Ambargonun kaldırılması adımının uzun ve zorlu olacağının bilincindeyiz ve ABD ve yeryüzündeki iyi niyet sahibi herkesin bu doğrultudaki desteğine, seferberliğine ve kararlılığına, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bundan sonraki toplantısında alacağı ambargoya son verilmesini talep eden kararına, özellikle de Amerikamızın bu yolda tek vücut olmasına ihtiyacımız var. Saygıdeğer Başkan, Luis Guillermo Solis, Saygıdeğer, Latin Amerika ve […]
Ambargonun kaldırılması adımının uzun ve zorlu olacağının bilincindeyiz ve ABD ve yeryüzündeki iyi niyet sahibi herkesin bu doğrultudaki desteğine, seferberliğine ve kararlılığına, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bundan sonraki toplantısında alacağı ambargoya son verilmesini talep eden kararına, özellikle de Amerikamızın bu yolda tek vücut olmasına ihtiyacımız var.
Saygıdeğer Başkan, Luis Guillermo Solis,
Saygıdeğer, Latin Amerika ve Karayip devlet ve hükümet başkanları,
Saygıdeğer delegasyon başkanları ve konuklar,
Latin Amerika ve Karayip Devletleri Birliği kurulduğundan bu yana Amerikamız (Bizim Amerika -CD) yeni bir döneme girdi ve bağımsızlık, doğal kaynaklarımız üzerinde hükümranlık, biribirini tamamlama ve yepyeni bir dünya düzenini kurma ve tüm bunların yanında, halkla birlikte halk için ilkesi ışığında yine halka demokrasi ve sosyal adaletin taşınması doğrultusunda epeyce mesafe aldı.
Birliğimiz, dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip ve yine küresel maden zenginliğinin önemli bir bölümünü bünyesinde barındırmakta olduğundan gezegendeki en büyük biyolojik çeşitliliğe sahip bu bölgede üçüncü bir dünya ekonomisi oluşturmaktadır.
Farklılıklarımıza rağmen birlikteliğimizin güçlenmesi, birlikte uyumlu hareket etmemiz ve farklılıklarımıza karşılıklı saygı göstermemiz bizlerin en başta gelen önceliğidir aynı zamanda da taviz verilemeyecek bir gerekliliktir çünkü dünyadaki sorunlar giderek ağırlaşma eğilimindedir ve ulusal, yerel denetimi zorlayan büyük tehlikeler, aşılması güç zorluklar ardısıra birbirini izlemektedir.
Geçtiğimiz son on yıl içerisinde uyguladığımız ekonomik ve sosyal politikalar, istikrarlı büyüme, ülkelerimizin küresel ekonomik krizi göğüsleyerek fakirliğin, işsizliğin ve gelir eşitsizliklerinin azaltılmasında başarılı olmalarını sağladı.
Bölge ülkelerinin çoğunda hayata geçen köklü politik ve sosyal dönüşümler milyonlarca ailenin fakirliği geride bırakarak onurlu bir yaşama geçmesini sağladı.
Ancak Latin Amerika ve Karayipler halen çok derin eşitsizlikleri bünyesinde barındırmayı sürdürmektedir. Ortalama olarak bölgede yaşamakta olan ailelerin yüzde 20’si toplam gelirlerin yalnızca yüzde 5’ni alabilmektedir; 164 milyon insan halen fakirliğe katlanmaktadır; 15 yaşının altındaki her beş çocuktan biri sefil bir yaşam sürmektedir ve “karacahil” nüfus 35 milyonu geçmektedir.
Bölgemizdeki çocuk nüfusun yarısı (tam yüzde 50’si) dokuzuncu sınıfa kadar olan orta öğrenimi tamamlamaktan acizdir; bu oran, en düşük gelir düzeyinde yaşayan grupta yüzde 78’i geçmektedir. İşin gerçeği, yetişmekte olan kuşağın üçte ikisinin üniversiteye devam şansı hiç yoktur.
Bu arada örgütlü suça hedef olan ve şiddete maruz kalan kurban sayısının artıyor olması ülkelerimizin gelişmesini ve istikrarını tehlikeye sokmaktadır.
