Ayvalıtaşlarla röportaj videosunu annem izledi diye sevinmiştim. “Bu sefer anlayacak” demiştim. Başlığa da biraz annem gibiler anlasın diye Fadime Ayvalıtaş’ın sözünü çıkarmıştım: “Önce biz anaları öldürsünler.”
Annemi aradım. Anlamadı. “Artık oy verme onlara” dedim. “Mehmet’in annesini öldürdüler” dedim. Anlamadı. “Ben bugün dişçiye gittim. Hiç sıra beklemedim. İyi şeyler de yapıyorlar” dedi. “Anne beni hayal etme o çok ağır olur ama çok yakın birisinin öldüğünü değil öldürüldüğünü düşün” dedim. “Dayanmak kolay mı?” diye sordum. Anlamadı. Öyle olunca üstüne gittim. “Beni de öldürürlerse bir gün” dedim, “Sorumlu sen olmaz mısın biraz?” diye sordum. “Anne ne olur artık onlara oy verme” diye ağladım. Anlamadı.
“Ben seni zaten kaybettim, her gece ağlıyorum” dedi. “Mehmet’in annesi kadar büyük mü acın?” diye sordum. Anlamadı. AKP, yalnızca insanları öldürmüyor, onların hislerini, değerlerini de öldürüyor. Her gün 5 kadını öldürürken, (ki bu hesaplamalar Fadime Ayvalıtaş gibi kahırla öldürülenleri kapsamıyor) o kadınları bu duruma yabancılaştırıyor. AKP, dişçide sıra beklememenin bir kadının öldürülmesi üzerine söylenebilecek bir durum olduğuna ikna ediyor kadınları.
Ayvalıtaşlarla röportaj videosunu annem izledi diye sevinmiştim. “Bu sefer anlayacak” demiştim. Başlığa da biraz annem gibiler anlasın diye Fadime Ayvalıtaş’ın sözünü çıkarmıştım: “Önce biz anaları öldürsünler.”
Fadime Ayvalıtaş çok politik, çok mantıklı, çok duygusal bir kadındı. Herkesi ikna edebilirdi bence. O yüzden herkes, annem de izlesin istemiştim. “Başbakan analar ağlamasın, diyor ama sizin ağladığınızı duyuyor mu?” diye sormuştum, montajlanmış videoda biraz kesik bu kısmı. Fadime Ayvalıtaş “Analar ağlamaz. Ama önce anaları öldürüp, sonra çocukları öldürürlerse…” diye mantık kurmuştu. Anneler ancak o zaman ağlamazdı. Onun için bir noktalama işareti “ağlamak” dediğin kelime. Gezi’de yitirdiklerimizin anneleriyle bir araya geldiği zamanı sorduğumda verdiği yanıttan çıkardım. “Bir araya geldiğimizde herkes kendi kuzusunun iyi bi’şeysini anlatıyor” diye anlatırken bir virgül koyar gibi tonluyordu: “Arada ağlıyok.”
Anneme de anlatmıştım bir gün Fadime Ayvalıtaş’ı. “Acısını yaşayamıyordu o evde. Çünkü bize çay, kısır, patates salatası getiriyordu. Ben yerin dibine girmek istedim o getirdikçe. Kadınlar acılarını özgürce yaşayamıyorlar” demiştim. Acılarını kısıra katıyorlar, patates salatasına katıyorlardı. Annemin anlar gibi olduğunu hissetmiştim. Ama sonra demişti ki “Ben de izleyince sen artık anlarsın diye düşünmüştüm, bak annelerin canı nasıl yanıyor.” Yok anlamamıştı. Fadime Ayvalıtaş bile anlatamamıştı. Annem, anneler üzüldüğü için benim “olaylara karışmamam” gerektiği sonucunu çıkarmıştı. Oysa benim anladığım Fadime Ayvalıtaş kahrıyla, mücadeleye sarılıyor, annelerin de sokakta olması gerektiğini gösteriyordu.
