkezli bir denetim sisteminin son zamanlarda Diyanet ile cemaatler arasında kurulan “sıcak ilişkileri” bozabileceği uyarısında bulundu:
FETÖ yapı olarak bu cemaat kavramının çok dışında. Dolayısıyla cemaatlerle o yapıyı birbirinden ayrıştırmak gerekiyor. Bütün cemaatlerin, tarikatların şeffaf olması, denetlenebilir, kontrol edilebilir olması gerekmektedir. Sanki Diyanet resmi bir kurum olarak bütün cemaatleri denetliyor konumuna gelirse bu da zarar verebilir. Son zamanlarda cemaatlerle Diyanet arasında sıcak ilişkiler kurulmaya çalışıldı. Tekrar soğuk ilişkilere geçilebilir. Kardeşlik hukuku çerçevesinde eğer bir çalışma yapılırsa, böylesine müşterek bir istişareden mutlaka olumlu sonuçlar doğacaktır.
“Suç ortağı olursunuz”
İstanbul Müftüsü olarak görev yapmış olan Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı ise Karar gazetesine verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı:
Diyanet ve ilahiyatçılar bu alanı boş bırakıp, bu yapıların müntesiplerini ve toplumu aydınlatmadıkları için sorumludur. Bundan sonra yapılması gereken, toplumu tasavvuf ve cemaatler konusunda doğru bilgilendirip yanlışa düşmesini önlemektir. Devletin denetim işlemini de despotizme yönelmeden yapması gerekir. Eğer siz devletin görevi olan denetleme, meşru çizgide tutma görevinizi yapmaz da onların suç işlemesine ortam hazırlarsanız suça ortak olmuş olursunuz.
“Cemaatlere meşruiyet zemini sağlanmalı”
Star yazarı Ahmet Taşgetiren de “Cemaatler realitedir, meşruiyet zemini sağlanmalı” diyerek cemaat ve tarikatların Diyanet ile iç içe olması gerektiği savunusunu şu ifadelerle dile getirdi:
Cemaatler Türkiye’nin ve İslam’ın realitesidir. Cemaatlere meşruiyet zemini sağlamak gerekiyor. Bunun aynı zamanda şeffaflığı getireceğini düşünüyorum. Yani örtülü çalışma gibi bir zorunluluğun içine itilmemeli. Kamuya açık olduğunda sosyal denetimi de kendiliğinden olacaktır. Evet, acı tecrübeler yaşanmıştır ama o cemaat de 40 yıllık birikimini heba etmek noktasına gelmiştir. Bundan büyük sosyal denetim olamaz. Bu yapılar Diyanet ile iç içe olmak durumunda. Çünkü dini bir hizmet verme misyonuyla yola çıkıyorlar. Diyanet’in toplumu daha sağlıklı bilgilendirmesinin de bir tür denetim niteliği taşıyacağını düşünüyorum.
“Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu yürürlükten kaldırılmalı”
Karar gazetesi 17 Eylül tarihinde yaptığı haberde tarikat ve cemaatlerin denetime açılmasının “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu” ortadan kaldırılmadan mümkün olamayacağını yazdı.
Haberde bu vurgu Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş’ın şu ifadelerine dayandırıldı:
Her şey tekke ve zaviyelerle ilgili kanunda düğümleniyor. Yani kalkıp da Osmanlı’da olduğu gibi cemaatler açık olarak tekkelerini kursunlar diyemiyorsunuz. Evvela bu kanunun lağvedilmesi lazım. Bu yapılan teklifler de kanun dışı gibi bir şey oluyor. Bir iktidar değişikliği olsa bunlar suç olur. İşe bu kanunu kaldırmakla başlamalıyız.
Akif Beki: Toz kaldırmayı göze almalı
Hürriyet yazarı Akif Beki de 18 Eylül’de yayımlanan “Tekke ve zaviyeler ne olacak” başlıklı yazısında cemaat ile tarikatların şeffaflaştırılması ve denetlenmesinin yollarının tartışıldığını belirterek ilahiyat camiasında tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununun sorgulandığını belirtti ve “Ortalığı fena halde karıştırmayı göze almak gerekir” diyerek kanunun kaldırılmasını savundu. Beki’nin ifadeleri şöyle;
FETÖ türü yapıların bir daha başımıza bela olmaması için cemaatlerle tarikatların denetim altına alınması şart deniyor. Ama yasal statüye kavuşturulmalarının önünde yasal bir engel var, tekke ve zaviyeleri kapatan devrim kanunu. İşte önce onun kaldırılması gerektiği savunuluyor.
Devrim kanununa dokunmanın riskleri olmaz mı?
Toz kaldırmayı, ortalığı fena halde karıştırmayı göze almak gerekir.
İrtica paranoyasını istemeseniz de depreştirecek, karşı devrim duyarlılıklarını tetikleyecek, ‘laiklik elden gidiyor’cu eski rejim bekçilerini teyakkuza geçirecek bir adım.
Oysa aslında önerilen değişiklik, varsa cemaat ve tarikatların oluşturduğu bir tehlike potansiyeli, onu kontrol altına almayı sağlayacak.
Yani endişeye mahal yok.
Karanlıkta ve denetim dışı iş görmelerindense bırakalım dini yapılar gözümüzün önünde faaliyet göstersin. Bırakalım bir denetim mekanizmasına tabi olsunlar.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun gevşetilmesi ya da kaldırılmasının zamanı belki de geldi. Getirip götüreceklerini neden soğukkanlı bir şekilde masaya yatıramayalım?
[box type=”info” fontsize=”15″ head=”Başlık”]Tekke ve zaviyeler kanunu nedir?
AKP iktidarı döneminde birçok kez kaldırılması gündeme gelen Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kanunu 30 Kasım 1925 yılında kabul edilmiş ve 13 Aralık 1925’te Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Konuyla ilgili kanun maddeleri şu şekildedir:
1 Mart 1950 tarih ve 5566 sayılı kanunla birlikte 19 türbenin açılmasına izin verilmiştir.
Yasa, 1982 darbe anayasasında “inkılap kanunları” (Anayasa’nın 174. maddesine göre Anayasa’ya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasında kabul edilerek koruma altına alınmıştır.
1990’da çıkan yasa ise türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü.[/box]
Sendika.Org