Peki ya sayıları on milyonları bulan marjinal insanlık acaba demokrasi ve insan hakları dendiğinde neyi anlamaktadır? Politik modelleri nasıl algılamaktadır? Seçim yasalarıyla ilgili herhangi bir fikirleri var mıdır? Uluslararası örgütlerin ve hükümetlerin sivil toplum diye sarıldıkları bunlar mıdır? Eğer kendilerine ekonomik politikalar ya da para politikaları hakkında soru sorulsa acaba ne cevap verirler?
Endüstrileşmiş ülkelerin (kapitalist merkez ülkelerin -CD) çoğunda da bizim bölgemizin özelliklerini gözlemlemek mümkündür, şöyle ki, buradaki gençlerin de yarısı işsizlikle boğuşmakta ve ekonomik krizin bütün yükü baskı altına aldıkları işçilerin ve öğrencilerin sırtına yıkılmaktadır. Diğer yandaysa bankacıları korumakta, işçi sendikalarının çalışmalarını engellemekte, erkeklerle aynı işi yapan kadınların ücretlerini düşürmekte ve bir de üçüncü dünya ülkelerinden kaçıp gelen mültecilere insanlık dışı davranışlar sergilemektedirler. Aynı zamanda ırkçılık, yabancı düşmanlığı, aşırı şiddetin teşviki ve neo-faşist eğilimler teşvik edilmektedir ve bu ülkelerin seçmenleri, politik yozlaşmayı engelleyemediği için ya da seçim öncesi vaatlerin seçimden kısa bir süre sonra sümen altı edileceğini artık öğrendiklerinden sandık başına gitmemektedirler.
Sosyal içeriklerin ve çevre/doğa korunmasındaki sürekliliğin sağlanabilmesi için bizim kendi özgün ekonomik sistemimizi, üretim ve tüketim modellerimizi, ekonomik büyümeyle toplumsal ilerleme arasındaki ilişkiyi, politik modellerimizin işlevselliğini kendimiz kurgulamalıyız.
Yapısal (kronik -CD) farklılıkları bir kenara bırakıp herkese, bedava ve yüksek kalitede eğitim hakkını, bedava ve sınırsız sağlık garantisini, sosyal güvenliğini ve fırsat eşitliğini ve her bir kişinin tek tek insan haklarından yararlanabilmesi olanağını yaratmak zorundayız.
İşte tam da bu doğrultuda Karayiplerin, özellikle de Haiti’nin savunmasını üstlenmek öncelikli görevimiz olmalıdır.
Güney ülkelerinin (Latin Amerika ve Karayip ülkelerinin -CD) yalnızca katılımcı olmakla kalmayıp, eşitlik hakkını da elde ettikleri, neoliberal ve sermaye öncelikli ekonomik politikaların dayatılamayacağı yeni bir uluslararası ekonomik, mali ve para sistemine şiddetle ihtiyaç vardır.
2015 sonrası için kurgulanmış olan Gelişme Gündemi, bölge ekonomilerinin yapısal sorunlarına çözüm getiren ve istikrarlı bir ilerlemeyi sağlayacak değişiklikleri üretmelidir.
Bunun yanı sıra, onsuz ilerlemenin mümkün olamayacağı, Birleşmiş Milletler Tüzüğü’nde ve Uluslararası Hukuk yaptırımlarında yer almakta olan prensipler ışığında, bir barış dünyasının (savaşsız bir dünyanın -CD) kurulması görevinden de vazgeçilemez.
“Latin Amerika ve Karayipler Barış Bölgesi Akdi”, bu bölgenin devlet ve hükümet başkanları tarafından imza altına alınarak tarihsel bir adım atıldı; bundan böyle bu akit bölge ülkelerinin, dünyanın tüm diğer ülkeleriyle olan resmi ilişkilerinde referans olarak geçecek.
Ortak çıkarlarımızın yürütülebilmesi için dayanışma, Amerikamız için (Bizim Amerika için -CD) olağanüstü öneme sahiptir.
Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti’ne karşı uygulamaya konulan hukuksuz ve dayanaksız tek yanlı yaptırımları ve buna dayanarak bu kardeş ülkeye dışarıdan sürekli müdahaleyle yaratılmak istenen istikrarsızlığı şiddetle protesto ediyoruz. Küba, Bolivarcı Devrime ve ülkenin Nicolás Maduro Moros’un başkanlığındaki meşru hükümetine olan sınırsız desteğini bir kez daha ilan eder.
