Yeni teknolojiler çoğunlukla anti-kapitalist potansiyelleri ile ilişkilendiriliyor. Kapitalizmin tabandan teknolojik aşınması devrimci eylem bilinci olmadan nereye kadar gidebilir?
Yüksek teknoloji kapitalizminin distopyasına karşı alternatif, kısmen komünizmin yeniden icat edilmiş biçimi olmak zorunda. Bu, yüksek teknoloji komünizmini zorlayan, ama bazı açılardan insanları benzer teknolojik bağımlılıklardan özgür kılan bir komünizm olabilir. Yanıtım, “Defol git, Google!”
Yeni teknolojiler çoğunlukla anti-kapitalist potansiyelleri ile ilişkilendiriliyor (enformasyonun özgür kopyalanması, üç boyutlu yazıcılar gibi). Bu anlamlı mı? Kapitalizmin tabandan teknolojik aşınması devrimci eylem bilinci olmadan nereye kadar gidebilir? Fazla uzağa değil.
Röportaj Ukrayna Kiev’de, Nick Dyer-Witheford’un Ukrayna Ulusal Teknik Üniversitesi, Kiev Politeknik Enstitüsü’nde (NTUU KPI) verdiği bir dersten sonra gerçekleştirilmiştir. Bu dersin ve metnin hayata geçirilmesinde katkısı olan Yurii Dergunov, Volodymyr Ishchenko, Serhiy Odarych, Alona Liasheva ve tabi ki Nick Dyer-Witheford’a teşekkür etmek istiyoruz.
Marksizm ve sibernetik üzerine
Güçlü bir Marksist sosyolojinin geliştiği dönemden başlayarak, yapısal işlevselcilik, iletişimsel yaklaşımlar, Frankfurt Okulu vb. de dahil olmak üzere, Marx ve takipçilerinin hayal bile edemedikleri robotlaşma, kitlesel iletişim, enformasyon devrimi olgularını ve gelişmelerini analiz etmek için, özellikle egemen sınıfın elinde yoğunlaşan yönetim, denetim ve şiddet mekanizmalarını da dikkate aldığımızda, Marx’ın diyalektik yaklaşımını kullanmak sizce ne ölçüde mantıklı? Bu yaklaşım evrensel mi? Sınıfı ne olursa olsun, tüm insanların evrensel dayanışmasına dayalı olabilir mi?
Evet bence öyle. Benim Marksist gelenek içinde çalışmamın nedenidir bu. Bugün sahip olduğumuz Marksizm’in, Marx’ın Kapital’i tamamladığı zaman sahip olduğumuz Marksizm ile aynı olmadığını düşünüyorum. Sadece süregiden devrimci bir gelenek olduğundan değil, aynı zamanda süregiden bir öğrenme geleneği olduğundan. Hakim üretim biçimi olarak kapitalizm var olduğu sürece Marksizm’in geçerliliği devam eder. Açıkçası, Marx’ın kendi zamanında gözlemleyebildiğinin ötesine giden bakış açıları var. Fakat onun, sistemin mantığı üzerine yaptığı analizin birçok yönü kalıcı, yani çağdaş Marksizm’in sabit kalan şeyler ile değişen şeylerin bir karışımı olması gerekiyor. Değişen şeylerin bazılarının çok radikal bir şekilde değişmek zorunda olduğuna inanıyorum. Bugün sahip olduğumuz Marksizm, örneğin feminizm ve çevrecilik ile ciddi karşıtlıklar yaşamış olan bir Marksizmdir, çünkü belki de bu iki alanda, cinsiyet konularında ve doğa ile ilişkiler konusunda Marx çoğunlukla kendi çağının, yani 19. yüzyılın insanıydı. Ama değişiklik çetrefilli bir süreç olabilir. Ben kapitalizmin temel mantığına ilişkin olarak, hâlâ ondan öğrenilecek çok şey olduğuna inanıyorum.
Kuramın kendisinde aynı kalan şeyler olduğundan ve değişen şeyler olduğundan söz ettiniz. Fakat Marx’ın eserlerini yazdığı zamandan beri toplumda neler değişti? Ve bunları nasıl analiz etmemiz gerekiyor?