Halbuki o gün anneme, Ayvalıtaşların evinden ayrılırken Fadime Ayvalıtaş’ın ellerimden sımsıkı tutup, hayatım boyunca unutmak istemediğim duasını da iletmiştim: “Allah sizin annenize sizin acınızı yaşatmasın.”
Şaşmamalı bu yüzden, “Berkin Elvan uyandı mı?” videosunda “Berkin Elvan’ı tanıyor musunuz?” diye sorulan AKP’lilerin vicdansızca “Onu bilmiyorum, başörtülü kardeşlerimizin üniversiteye giremediğini biliyorum” diye yanıtlamasına. Berkin Elvan bile anlatamamıştı onlara. Çünkü dişçide sıraya girmiyorlardı. Yetmez mi? Üstelik başörtülü kardeşleri üniversiteye giriyordu, Berkin uyurken. Berkin daha liseye gidememişken.
Annem gibi AKP’ye oy verenlerle derdim pek yok da asıl derdim binlerce kişinin polis tarafından yaralandığı Beşiktaş’ta stand açıp seçim çalışması yapanlarla.
Onlar çünkü, “Savaşlarda en çok anneler ölüyor” dediğimizde neyi kastettiğimizi anlamıyor. Sanıyorlar ki anneliği kutsallaştırıyoruz. Yoo, biz kadınlardan söz ediyoruz. Bir gerçeklikten. Kadınların sahiden de ölmesinden. Bu ülkede kadınlar bıçaklanıp, tecavüze uğrayıp veya şu an aklıma getirmek istemediğim çok şekillerde öldürülüyor. Bir de kahırdan ölüyorlar. Ama anne olduklarından değil kadın olduklarından. Acılarını bile yaşama şansları yok çünkü. Çay getirmek “zorundalar.”
Ama çayı koyup, çocuğunu dershaneye bıraktıktan sonra o kadınlar, Medeni’nin de kocaman fotoğrafını alır, Başbakan’dan hesap sorar. Tek başına gider oraya çünkü hepimiz, Medeni için hissettiklerimizi toplayıp gitsek, Başbakan’ın karşısına o kadar büyük bir acı götüremeyiz .
Bir kadın, çocuğunun ölümüne dayanamaz değil. Dayanır. Fadime Ayvalıtaş çocuğu ölmüş ilk anne değil. Ama çocuğu öldürüldükten sonra, o çay koymak zorundayken beklediği telefon gelmezse ölür. Fadime Ayvalıtaş o röportajda iktidar için “Başsağlığını bırak, arayıp ‘gözünaydın’ diyelerdi” diyordu. Bu katillerin ölüye saygısı yok ama kadınlara hiç yok.
Çocuklarına mezar isteyen kadınların cumartesilerine saygıları yok. Roboskili annelerin acılarına saygıları yok. Medeni’nin annesine saygıları yok. Medeni’nin annesi “Çocuğumun katili sizsiniz. Benim oğluma Gezi Parkı’nda kahraman diyorlar. Oğlumun katilini bulun. 5 ay oldu savcılar, polis nerede? Niye benim oğlumun katilini bulmuyorsun?” diye Türkçe konuşsaydı bile kadını anlayamayacaklardı, acısına saygı duymayacaklardı. Kürtçe olduğu için hiç anlamadılar. Ama bilmedikleri bir dil olduğundan değil. Halbuki “Dar hejiroke”ye ağlamak gibi, Medeni’nin annesine ağlamak için Kürtçe bilmek mi lazım?
Sonuç olarak, benim annem aslında neden vicdansızmış gibi davrandı biliyor musunuz? Yüreği olduğu için. (Sadece yüreğini politikleştirememiş.) Annem, benim ölümümü düşündükçe kahrolduğu için, bugün bana vicdansız gibi görünmeyi bile göze aldı.
Anneme not: Ben seni anladım ama sen yine de katillere artık oy verme olmaz mı anne? Hiç değilse acını yaşayabilmek için.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.