Arjantin Cumhuriyeti’nin Malvinaslar (Falkland Adaları), Güney Georgia ve Güney Sandviç Adaları ve bunları çevreleyen deniz sahaları üzerindeki taleplerini haklı buluyoruz. Ülkenin egemenlik haklarını didiklemekte olan açgözlü mahkeme kararları ve spekülatif para fonlarının saldırılarıyla boğuşmakta olan bu Güney Amerika ülkesi ve onun başkanı Cristina Fernandez’i destekliyoruz.
Ülkelerinde Chevron ve Ecuadorian Amazonia adlı çokuluslu şirketler tarafında yaratılan çevre felaketlerine karşı tazminat talebinde bulunan Ekvator hükümeti ve başkanı Rafael Correa’yla olan dayanışmamızı yeniden vurguluyoruz.
Daha önce de vurgulamış olduğumuz gibi, Porto Riko da bize katılmadıkça Birlik (CELAC) tamamlanmış sayılmaz. Latin Amerikan ve Karayip karakteri hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açık olan bu ülke üzerindeki kolonyal tahakküm kabul edilemez(1).
Kolombiya’daki barış sürecine gelince, Havana’daki müzakere masasında ülke hükümetiyle ülkenin Devrimci Halk Ordusu Güçleri kayda değer bir anlaşma aşamasına geldiler. Daha önce barışa yönelik böylesine bir gelişme hiç yaşanmamıştı. Küba, bu müzakerelerin mekanı ve garantörü olarak söz konusu zeminleri sağlamaya devam edecek ve bu kardeş ülkede adil, kalıcı bir barışın kurulması doğrultusunda elinden ne gelirse yapacaktır.
Karayip halklarının (yüzlerce yıl -CD) maruz kaldığı kölelik ve sömürgeciliğin yaratmış olduğu çok yönlü tahribatın telafisi için öne sürdüğü haklı taleplerin karşılanması doğrultusunda gösterilmekte olan çabalara sunduğumuz kararlı desteğe devam edeceğiz. Aynı zamanda, bu ülkelerin vazgeçilmez hakkı olan mali kaynaklardan orta-gelir ekonomileri oldukları teknokratik bahanesiyle yoksun bırakılma kararına da kesinlikle karşı çıkacağız.
CELAC ve Çin arasında gerçekleşen görüşmelerdeki kayda değer ilerlemeyi ve bölgemizin BRICS ülkeler grubuyla olan ilişkilerini memnuniyetle karşılıyoruz.
ABD ve NATO tarafından tüm dünyada teşvik edilmekte olan muazzam askeri harcamalara ve bunun yanı sıra tarihsel olarak dostça ve karşılıklı işbirliği ilişkileriyle bağlı bulunduğumuz Rusya sınırlarında yaratılmakta olan saldırgan askeri yığınağın artırılmakta olduğuna yeniden dikkat çekiyoruz. Bu ülkeye karşı uygulamaya konulan tek yanlı ve hukuksuz yaptırımlara karşı kararlı duruşumuzu ilan ediyoruz.
NATO askeri doktrinin artmakta olan saldırganlığı ve bunun gölgesinde kendisine yaşam alanı bulan bölgesel savaşlar, getirdikleri yıkıcı ve ölümcül sonuçlarıyla uluslararası barış ve güvenliğe karşı tehdit oluşturmaktadır.
Küba’nın da inandığı gibi, devletler arasındaki hükümranlık eşitliği ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkı prensipleri hiçbir zaman gözardı edilemez.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Güvenlik Konseyi’nin iki yüzlülüklerine, aşırılıklarına ve ihmallerine karşı uluslararası barış ve güvenliği sağlamak üzere yaptırım gücünü kullanmalıdır. Küba halkının ve hükümetinin hep yanında olduğu Filistin halkına tam üyelik hakkı verilmesi konusunu sürüncemede bırakmamalıdır. İsrail’i işlediği suçlardan dolayı cezalandırılmaktan kurtaran Güvenlik Konseyi vetosunun önüne geçmelidir.
Ülkelerimiz halklarının kökü olan Afrika’nın dışarıdan akıl almaya ya da müdahaleye değil, mali kaynak ve teknoloji transferine, adil ticari koşullara ihtiyacı vardır. Bizler bugün kardeşçe ilişkilere ve işbirliğine sahip olduğumuz, sömürgeciliğe ve renk ayırımına karşı birlikte mücadele ettiğimiz bu ülkelerin meşru haklarını savunmaya devam edeceğiz. Onların sarsılmaz dayanışma ve desteğini hiçbir şekilde unutmayacağız.