Değişen bazı konular arasında halihazırda Marx tarafından fark edilmiş eğilimlerin yoğunlaşması var. Örneğin bilgisayarlaşma ve ağların büyümesi, kapitalist makineleşme ve sermayenin organik bileşiminin büyümesi gibi Marksist kuramların öğelerinden anlam çıkararak açıklanabilir. Benzer şekilde, finansallaşma gibi oldukça yeni görülen, fakat Kapital‘in 3. cildinde veya başka Marksist eserlerde analizi için genel unsurlar bulunabilen şeylere bakılabilir.
Marx’ın Emek Değer Kuramı’nın düzeltilmeye ihtiyacı var mı? Yazılım üretimi ve İnternet kaynaklarındaki artı değer birikimini açıklamak için tam olarak ekonomi politiğin hangi kategorileri kullanılabilir?
Bazı çalışmalarında ve özellikle makineler üzerine bölümünde Marx, Emek Değer Kuramı’nın işleyişinin, tam da kuramın kendisinin azledilmesine yönelik çalışacağına ilişkin bir durum varsayımında bulunmuştur. Bulunduğumuz yer ve anlamamız gereken şey tam da budur. Emek Değer Kuramı, Emek Değer Kuramı temelinde nasıl azledilir? Başka bir ifadeyle, sermaye dürtüsü aracılığıyla bize, sürekli olarak kendi organik bileşimini arttırarak, kendi emek maliyetini verir. Yani bir anlamda biz Emek Değer Kuramı’nın ne tam anlamıyla doğru ne de tam anlamıyla yanlış olduğu bir alacakaranlık kuşağındayız.
“Artı nüfus” konusuna ilişkin olarak Niklas Luhmann “Toplumun toplumu” adlı eserinde, neoliberal ideolojide de yansımasını bulan modern iletişim ağlarının, üretim araçlarının üretimindeki aşırı hızlanmanın, üretimin otomasyonunun ve sermayenin maliyetlerin minimizasyonundaki genel etkisinin, bu teknolojilerin ortaya çıkışında yer alan çok sayıdaki geleneksel proletaryayı atıl kılmakta olduğunu doğrudan söylemektedir. Bu Malthusçu sonuçlara demokratik güçler tarafından sunulabilen bir şey var mı?
Bunun Malthuscu bir sonuç değil, Marksist bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Marx’ın kastettiği şey doğal süreçlerle yaratılan artı nüfus değildi. O, sermayenin ücretli emek gereksinimleri açısından fazla olan nüfustan söz ediyordu. Bu tamamen farklı bir şeydir. Sözünü ettiğimiz bütün bu ilerici sosyoekonomik olasılıkların artı nüfusa sahip olmaktan çok uzak olduğunu düşünüyorum. Küresel bazda kitlesel ekolojik restorasyon programlarına ya da küresel sağlık projelerine sahip olsaydık, kimsenin artı nüfusun bir parçası olmasına hiçbir gerekçe olmazdı. Eğer proletaryanın Marksist tanımına bakarsak, O aslında proleterin işsiz olmasının çalışıyor olması kadar muhtemel olduğunu vurgular. Gençliğinde Marx, işsizliğin tam hükümsüzlüğünden türeyen proletarya riski ismini verdiği konudan söz eder. Başka bir ifadeyle, işsizliğin boş hükümsüzlüğünün sömürüsü, sömürülmek üzere bu sistem için yeterince değerli olmadığınız durum. Bu, Marksist kuram dinamiklerinin Kuzey Batı’da nispeten yüksek istihdamın olduğu Fordist yıllarda, çok göz ardı edilmiş olan bir yönüdür. Ama kesinlikle 2008 kırılmasıyla birlikte, özellikle Britanyalı Marksist kolektifin “Endnotes” (çn. Sonnotlar) çalışması gibi, bu soruyu irdeleyen mükemmel kuramsal çalışmalar ortaya konmuştur. Benim çalışmam bir bakıma, “Endnotes” analizinin enformasyon ve teknoloji tarafını ele alma girişimidir.
Teknolojilerin günümüz toplumuna etkisi üzerine
Enformasyon toplumunun analizi çoğunlukla en gelişmiş ülkelerdeki yeni meslek gruplarının ortaya çıkışına indirgenmekte. Dijital çağda, işçilerin (Üçüncü Dünyada enformasyon ve malzeme üretimiyle ilgili olanlar da dahil olmak üzere) sınıf yapısındaki yeri nedir? Nasıl bir rol oynuyorlar?
