Türkiye tarihindeki bütün katliamların, kitle kıyımlarının, vahşetin, işkence ve zulmün altında Türkiye sağının değişik kesimlerinin imzası vardır. Nazlı Ilıcak ismi bu tarihin teferruatından ibarettir
Maraş’ı, Madımak’ı, 1 Mayıs’ı yapanlar, 15 Temmuz gecesi uçaklardan halkı bombalayanların abileridir; ideolojik gıdaları aynıdır. Türkiye tarihindeki bütün katliamların, kitle kıyımlarının, vahşetin, işkence ve zulmün altında Türkiye sağının değişik kesimlerinin imzası vardır. Nazlı Ilıcak ismi bu tarihin teferruatından ibarettir
Nazlı Ilıcak gözaltına alındı. Ahmet Hakan, derhal serbest bırakılmasını istedi. Benzer itiraz yine Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ten geldi. Özkök, Nazlı Ilıcak’ın darbeci olduğuna inanmadığını yazdı.
Elbette isteyen istediğini düşünür, yazar. Lakin iki yazarın da, Nazlı Ilıcak’ın hiç darbeci olmadığına dair iddialarının dayanaksız olduğunu belirtmek gerekiyor.
Ahmet Hakan, “Darbeci diyemezsiniz. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a tüm hayatı sizi tekzip eder” diyerek Nazlı Ilıcak’ı aklamaya çalışıyor. Nazlı Ilıcak’ın 27 Mayıs’a ve 28 Şubat’a karşı çıkması, onun darbe karşıtı olduğunu gösteriyor mu, bakmak lazım. Çünkü Ilıcak’ın, 12 Mart’ı ve 12 Eylül’ü savunduğuna dair kamyonla yazısı bulunuyor. Bunu Ahmet Hakan bilmiyor mu peki? Biliyor, kulağının üstüne yatıyor.
Ertuğrul Özkök de “Bildiğim bütün askeri darbelerde ayağa kalkmış bir kadın” diyor Nazlı Ilıcak için. Yanlış biliyor. Peki, yanlış bilmesi mümkün mü? Mümkün değil. Kocaman Hürriyet gazetesi, devasa arşiv önünde, açar bakar isterse. Bakmıyor, Nazlı Ilıcak’ı aklamaya çalışıyor.
Ancak haklı oldukları bir nokta var. Nazlı Ilıcak’ı, “darbe karşıtı” ya da “darbe destekçisi” olarak tanımlamak mümkün değil. Çünkü o, darbe seçiyor. Evet, doğru tanım bu olsa gerek. Nazlı Ilıcak darbe seçicidir.
Nazlı Ilıcak yalnız değildir bu konuda. Türkiye sağı bir bütün olarak darbe seçicidir; 27 Mayıs’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e aynı pencereden baktıkları görülmemiştir.
Darbeler silsilesinde tek istisna 15 Temmuz darbesidir. İki İslami güç odağından biri darbeye teşebbüs etmiş, iktidardaki İslami parti ise bu girişimi bastırmıştır.
Şu an Nazlı Ilıcak iki sağcıdan birine yakın durmanın sonuçlarıyla karşı karşıyadır.
Şimdi kimse kalkıp Nazlı Ilıcak’ın demokrat olduğunu iddia etmesin. Şimdi kimse kalkıp 15 Temmuz darbesine karşı sokağa çıkan kalabalıkların demokratik hassasiyetlere sahip olduğunu iddia etmesin. Okur yazarız; gözümüz görüyor, kulağımız işitiyor. Memlekette neler olup bittiğini anlayacak akla sahibiz.
Nazlı Ilıcak’ı okuyoruz örneğin. Okuduklarımızdan biliyoruz ki, iktidardaki sağ partiyi alaşağı ettiği için 27 Mayıs’a karşı çıkmış, solun üstünden silindir gibi geçen, Denizleri, Mahirleri katleden 12 Mart’ı desteklemiştir. Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül’e karşı çıktığına dair tek yazı göstermek mümkün olmamıştır. Kaldı ki, Tercüman gazetesindeki köşesinde, orduya açıktan çağrı yapmıştır. 28 Şubat ve 27 Nisan döneminde ise göğsünü siper etmiştir. Çünkü Nazlı Ilıcak için askerin darbe yapması önemli değildir. Önemli olan iktidarda hangi partinin olduğudur. Birkaç senedir sergilediği AKP karşıtı siyasetin, Nazlı Ilıcak’la darbeciler arasında “gönül köprüsü” kurulmuş olması kimseyi şaşırtmayacaktır. Çünkü o hep aynıdır; daha çok, darbenin kime karşı yapıldığıyla ilgilidir.