Küba, İnsanlık Anavatandır (insanlık, her insanın kendi vatanıdır -CD) ilkesinden esinlenen hedeflerine ve duruşuna hep bağlı kalarak yılmadan, yorulmadan Güney ülkelerinin (kapitalist merkez ülkelerin sömürüsüne hedef olan tüm diğer ülkelerin -CD) hukuki hak ve çıkarlarını savunmaya devam edecektir. Devrim’in dış politikası her zaman, kendi ilkelerine sadık kalacaktır.
Sevgili arkadaşlar ve yönetici dostlarım,
Geçtiğimiz 17 Aralık’ta Küba’nın gururu ve her biri birer fedakarlık örneği olan terörizm karşıtı savaşçılarımız, Gerardo Hernández, Ramón Labañino ve Antonio Guerrero’nun da, tıpkı daha önce Fernando González ve René González’in dönüşlerinde olduğu gibi vatanımıza dönüşlerinin mutluluğunu yaşadık.
ABD başkanı, Küba’ya karşı elli yıldan fazla bir süredir sürdürdükleri politikanın başarısız kaldığını ve bu başarısızlığın ülkesinin bölgeden tümüyle tecrit edilmesine neden olmasının yanı sıra ambargonun halkımız üzerinde yarattığı olumsuz sonuçları itiraf etti. Buna ek olarak adamızın adının hukuksuzluğu oldukça açık olan bir biçimde ilave edildiği, Uluslararası Terörizmi Destekleyen Ülkeler Listesi’nin yeniden gözden geçirilmesi talimatını da verdi.
Aynı gün, ABD’nin hükümetimizle arasındaki diplomatik ilişkileri yeniden kuracağı kararını da ilan etti.
Bu değişimler çok net bir biçimde, Küba halkının yaklaşık 150 yıldır prensipleri doğrultusunda sürdüregeldiği mücadelenin ve vefanın bir sonucudur. Bunu aynı zamanda da, bölgemizde yepyeni bir çağı yaşamamızı sağlayan CELAC ülkeleri halkları ve hükümetlerinin bu doğrultuda yüksek sesle ve cesurca ifade ettikleri talebe borçluyuz.
Bu sonuç Amerikamıza (Bizim Amerika’ya -CD) hep bir ağızdan Birleşmiş Milletler’de ve tüm diğer düzeylerde dile getirilen bir “diyet”in elde edilmesidir.
Venezüella, Cumaná’da 2009 yılında toplanan ALBA Zirvesi’ne karşı, Trinidad ve Tobago’nun Port of Spain kentinde toplanan Amerikalar Zirvesi’nde yer alan tartışmalar, o dönem henüz yeni seçilmiş olan Barack Obama’nın Küba’yla yeni bir başlangıçtan söz etmesine neden olmuştu.
2012 yılında Kolombiya, Cartagena’da çok güçlü bir tartışmanın ardından Küba’nın bölge toplantılarından dışlanmasına karşı ve uygulanmakta olan ambargoya karşı mutabakat durumu ortaya çıktı. Ekvator’un durumu protesto ederek katılmama kararı almasına karşın, Brezilya, Arjantin ve Uruguay’ın da desteğiyle Venezüella, Nikaragua ve Bolivya Küba’nın olmadığı hiçbir bölge toplantısına katılmayacaklarını ilan ettiler. Karayipler Birliği ve ardından Meksika, daha sonra da hazır bulunan tüm diğer ülkeler aynı tavrı almakta gecikmedi. Aynı şekilde, toplantıya katılmadan önce, Panama başkanı Juan Carlos Varela Küba’yı, diğer ülkelerle eşit temelde ve tam söz sahibi olarak, 7. Amerikalar Zirvesi’ne davet etme kararını ilan etti, daha sonra da bu duyurusuna sadık kaldı. Küba da, hemen ardından toplantıya katılacağını duyurdu.
Marti’nin, “Mağaranın ta dibinden yükselebilen bir meşruiyet, bir ordunun sağlayabildiğinden çok daha etkilidir”, sözü ete kemiğe bürünmüştü.
Buradaki herkese Küba’nın sonsuz teşekkürlerini sunuyorum.
