Katliamın mezarlığındaki isimlerden biri Kader Yıldırım. Aslında ona seslenilen isim nüfustaki gibi Kader değil Keder’miş. Oysa o kendisini birisine tanıtırken eniştesinin adı “Kemal” ile tanıtıyormuş. Davalarının peşinde iki kadından, anne Elmas ve kızkardeş İlknur’dan öğrenebildik biz. Onlarınki Kader değil Keder yani. Keder de değil Kemal olmalıydı oysa. Eksikliksiz, yetkin anlamında. Kader değil Keder, kaza değil […]
Katliamın mezarlığındaki isimlerden biri Kader Yıldırım. Aslında ona seslenilen isim nüfustaki gibi Kader değil Keder’miş. Oysa o kendisini birisine tanıtırken eniştesinin adı “Kemal” ile tanıtıyormuş. Davalarının peşinde iki kadından, anne Elmas ve kızkardeş İlknur’dan öğrenebildik biz. Onlarınki Kader değil Keder yani. Keder de değil Kemal olmalıydı oysa. Eksikliksiz, yetkin anlamında.
Kader değil Keder, kaza değil katliam! “Kaza değil cinayet, kader değil katliam” sloganı böyle de atılsa olur. Elmas Abla’nın kederini görseniz siz de hak verirdiniz. Kader’in mezar taşını aceleyle yaptırmış Elmas Ablalar. Hemen evlerinin yanındaki mermercide. Öğrenmişler ki toplu mezarlığa toplu mermerler yapılacakmış. İptal etmeleri gerekmiş. Mermerci, onlar iptal edene kadar işi bitirmiş. “Olsun” demiş “Örnek olarak vitrine koyarım”. Her gün Kader Yıldırım mezar taşının önünden geçiyorlar şimdi. Soma’nın ortasındaki mezar taşıyla Soma, Kader’i unutmayacak, unutturmayacak yani. Örnek değil ibret gibi.
Kader dediğim 301+? kişi. Her biri, kendilerini bir istatistik unsuruna indirgeyen 301 sayısıyla değil, isimleriyle anılmak isterdi. Kendi seçtikleri isimlerle belki de: Kader değil Kemal’le. Kendi buldukları kavramlarla: Kader değil iş cinayetleri ile.
Elmas Abla’nın kederi var bir de. Oğlunu Kırkağaç’taki soğuk hava depolarında aradığı sırada, cesetleri getiren ambulans üstünden geçtiği için kırılan ayak parmaklarını günler sonra fark edişi mesela. İçinde oğlunu bulduğu torbayı tek eliyle kaldırıp getirirken kırılan el kemiğinin, o fark etmeden kaynaması gibi veya. Bir senedir kızı “Sen yemezsen ben de yemem” diye tehdit ediyor, o yüzden nadir de olsa açlığını sigarayla bastırmak yerine bir şeyler yediği de oluyor. Umurunda değil çünkü, sağlığı ya da başka şey… 10 gün süren ilk duruşmada feryat ettiği zaman “Davayı kaybederiz bak” diyerek kendisini susturmaya çalışanlara “Biz hayatımızı kaybetmişiz. Daha başka kaybedecek neyimiz var?” diyor ya, o yüzden.
Kimi zaman öfkelenip, katillerin çocukları için de aynısını bekleyenler oluyor ama Elmas Abla’nın 16 Mayıs’taki mitingde oturduğu yerden yaptığı konuşması yanıt gibi: “Bizi anlamanız için aynı şeyleri yaşamanız mı lazım?” Empati kurmak mı lazım, Elmas Abla’yı anlamak için? Yok. Yanında olmak lazım.
Eşini kaybeden Aygül’ün de yanında olmak lazım. Aklı çıkıyor, başkasına da bir şey olacak diye. O da asıl sorumlular için kötü bir şey isteyecek oluyor, “Onlar da çocuklarını görmesin” diyor ama bir farkla: “Keşke öyle bir şey elimden gelse de çocukları onlarla yaşasa, onları görse ama onlar çocuklarını göremese.” Cumhurbaşkanı duysun, çok dindar bir kadın, tasavvufla ilgileniyor bunu diyen: “Öbür dünyada ceza çekeceklerini biliyorum ama bu dünyada da hesap sormak istiyorum.”
