Ücret düzeyinin düşüklüğü nedenli tüketici kredisine, barınma hakkının olmaması nedenli konut kredilerine, sosyal/özlük hak ve güvence yoksunluğu nedenli bireysel sigortalara yönelten, teşvik eden, borcun dolaşımda olduğu bir ekonomi içinde yaşıyoruz 2011 yılından beri bedelli askerliğin şartları, kapsamı zamanlaması vs bir dizi beklentiyle tebelleş olduk. İlk olarak AKP hükümeti, 2011 yılında 30 yaşından gün alanların, 30 […]
Ücret düzeyinin düşüklüğü nedenli tüketici kredisine, barınma hakkının olmaması nedenli konut kredilerine, sosyal/özlük hak ve güvence yoksunluğu nedenli bireysel sigortalara yönelten, teşvik eden, borcun dolaşımda olduğu bir ekonomi içinde yaşıyoruz
2011 yılından beri bedelli askerliğin şartları, kapsamı zamanlaması vs bir dizi beklentiyle tebelleş olduk. İlk olarak AKP hükümeti, 2011 yılında 30 yaşından gün alanların, 30 bin lira karşılığında bedelli askerlikten faydalanacağı kanunu yayınladı. Daha önceki dövizli askerlik deneyimlerine farkla 21 günlük temel eğitim almayacak ve belirlenmiş yaş kapsamında olan erkek yurttaşlar, 30 bin TL’yi bedelli askerlik şartlarına göre düzenlenen banka kredileriyle ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Çok da lafı uzatmadan söylersek AKP hükümetinin neoliberal programı kapsamında olan bedelli askerlik “sürprizi” 2014 yılı biterken yeniden gündeme geldi. Bu sefer çok daha az paraya (18 bin TL) yapılacak bedelli askerlik için çok fazla sayıda başvuru bekleniyordu. Öyle de oldu, ilk 5 günde yapılan 20 bin küsur başvuruyla devlet kasasına 372.2 milyon TL girmiş oldu. Rızasıyla, iradesiyle, tercihen borçlanmış görülen yurttaşların, katlanmak zorunda kaldıkları sadece ekonomik bedel olmasa gerek. Devlet ve yurttaş ikiliğine kıyasla kurulan alacaklı-borçlu ilişkisinin ekonomik olduğu kadar etik etkileri üzerinde de düşünme gerekliliği doğuyor.
Yakınları, arkadaşları bedelli askerlik yapan biri olarak merak ettiğim “vicdani bir sorumluluk” olarak öğretile gelen, olmadı yurttaş olmanın “zorunlu görevi” olan askerliğe biçilen “maddi bedeli” ödediğimizde bize kalan huzursuzluk. Maurizio Lazzarato, “Borçlandırılmış İnsanın İmali” kitabında tam da bu huzursuzluğun teorisini kaleme almış.
İtalyan filozof, neoliberal ekonominin 1970’li yıllardan beri süren “toplumu yeniden kurma programı”nın yarattığı güç ilişkisine dikkati çekiyor. Lazzarato, inşa edilen alacaklı-borçlu ilişkisinin, bir iktidar ilişkisi olarak çağdaş kapitalizmin en önemli ve evrensel ilişkilerinden biri olduğunu hatırlatıyor. Buna karşın hepimizin hezeyanı olan “Mali kriz yok! Büyüme devam ediyor” gibi yeniden kurma amaçlı yıkıcı arayışlarımıza, borcun büyümeye engel olmadığını; aksine çağdaş ekonominin, itici gücünü oluşturduğunu ifade ediyor. Bir taraftan da “büyüme”nin aslında hiç gerçekleşmeyecek olan bir muamma olduğunu ekliyor. Üretim karşıtlığı olarak tarif ettiği sistemi, “hep fazlanın olduğu yerde eksik olanı üretmeyi” üstüne alarak “büyüme”yi gerçekleşmeyecek ve dahası gerçekleşebilir olmayan bir mutluluk vaadine dayandırıyor.[1]
Lazzarato bunun üzerine borcun bir ekonomisi olduğunu vurguluyor. Borçlu insan üretimini gerektiren bir yaşam tarzının oluştuğuna göndermede bulunuyor. Filozofa göre, borçlu insanın bir yaşam disiplinine haiz bir özgüllükle kendi üstünde çalışması, kendisiyle daimi bir müzakere içinde olması borç ekonomisinin etrafına devşirdiği iktidar bloğunu yapılandırıyor.