Birleşmiş Milletler’de ambargonun aleyhinde oy kullanmakta olan 188 devlete, Genel Kurul’da ve uluslararası zirvelerde bu talebi dile getirmekte olan herkese, bu doğrultuda bıkmadan, yorulmadan emek sarf eden tüm halk hareketlerine, politik güçlere, parlamentolara ve kişilere ulusumuzun samimi şükranlarını ifade ediyorum.
50 yılı geçen ambargo ve düşmanlık politikalarının devamına karşı giderek yükselen muhalefeti şu yakın geçmişte somutlaştıran Amerika halklarına da ayrıca şükran borcumuzu ve dostluk duygularımızı tekrarlamak istiyorum.
Bu sonuçlar hükümetlerin derin farklılıklara da sahip olmuş olsalar, hükümran eşitliğin ve karşılıklılığın gözetildiği, saygı temelinde müzakere ve görüş alış verişi yoluyla kendi halkları yararına çözüm üretebildiklerini kanıtladı.
Sürekli vurgulamakta olduğum gibi hem Küba ve hem de ABD, hükümetler arasındaki görüş ayrılıklarına saygı göstermeyi temel alarak uygarca birlikte yaşama sanatını öğrenmek ve bölgemizin ve dünyanın karşı karşıya bulunduğu meselelerin çözümüne katkıda bulunabilecek ortak çıkar konularında işbirliğine gitmek zorundadır.
Ancak hiç kimse Küba’nın bağımsızlık ve sosyal adalet ideallerinden vazgeçmesini veya prensiplerimizi değiştirmemizi, ya da bizden, ulusal egemenliğimizden bir santim geriye gitmemizi beklememelidir.
Ne provokasyonlara izin veririz ne de iç işlerimizi ilgilendiren başlıklarda herhangi bir telkin ve dayatmanın ima edilmesini kabulleniriz. Kendi egemenlik hakkımızı elde etmek için çok büyük fedakarlıklara katlandık ve muazzam riskleri göze aldık.
Vaşington’daki Küba Çıkarları Bölümü ve Konsolosluk Büroları’nın(2) yerini alacak diplomatik ilişkilerin mali ambargo nedeniyle para transferinden mahrum kalma durumu ortadan kaldırılmadıkça yeniden kurulması mümkün müdür? Terörizmi Destekleyen Ülkeler Listesi’nde kaldıkça Küba’yla kurulacak diplomatik (resmi -CD) ilişkilere nasıl bir açıklama getirilecektir? Uluslararası Diplomatik ve Konsolosluk Standartları Sözleşmesi’yle belirlenmiş olan standartların gözetilmesi doğrultusunda bundan böyle, Havana’daki ABD diplomatlarının tavrı ne olacaktır?(3) Geçen hafta ABD Dışişleri yetkilileriyle yapılan müzakerelerde heyetimiz bunları dile getirmiştir(4) ve bu konulara çözüm getirilmesi için yeni toplantılara ihtiyaç vardır.
Diplomatik ilişkiler yeniden kurulur kurulmaz ABD başkanının ifade etmiş olduğu karşılıklı ilişkilerin normalleştirilmesi doğrultusundaki eğilimi paylaşacağız. Buna iki ülke insanları arasındaki birbirine bakışın karşılıklı çabayla olumlu yönde geliştirilmesi, bekleyen diğer sorunların çözümü ve işbirliği doğrultusunda mesafe kat edilmesi de dahildir.
Mevcut gelişme iki farklı Amerika’nın yararına olacak yeni ve daha verimli işbirliği biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlayacak mütevazi bir fırsata yol açacaktır. Bu durum acil problemlerin çözümüne yardımcı olarak yeni ufukların açılmasını sağlayacaktır.
“Latin Amerika ve Karayipler Barış Bölgesi Akdi” metni bu amaç için vazgeçilmez bir platformdur ve Uluslararası Hukuk’un vazgeçilmez bir prensibi olarak her devletin başka bir devletin müdahalesi olmadan kendi politik, ekonomik, sosyal ve kültürel sistem tercihini kendisinin seçmesi devredilemez hakkını kabul etmektedir.
Temel sorun, halen çözümünü beklemektedir. Uluslararası Hukuk’un açık bir ihlali olan ekonomik, ticari ve mali ambargo ülkemize muazzam bir şekilde insani ve ekonomik hasar vermeye devam etmektedir.