Bu satırlar yorum sanılmasın. Bakın 16 Eylül 1980 tarihli köşe yazısında bu pozisyonunu nasıl ve hangi netlikte izah ediyor:
Birkaç gündür 12 Eylül harekâtı ile 27 Mayıs’ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes, birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat vardır.
İşte Nazlı Ilıcak budur. Ahmet Hakan’ın, Ertuğrul Özkök’ün 12 Eylül darbesinden birkaç gün sonra kaleme alınan bu yazıyı bilmemesi mümkün mü? Geçiniz.
15 Temmuz darbecileri TBMM’yi bombaladı. Parlamenter demokrasinin simgesel kurumunun saldırıya maruz kalmasına Nazlı Ilıcak’ın tepki vereceğini düşünen varsa aldanıyor demektir. Parlamentoyu fesheden, siyasi partileri kapatan, ağır aksak demokratik mekanizmaları bile ortadan kaldıran 12 Eylül darbesinden sonra, yani 19 Eylül 1980’de kaleme aldığı yazısında bakın neler demiş:
Türkiye’de demokrasi, demagoji ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu.(…) Hürriyet halk için değil, aydınlar için lüzumludur, belki kulağa hoş gelmeyen ama gerçeği aksettiren bir sözdür. Parlamentonun feshi ve demokrasinin bir süre askıya alınması, mutlaka geniş halk kitlelerini fazla etkilememiştir.
Anlaşılıyor değil mi demokrasinin, parlamentonun, siyasi partilerin, askeri vesayetin umrunda olmadığı. Çünkü 12 Eylül, her ne kadar MC döneminde ilan edilmiş olsa da, solu, sendikaları, toplumsal muhalefet kurumlarını ezme hedefiyle gerçekleştirilmiş, Nazlı Ilıcak da bunu fark etmekte gecikmemiştir. 12 Eylül’de devrimcilerin seslerinin kesildiğini görmüş ve 10 Ekim 1980’de aşağıdaki satırları yazmakta beis görmemiştir.
Ahmet Hakan boş yere, “Onun için her şeyi diyebilirsiniz, darbeci diyemezsiniz” demesin. Çünkü Nazlı Ilıcak, gencecik çocukların ölümünü 12 Eylül’ün bekası için kullanmaktan geri durmamıştır. Siyaset bir yana insani duygulardan bile nasibini almamıştır:
1974 affıyla anarşistleri sokağa salıvermiş. 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmış, (…) İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir. (…) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların, Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.
Türkiye sağının duayenlerinden ve Nazlı Ilıcak’ın Tercüman gazetesinde köşe yazan Ahmet Kabaklı’nın onlarca insanın vahşice öldürüldüğü Maraş Katliamı’nı “binicisini beğenmeyen asil kısrağın şahlanışı” olarak yorumladığı düşünülür ve Nazlı Ilıcak’ın Kabaklı’nın tedrisatından geçtiği bilinirse, ne demokrasiden ne de insanlıktan nasibini aldığı anlaşılacaktır.
Nazlı Ilıcak bu konuda da yalnız değildir. Türkiye sağı insanlıktan nasibini almamıştır. Maraş’ı, Madımak’ı, 1 Mayıs’ı yapanlar, 15 Temmuz gecesi uçaklardan halkı bombalayanların abileridir; ideolojik gıdaları aynıdır.
Eski defterleri açmak gibi bir niyetimiz bulunmuyor. Sadece, Ertuğrul Özkök’ün, “Bildiğim bütün askeri darbelerde ayağa kalkmış bir kadın” tespitine ve Ahmet Hakan’ın “27 Mayıs’tan 28 Şubat’a tüm hayatı sizi tekzip eder” demesine itiraz etmekle sorumlu hissettik kendimizi. Tarihe atıfta bulunarak Nazlı Ilıcak’ı aklamanın mümkün olmadığını belirtmek gerekiyordu, onu yapmaya çalıştık.
Hatırlatmamız gereken bir şey daha bulunuyor: Türkiye tarihindeki bütün katliamların, kitle kıyımlarının, vahşetin, işkence ve zulmün altında Türkiye sağının değişik kesimlerinin imzası vardır. Nazlı Ilıcak ismi bu tarihin teferruatından ibarettir.
Ya da bu tartışmalara hiç girmeyip son sözü Cemal Süreya’ya bırakmak. Cemal Süreya nasıl tanımlamıştı Nazlı Ilıcak’ı: “Anti-komünizmin Ajda Pekkan’ı.” En kibarından Nazlı Ilıcak budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.