Bedelli askerlik için sözü açmış olsak da tüm bir hayatımızı neredeyse planlama, düzenleme gayretiyle borçlanarak mülk, güvence edimi içindeyiz. Borçlu olmakla yönetiliyor olmanın birbirini düğümleyen bağı, en genel iktidar ilişkisinin kurulmasına kaynaklık ediyor. Peki, ne oluyor da, sürekli borçlanarak yaşamak zorunda olduğumuz ve geleceğe ertelediğimiz bir “şimdimiz” var. Hepimizin malumu olan ücret düzeyinin düşüklüğü nedenli tüketici kredisine, barınma hakkının olmaması nedenli konut kredilerine, sosyal/özlük hak ve güvence yoksunluğu nedenli bireysel sigortalara yönelten, teşvik eden, borcun dolaşımda olduğu bir ekonomi içinde yaşıyoruz.
Lazzarato’nun analizinde borç, yalnızca ekonomik bir aygıt değil. Borç, borçluyu uyumlu öznellikler, yaşam biçimi ve çalışma ahlakından farklı ancak onu tamamlayan moral değerler geliştirmek zorunda bırakan; böylece de onu denetleyen bir kapitalist ilişki uğrağı olarak tanımlıyor. Borcun geri ödenmesi için borçludan katlanması ya da uyumlaşması gerekli bir öznellik bekleyen bu sürecin etik-politik niteliği, radikal bir eleştiriye tutuluyor.
Bir yönüyle borçlunun mülk ya da teminat edinerek, kendini özgür ya da geleceğini güvenli hissettiği duygusu, borcunu ödemeye uygun bir yaşam tarzı geliştirmesiyle koşullanıyor. Bu durumun toplumsal bir tabiiyet yarattığını söyleyen Lazzarato, yönetilenlerin, bir başka adıyla borçluların davranışlarının belirsizliğinin azalmasının, hükümetin bir güvenlik stratejisi de olduğunun altını çiziyor.
Kitabın, genel olarak sosyal hizmet mekanizmalarının özelleştiği, sosyal politikaların ticarileştiği borç ekonomisine karşı biz borçlulara bir önerisi var: Borçlular olarak borcun iptaline yönelik kolektif eylem ve düşünce kapasitemizi genişletecek kalkışmalarda ısrarcı olmamız ve borcun iptali için kavga etmemiz. Lazzarato’nun çağdaş kapitalist sistemin kırılma noktalarına işaret eden bu yaklaşımı, devletin, kapitalist iktidar ilişkilerinin yeniden küresel olarak yapılandırılması sürecinde aldığı etkin rolü, yeniden hatırlatmaktan çok daha başka bir iddia taşıyor. Daha açık ifade edersek, sermayenin kendisini gerçekleştirmesi esnasındaki krizleri, riskleri beklemekten ziyade borçluların, yönetilenlerin, oyun bozucu pratiklerini cesaretlendiren, siyasal olarak önlerini açan bir teori tartışması veriyor. Bu anlamda Lazzarato analizi için naif bir çıkarım olacaksa da borçlandırılmış olduğumuz, imal edilmiş tüm yaşam alanlarımızı, borç ekonomisinin ürettiği etikten ve hepimizi hapsettiği yıkıcı ve ziyankâr ilişkilerden koparacak başka bir “şimdiyi” örgütlemek, fazla ileri gitmiş olmadan (!) söylenebilir.
[1] Maurizio Lazzarato. Borçlandırılmış İnsanın İmali. Çev. Murat Erşen. İstanbul: Açılım Kitap. 2014, s. 133.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.