Temel bir rol. Sibernetik sermayenin tedarik zincirini takip edelim. En üstte (onu bu şekilde ifade edersek) her zaman olmasa da çoğunlukla Kuzey Amerika ya da Batı Avrupa’dakiler var. Burada üst düzey profesyonelleri bulabilirsiniz. Tedarik zincirinden aşağıya indiğinizde Güney Çin’de ya da diğer ihraç bölgelerinde her şeyin üzerinde çalışmak zorunda olduğu tüm donanımı üreten fabrika işlerini sürdüren proleterleşmenin farklı katmanlarını bulabilirsiniz ve daha aşağıda tüm pervasızlığıyla, doğal maddeleri işleme endüstrisi ve toksik elektronik atıkların yarattığı küresel kurban bölgeleri var. Ve yine tedarik zincirinde geriye doğru yukarı çıktığımızda, çağrı merkezleri gibi son derece rutinleştirilmiş ve sibernetik hizmetler de dahil olmak üzere her türlü satışı içerebilen işlerle ilişkilendirilen çeşitli hizmet işçileri ya da sözde beyaz yakalı işçiler var. Apple veya Microsoft’un çağrı hizmeti için hizmet sağlıyorlar. Ve aslında, dediğiniz gibi dijital profesyonelleşme söylemi ile temel olarak ortadan kaybolan ya da görünmez kılınan, bu çeşitli işçi sınıfı katmanlarını izlemeye çalışıyorum. Cyber-Proletariat [Siber Proletarya] kitabımı yazmaya karar vermemin nedeni de bu. Video oyunları endüstrisi üzerine çok çalıştım ve bunu kazımaya başladığınızda tüm bu yerleri keşfediyorsunuz. Bunun vermek istediğim mesajın parçası olduğunu düşünüyorum. Tüm bu tartışmaya karşın, gerek burjuva söylemdeki profesyonelleşme açısından gerekse de sol söylemdeki maddi emek açısından, proleter işin hem son derece rutin hem de son derece merhametsiz biçimlerinin içinde yer alanların sayısı çok fazla.
Şu anda İnternet’in gelişiminde iki farklı modelin olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, ana akım olan küreselleşme ve buna çoğunlukla Google ve Youtube gibi öncülük ediyor. Ancak Çin ve İran gibi ülkelere baktığımızda, bu ülkelerin İnternet alanlarını kapattıklarını görüyoruz. Sizce Çin, İran ve Rusya örneklerini takiben İnternet’in parçalanması tehlikesi var mı?
Evet, var. İnternet’teki ulusal kısıtlamalar ile İnternet’in evrenselliği, yani Amerikan emperyalizmi arasında diyalektik bir ilişkisinin olduğunu düşünüyorum. İnternet’in açıklığı serbest ticaret doktrininin bir çeşit teknolojik karşılığıdır. Ve eşitlikçi bir evrenselcilikle uygulanmadığından beraberinde ulusal kontrolün tepkisel ve otoriter baskıcı biçimlerini getiriyor. Ama birinin diğerini koşullandırdığını görmenin gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. İran’ın veya Çin’in İnternet politikasının gerici doğasına itiraz edenler olabilir. Fakat bu dünyanın Google versiyonunun Amerikalıların dünya ekonomilerini yönetmesine ve onlara nüfuz etmesine yardım ettiğini göz ardı etmektir. Evrenselci ve ulusalcı modellerin, nihai olarak tatmin edici bir çözümü olmayan denklemin iki temel merkezi olduğunu savunuyorum. Ayrıca bu ulusal politikalar, ilgili ülkelerdeki sınıf mücadelelerini yoğunlaştırmaktadır. Örneğin oldukça otoriter sansür politikalarına sahip olan Çin’de Çin hükümeti, fabrikaların yönetimini gerçekten ele geçiren ve mobil telefonlarıyla birçok yönden tam anlamıyla proleter bir mücadele yürüten her şeyden haberdar genç göçmenlerle uğraşmakta aşırı zorlanmaktadır. Bu, süreçleri sadece küresel ve bölgesel sermayenin mantığının çerçevesinde görmemenin, fakat sermayenin çelişkili mantığı perspektifiyle ve küresel proletarya olarak adlandırdığım farklı mücadele düzeyleriyle de görebilmenin önemli olduğunu söylemenin bir başka yoludur. Bir anlamda Çin’in bu noktada, yüksek düzeydeki sınıf oluşumundan dolayı çok daha deneyimli bir İnternet kültürüne sahip olduğu söylenebilir. Nitekim Kuzey Amerika’da, evet İnternet çok daha özgürdür, ama devam eden fazla bir sınıf mücadelesi yoktur.
