Bilim söylendiği gibi tarafsız veya cinsiyet üstü bir alan değil. Kadına verilen toplumsal roller bilim alanında da yıllardır kendisini gösteriyor
Bilim söylendiği gibi tarafsız veya cinsiyet üstü bir alan değil. Kadına verilen toplumsal roller bilim alanında da yıllardır kendisini gösteriyor. Birçok alanda kadın akademisyen sayısı oldukça az çünkü bilim hala erkeklerin tekelinde
Tarih birçok bilim kadınının, erkek egemen bilim dünyasında görmezlikten gelinmesi, çalışmalarının ciddiye alınmaması veya çevrelerindeki erkekler tarafından sahiplenilmesi gibi örneklerle dolu. Tarihteki birçok başarının altında, isimlerini bile duymadığımız birçok bilim kadınının imzası bulunuyor.
Bu durum bugün hala değişmedi. Bugün koşullar daha iyi gibi görünse de kadınların bilimsel alanlardaki sayısı erkeklere oranla çok daha az. Erkek egemen toplumun benimsetmeye çalıştığı, kadın üzerinde doğumundan itibaren kurduğu baskı erkeklerin kadınlardan daha zeki olması gibi yaygın ve yanlış bir yaklaşımın toplumsal cinsiyetçi yanını ortaya koyuyor.
Eve itilen, çalışmaları ciddiye alınmayan, bilimsel kariyerinin zirvesinde bebek doğurarak çalışmalarına ara vermek zorunda kalan, döndüğünde de artık bakması gereken bir çocuğun sorumluluğu ile hayat boyu emek gösterdiği işine daha az verimle devam eden birçok kadın bilim insanı var.
Üstelik eşi de akademisyen olan ailelerde ise eşin bu durumdan hiç etkilenmediği görülüyor. Kadın, eve gelince takip etmesi gereken bilimsel yayınlar dururken, tek başına yemek, temizlik gibi ev işleriyle uğraşmak zorunda kalıyor. Bazen geç saatlere kadar laboratuarda kalması gerekirken “Eve dönüşte başıma bir şey gelir mi?” korkusuyla çalışmalarını aksatan kadınlar var. Kendisi bir fikri sunmadan önce günlerce çalışırken, daha az nitelikteki bilgiyle kendi fikrini kabul ettiren erkek arkadaşları var. Örnekler çoğaltılabilir. Tarihte yaşanmış hikâyelere bakıldığında bugün kadının bilimdeki yeri ve kadının çabalarıyla toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl yıkılmaya çalıştığı daha iyi görülebilir.
Kadının bilim alanından var olma mücadelesi
Bugün Einstein, Newton veya Watson ve Crick’i hepimiz biliriz. Ancak Marie Curie dışında adını duyduğumuz bilim kadını çok azdır.
Kadınların bilim dünyasındaki mücadelesinde bilinen en eski örneklerden biri Hypatia. İskenderiyeli Hypatia (M.S. 370-415) tarihteki ilk kadın matematikçi ve astronomdur. Bilime, bilim insanlarına uzun yıllar ev sahipliği yapmış İskenderiye, Hristiyanlık dininin yayılmasıyla putperestliğin merkezi olarak görülmeye başlar ve bilim insanlarına tehditler yağar. Böyle bir ortamda tırmandırılan
gerginlikler sonucunda Hypatia, kızgın bir kalabalık tarafından istiridye kabuğu ile derisi yüzülerek, sokakta sürüklenerek öldürülür.
Devamında durum değişmemiştir. Örneğin erkeklere ait bilim dünyasına girmek için büyük çabalar harcayan Fransız matematikçi, fizikçi ve yazar Emili du Châtelet (1706-1749) hala Voltaire’in sevgilisi/metresi olarak anılmaktadır.
Emilie isyanını Prusya Kralı Büyük Frederick’e şu sözlerle dile getirir:
Beni meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat beni şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazarın eklentisi olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla, tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan büyük bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak onlar da beşeri zafiyetleri olan insanlardır. Dolayısıyla, tüm faziletlerimin toplamını aldığımda, itiraf etmeliyim ki, kimseden aşağı kalmamaktayım.