20 yaşındaki Zemine’yle cenazede tanıştık. “Mayısı artık sevmeyeceğim” diyor çünkü dayanışma için Soma’da kaldığımız günlerde 3 yaşındaki oğlunu kaybetti. Bir yıldır tek başına bakmak zorunda kaldığı Enes, babasının ölüm yıldönümü gelmeden hayatını kaybetti. Madenci Evi’nde düzenlediğimiz kahvaltıda da Müzeyyen’le tanıştık. Geçen yıl 13 Mayıs’ta eşini kaybettikten üç gün sonra üzüntüden çocuğunu düşürmüş. Durmuş Abi’yle Dudu Abla’nın, geçen yıl 13 Mayıs’ta oğullarını kaybettikten üç gün sonra, torunları doğmuş. Yanlarında olmak lazım.
İki çocuğuyla birlikte hala kaynanası ve kayınbiraderleri ile yaşayan, açıköğretimden ortaokul okuyan Ergül bu davayla hukuk öğrenip, tüm terimlere hakim olabildi ya, yanında olmak lazım. Türk-İş Maden İş’in, niyeyse(!) Dilek Abla’nın evine temizliğe gittiği banka yöneticisine hediye ettiği, onun da kendisi için hiçbir anlamı olmadığı için olsa gerek, Dilek Abla’ya verdiği madenci heykeli, onun evinin başköşesinde duruyor. Çünkü maden şirketlerinde temizliğe giden, işsiz kocasına madende iş arayan Dilek Abla, katliamda abisini kaybetti. Yanında olmak lazım.
“20 aylık bebeğimi alır alır gelirim valla, çağırın beni” diyen Marziye’yi çağırmak lazım. Oğlunun babasız sünnet töreninde kazanlar kaynatan Havva’nın patlıcanlarını kesmek lazım. İşi bırakıp, hayatını mücadeleye adayan, eşini kaybeden Nursel Abla’nın mücadelesine omuz vermek lazım. Duruşmada “Kanıtınız var mı?” diye sorulunca, “301 tane kanıtımız” var diye bağıran, gecesini gündüzünü, sağlığını, çocuklarını, tüm hayatını hesap sorulması için bir devrime katan, “Devrimci olduk artık biz de valla” diye gülen Naciye Abla’nın devrimine katılmak lazım.
Ve aylar önce tanıştığımızda kavramı kullanmadan, kendi kendine artı değeri buluşunu anlatan, ilkokul mezunu maden işçisi Aydın Abi’yle yürümek lazım: “Katliamdan sonra bir hafta çalışmadığımız için şirket bizi topladı. Şu kadar trilyon kaybımız var, dedi. Bir haftada bu kadar kaybettilerse diye düşündüm, kendi maaşımı çalışan sayısıyla çarptım, onu 12’yle çarptım. Baktım ki biz 50 gün kendimize, 315 gün onlara çalışıyormuşuz. İşte o gün DİSK’e üye olmaya karar verdim.” Onunla yürümek lazım çünkü aylar sonra Soma’ya gittiğimde, herkes unutuldu derken umuduna umut, bilgisine bilgi, hırsına hırs katan Aydın Abi’yi Madenci Evi’nde, DİSK’te örgütlü yaşamı inşa ederken buldum.
“Soma’dan bir şey olmaz” diyenlere, 13 Mayıs haftası boyunca yapılanlar, duruşmaya katılıp asıl sorumluları olan dönemin başbakanı, enerji bakanı, çalışma bakanı, patronların hesap vermesi için çabalayanlar, yukarıda sadece birkaçını sayabildiğim isimler, tüm Kaderler/Kemaller fener olsun. Özelleştirmeden, taşeronlaştırmadan, alınmayan güvenlik tedbirlerinden, iş cinayetlerinden, madene mecbur bırakılmaktan, tarımın bitirilmesinden, kadın haklarından, çocuk haklarından başkaca bir şey tartışmak isteyen varsa, gelsin Kaderlere/Kemallere, Aydınlara, Elmaslara, Naciyelere anlatsın.