1960 Nisan’ında zamanın dış işleri bakan yardımcısı Mallory tarafından açıklanan, Küba’da etkili bir siyasi muhalefetin eksikliği nedeniyle devrimci hükümetimizin düşürülmesini hedefleyen bir açlık, acı ve çaresizlik ortamı yaratılması doğrultusundaki ABD muhtırasını hatırlıyorum. Bugün, bu amaç artık suni bir muhalefetin ekonomik, politik ve iletişim kanallarıyla teşviği görünümündedir.
Diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması karşılıklı ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin başlaması anlamına gelmektedir fakat ambargo devam ettiği, Guantánamo Deniz Üssü’nün yasadışı bir biçimde işgalindeki bölge bize iade edilmediği, uluslararası hüküm ve kuralları açıkça ihlal etmekte olan radyo ve televizyon yayınlarının önü alınmadığı ve halkımıza çektirilen insani ve ekonomik eziyetin adil maddi karşılığı tanzim edilmediği sürece bu mümkün değildir.
Buna karşılık Küba’dan herhangi bir istekte bulunulması ne ahlaki, ne adil ne de kabul edilebilir olacaktır. Bu sayılan konulara çözüm bulunmazsa, Küba ve ABD arasındaki diplomatik yaklaşım hiçbir anlam taşımaz.
Aynı şekilde Küba’nın, daha yukarıda sözünü ettiğimiz iç işleri üzerindeki hükümranlık hakkını müzakere konusu yapması da beklenmemelidir.
Son görüşmelerde mesafe kaydedilmesi tarafların birbirlerine saygılı ve eşit davranmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Gelecekte de bunun böylece devam ettirilmesi gerekir.
ABD başkanın ambargonun uygulanmasını ilgilendiren bazı belirli noktaların değiştirilmesi doğrultusunda yürütme kararları alındığı açıklamasını ilgiyle izledik.
Söz konusu kararların kamuoyuyla paylaşılan bölümü son derecede sınırlıdır. Halen krediler ve doların bizimle olan dış ticarette kullanımı yasaktır; Amerikan vatandaşlarının, “bire bir” adı da verilen, bireysel seyahatleri engellenmektedir ve yıkıcı amaçlar kapsamına alınmaktadır; deniz yoluyla (Küba’ya -CD) ulaşım da mümkün değildir. Mevcut çok çeşitli yasaklamalardan biri de, üçüncü ülkelerden içerisinde yüzde 10 oranından fazla Amerikan orijinli parça/katkı olan araç gereç ve/veya teknolojinin (Küba’ya -CD) ithali ve yine bu ülkelerden içerisinde Küba orijinli hammadde içeren malların Amerika’ya ithalidir.
Başkan Barack Obama geniş yürütme gücünü ambargo uygulamalarını aşamalı olarak değiştirilmesi doğrultusunda kullanabilir. Bu onun Kongre onayına gerek duymadan yapabileceği bir şeydir.
Ekonominin diğer sektörlerinin de kendi iradesi dahilinde tıpkı Küba’da politik etki yaratmayı hedefleyen telekomünikasyon alanında olduğu gibi çalışmalarına izin verebilir.
Ambargonun kaldırılması doğrultusunda Kongre’de bir tartışma başlatması son derecede önemlidir.
Öte yandaysa ABD hükümet sözcülerinin açık bir biçimde yöntemlerin değiştiğini ancak politik hedef olarak bizim iç işlerimize yönelik faaliyetlerin değişmediğini ilan etmelerini kabul edemeyiz. Amerikalı muhataplarımız, sanki adamızda egemen bir hükümet yokmuşçasına Küba toplumuna akıl vermeye kalkışmamalıdırlar.
Hiç kimse ilan edilen yeni politikayla Florida’nın 90 mil uzağında sosyalist bir devrimin varlığının da kabul edildiği hayaline kapılmasın.
Panama’daki Amerikalar Zirvesi’nde sivil topluma yaklaşıldığıyla ilgili bir iyimserlik var, ki, bu iyimserlik her zaman Küba tarafından da paylaşılmıştır. Biz, sivil toplumun çelik kafesler ve vahşi polis baskısı marifetiyle toplantı merkezlerinin onlarca mil ötesinde engellenmeye çalışıldığı Dünya Ticaret Örgütü’nün Seattle’deki toplantısı, Miami ve Quebec’teki Amerikalar Zirvesi, Kopenhag’daki İklim Değişikliği Zirvesi ve yine G-7 veya IMF toplantıları sırasında olup bitenleri protesto ediyoruz.