Allende Şili’sindeki operasyon odası, sosyalizmi bilgisayar çağına taşıyacaktı (Çizim: Mattias Adolfsson, ilk kez 13 Ekim 2014’de The New Yorker’da yayımlandı)
Özgürleştirici girişimler üzerine
20. yüzyılda sibernetik teknolojilerin kolektif kullanımına yönelik girişimleri, yani Victor Glushkov’un SSCB’deki ve Stafford Beer’in Allende Şili’sindeki projelerini, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Olağanüstü önemli olduğunu düşünüyorum. Birkaç yıl önce, gelişen sibernetik vizyonunun çağdaş versiyonlarının olanakları hakkında Kızıl Bolluk Platformları adlı bir makale yazmıştım. Aslında başlığını İngiliz yazar Francis Spufford’un 2011 yılında çıkan, 1960’larda ve 70’lerde SSCB’nin sibernetik politikasındaki çırpınışları dahice romanlaştırdığı Kızıl Bolluk adlı kitabından almaktaydı. Spufford’un Ukraynalı ve Rus sibernetikçilere karşı oldukça sempati duyduğu, projenin nihai başarısızlığını ve SSCB bürokrasisinin baskılarını göz önünde bulundurduğu romanı ilginç olarak İngiltere ve Kuzey Amerika’da birbirinden tamamen farklı üç şekilde okundu. İki yorumda roman övülmekteydi. İlkinde, The Economist şunu söylüyordu: Fantastik bir roman, komünist sibernetiğin çöküşünün hikâyesi, günümüzde yaşadığımızdan başka bir yol olmadığını gösteriyor. Bir diğer okuma ise şöyle diyordu: Roman, başka bir yol olduğunu ve Stafford Beer ve Sovyet sibernetikçilerin girişimlerinde başarılı olmaları ve dijital gerçek zamanlı planlama sistemi yaratmaları halinde, çok farklı görünen bir komünizm olacağını göstermekte ve büyük kriz bağlamında günümüz için ilham verici. Dolayısıyla romanın ilerlemeci mantığını elimden geldiğince genişletmeye çalıştım. Yalnızca otomasyonun emek zamanını nasıl özgürleştirebileceği konusunu değil, büyük veri akışları ve akışkan demokrasi dediğimiz katılımcı planlama biçimlerini de gündeme getirdim. Bu yoldan ilerledim, bu senaryoyu inceledim ve aklıma tamamen yatmadı. Çünkü olanaklarına bakmakta ve teleolojik kendiliğinden bir sürecin olduğuna inanmakta belirgin bir tehlikenin olduğunu düşünüyorum. Ve bunun gerçekten riskli olduğunu düşünüyorum. İvmeciler (accelerationists) tarafından yapılan bazı çalışmalar var. Yapılan çalışmaları takdir ediyorum, çünkü potansiyelleri geliştirmek üzerine çalışıyorlar, ama günümüzde, buradan oraya nasıl gidebileceğimiz konusunda ve gerekli olacak mücadelelerin doğası konusunda gerçekten zayıf kaldıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla ivmeciliğin sadece hızlanmamız gerektiği düşüncesini desteklemiyorum. Luddite (makine kırıcı) değilim, ama ivmeci de değilim. Toplumsal ilişkilerden üretime biraz parçalanmaya ve üretim güçlerini yeni bir yöne sokmak için mülkiyet ilişkisinin başka bir inşasına gereksinim var.
Dersinizde söz ettiğiniz gibi geleneksel proletarya etkileşim ve dayanışma için ortak bir mekâna sahipti. Fabrikaları vardı. Bugünlerde artık mekânları yok. Farklı yerlerde çalışıyorlar, farklı yaşam tarzları var, farklı partilere oy veriyorlar. Bu çok fazla parçalanmış Siber-proletaryanın farklı parçaları arasında bir dayanışma olanağı var mı? Dayanışma nerede inşa edilecek?