Elbette ki Küba sivil toplumu da katılacaktır ve umarım ki, Amerikan Devletler Topluluğu’nda herhangi bir statü kapma sevdasında olmayan fakat Birleşmiş Milletler tarafından kesinlikle tanınmış olan ülkemiz sivil toplum kuruluşlarına engel olunmayacaktır.
Nükleer silahların imhasını ve çevre/doğanın korunmasını savunan sivil toplum kuruluşları ve halk hareketlerini, neoliberalizm karşıtlarını, Occupy Wall Street hareketini ve bu bölgenin öfkelileri olan üniversite ve lise öğrencilerini, köylüleri, işçi sendikalarını, kirliliğe ve yozluğa karşı olan gerçek insanları ve örgütleri, mülteci/göçmen hakları savunucularını, işkenceye, yargısız infazlara, polis şiddetine ve ırkçı hareketlere karşı mücadele edenleri, kadınlara da eşit işe eşit ücret hakkının tanınması için çalışanları ve çokuluslu şirketlerin sebep oldukları hasarların tazmini için savaşanları, tüm bu saydıklarımı Panama’da görmeyi umuyorum.
Geçtiğimiz 17 Aralık’taki duyurular için tüm dünyadan kabul ve Başkan Obama’ya da kendi ülkesinde büyük destek geldi ancak ABD’deki bazı merkezler henüz başlangıcında bu süreci raydan çıkartmak için uğraşacak. Onlar, ABD’nin Latin Amerika ve Karayiplerin bütünüyle olan adil ilişkilerine de karşıdırlar ve yine onlar bu ülkenin bölgemizdeki diğer ülkelerle olan karşılıklı ilişkilerini tehlikeye atmaktadırlar. Sürekli şantajlarla baskı kurmaya çalışmaktadırlar.
Ambargonun kaldırılması adımının uzun ve zorlu olacağının bilincindeyiz ve ABD ve yeryüzündeki iyi niyet sahibi herkesin bu doğrultudaki desteğine, seferberliğine ve kararlılığına, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bundan sonraki toplantısında alacağı ambargoya son verilmesini talep eden kararına, özellikle de Amerikamızın bu yolda tek vücut olmasına ihtiyacımız var.
Saygıdeğer devlet ve hükümet başkanları;
Sevgili arkadaşlar;
Kosta Rika ve Başkan Solis’i başarılı CELAC dönem başkanlığı dolayısıyla kutlarız. Birliğin 2015 yılı boyunca başkanlığını yürütecek olan Ekvator’u ve Başkan Correa’yı memnuniyetle karşılıyor ve tüm gücümüzle destekliyoruz. Çok teşekkür ederim.
Raul Castro Ruz’un 3. “CELAC* Zirvesi”, Belen – Kosta Rika, 28 Ocak 2015
* CELAC (Comunidad de Estados Latinoamericanos y Caribeños): İçerisinde ABD ve Kanada’nın yanısıra Fransa, Hollanda, Danimarka ve İngiltere tarafından yönetilmekte olan “bölge”lerin yer almadığı, 1948’de ABD’nin kıtadaki Sovyet nüfuzunun önünü kesmek bahanesiyle önayak olduğu, Amerika Devletler Örgütü’nün (OAS-Organisation of American States) karşısına, 3 Aralık 2011’de Venezüella’nın başkenti Caracas’ta imzalanan bir deklarasyonla kurulmuş olan, Latin Amerika ve Karayip ülkeleri birliği.
(1) Porto Riko (Puerto Rico), ABD vesayeti altındaki bir bölge ülkesidir, doğrudan ABD hükümetine bağlıdır (çevirenin notu).
(2) Vaşington’da, İsviçre Büyükelçiliği’nin bir birimi olarak faaliyet göstermekte olan Küba temsilciliği.
(3) Raul Castro bu sorusunda, halihazırda Havana’da İsviçre Büyükelçiliği’nin diplomatik uzantısı olarak, USINT (ABD çıkarları bürosu) adıyla Küba hükümeti aleyhinde propaganda görevini yürütmekte olan ABD diplomatlarının durumunu dile getiriyor.
(4) Obama ve Raul Castro’nun ilk açıklamalarının ardından resmi müzakereler Havana’da başlatılmıştı.
[Küba Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde İngilizcesinden Celil Denktaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.