Evet, sorun bu. Sınıf örgütlenmesine giden yolda devasa ve belki aşılmaz engellere işaret ederken haklısınız. Aynı zamanda, tüm sektörlerdeki mesleklerin ve de dijital mesleklerin proleterleşmesi olarak adlandırılabilecek bir başka belirgin eğilim var. On yıllardır, ama özellikle 2008’de kariyer beklentileri olan ve eğitimleri teknolojik yörüngelerden doğan yüksek statülü, yüksek ödüllü işlere göre yapılandırılmış insanlar aniden kendilerini işsiz, bir sözleşmeden diğerine itilip kakılmakta, son derece güvencesiz ve aynı zamanda boğazlarına kadar borca batmış buldular. Ve yalnızca geçici ve güvencesiz yarı profesyonel işlere atılan insanlar hakkında konuşmuyoruz. Ondan tamamen dışarı atılanlar da var. Daha önce fen ve enformasyon bilimlerinde doktora yapmış bir öğrencim umutsuz bir mektupta bir iş bulabilmek için yardım istiyordu. Ailesini geçindirmek için Kanada’da tarım işçisi olarak çalışmaktaydı. Umutlarını tamamen kaybeden insanlar var ve eminim ki siz de en az benim kadar onları tanıyorsunuz. Güvencesiz iş etrafındaki söylemin çok önemli olduğunu düşünmemin nedeni bu. Çünkü bir fast-food işçisi, bir video oyunları şirketinde bir testçi, bir üniversitede sözleşmeli çalışan sınav kontrol görevlisi gibi bir araya gelmesi zor ve farklı durumları birbirine bağlayan bir dil sağlıyor. Sihirli bir değnek değil ve sorunları azaltacağını söylemek saçmalık olacaktır, ama bunun takip edilmesi gereken aşırı önemli bir hat olduğunu düşünüyorum: geçici, güvencesiz ve kısmi ücretli iş sorunu.
Muazzam programcı ordusunu yeni “tehlikeli sınıf” olarak adlandırabilir miyiz?
Hayır, tamamen değil. Programcılar sınıfı arasında bir bölünme var. Şüphesiz en üst katmanda iyi ücret alan, çoğunlukla sermaye ile özdeşleştirilen zirvedeki teknoloji tasarımcıları var ve Google, Facebook gibi Silikon Vadisi şirketlerine baktığımızda yüksek teknoloji sermayesini paylaşım ekonomisi gibi etiketlerle hegemonik duruma getirme girişimlerinin ön saflarında yer aldıklarını görüyoruz. Arzularının gezegenin ve gündelik hayatın tamamen yeni bir yoğunlukla piyasalaşması ve metalaşması olması açısından tehlikeli bir sınıflar. Fakat aralarında çalışmalarının karşılığı ödenmeyen ya da eksik ödenen, güvencesiz kalabalıklar var ve ayrıca oldukça tehlikeli bir sınıf olma potansiyeline sahipler, sermaye için tehlikeli olması anlamında, çünkü know-how’a sahipler ve onu kullanmaya hazırlar. Bu nedenle, evet, kesinlikle tehlikeli bir sınıf, fakat kime tehlikeli?
Sahip olduğumuz baskıcı rejime ve gelişen teknolojilerin getireceği distopyaya karşı alternatiflerimiz nelerdir?
Yüksek teknoloji kapitalizminin distopyasına karşı alternatif, kısmen komünizmin yeniden icat edilmiş biçimi olmak zorunda. Bu, yüksek teknoloji komünizmini zorlayan, ama bazı açılardan insanları benzer teknolojik bağımlılıklardan özgür kılan bir komünizm olabilir. Ama yanıtım, “Defol git, Google!”
Yeni teknolojiler çoğunlukla anti-kapitalist potansiyelleri ile ilişkilendiriliyor (enformasyonun özgür kopyalanması, üç boyutlu yazıcılar gibi). Bu anlamlı mı? Kapitalizmin tabandan teknolojik aşınması devrimci eylem bilinci olmadan nereye kadar gidebilir?
Fazla uzağa değil.
[Criticatac.ro’daki İngilizcesinden Elem Güzel & İzlem Gözükeleş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.