Birlikte anıldığı kişi, arkadaşı filozof Voltaire ise Emilie’yi övmek adına sarf ettiği sözlerle adeta zamanın erkek egemen zihniyetinin baskınlığını yansıtır: “Tek eksiği kadın olmak olan büyük bir adam. (a great man whose only fault was being a woman.)”
Yine bir bilim kadını fizikçi Lise Meitner (1878-1968) Berlin Üniversitesi’nde derslere katılmak için dersin hocasından izin istemek durumunda kalır. Dersi veren ise ünlü bilim insanı fizikçi Max Planck. Planck, “Doğanın, kadının mesleğini anne ve ev kadını olarak gösterdiğini ve doğal kanunların ihmal edilmesinin ciddi zararlara yol açacağını” belirtir ve bir kadının derslere katılmasına karşı direnir. Daha sonra Meitner’in başarısını görür ve asistanı olarak onu yanına alır. Ancak Planck’ın cinsiyetçi ve baskıcı tavrı değişmez. Meitner’in erkeklerle aynı laboratuarda çalışmasına izin vermeyerek onu bodrumda geçici bir atölyede tek başına çalıştırır. Karşılığında da herhangi bir maddi yardım sunmaz. Meitner, kendisine gelir sağlamak için bilimsel makaleler yazar. Ancak 1900’lerin Almanya’sında bilim alanında kadınların yayın yapması yasaktır. Bu nedenle yayınlarını Max Planck’ın ismiyle çıkarır.
Daha sonra Meitner, Keiser-Wilhelm Enstitüsü’nde kendisine maaş ödenmeden Otto Hahn ile birlikte çalışmaya başlar. Bu çalışma sonucunda yeni bir elementi keşfeder ancak bütün övgüleri, ödülleri Otto Hahn alır. Sonunda Berlin Üniversitesi’nin ilk kadın profesörü olarak işe başladığında aldığı maaş erkek profesörlerden çok daha az olur. Deneylerinin devamında atomun parçalanmasını yani fisyon olayını bulur. Bunun üzerine 1943 yılında ABD’nin yürüttüğü atom bombası projesine davet edilir. Ancak Meitner, bilime yaptığı bu katkıları askeri amaçlar için kullanmayacağını belirterek bu daveti kabul etmez.
Yapılan bu keşfin mükâfatı yine Otto Hahn’a 1946 yılında Nobel Kimya Ödülü olarak döner. Meitner ancak 1997 yılına gelindiğinde hatırlanır ve bulunan yeni bir elemente onun anısına “Meitnerium” (Mt) adı verilir.
Çift Nobelli Marie Curie ise bilim dünyasının belki de en çok tanınan bilim kadını. Radyoaktivite üzerine çalışmaları bugün tıp, bilgisayar teknolojileri gibi pek çok alanda kullanılıyor. Curie, çalışmaları yüzünden uzun yıllar maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kan kanserine yakalanarak hayata veda eder. Kadınların henüz oy kullanma hakkının bile olmadığı, Fransız Bilimler Akademisi’ne kabullerinin reddedildiği bir dönemde 1903’te Nobel Fizik Ödülü, 1911’de Nobel Kimya Ödülü’nü alarak Nobel ödülü alan ilk kadın ve iki kez alan ilk bilim insanı olarak tarihe geçer. Bilimin halka ait olduğunu savunur ve çalışmalarını patentlemeyi reddeder.
New York’ta bulunan Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın başkanlığını yapan James Watson, “Afrikalıların daha düşük zekalı oldukları” ve “farklı coğrafyalarda evrimleşen insanların zekalarının aynı şekilde geliştiğini düşünmek için mantıklı bir sebep olmadığı” gibi açıklamalarıyla tepki topladı. Irkçı, homofobik ve kadın düşmanı sözleriyle Watson, eleştirilerin hedefi oldu. Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın yönetim kurulu başkanı Bruce Stillman, yönetim kurulunun Watson’un “tüm idari yetkilerinin askıya alınmasına” karar verdi.
Unutulan diğer bir bilim kadını da DNA yapısının asıl buluşçusu Rosalind Franklin. Franklin’in çalışma alanı katı maddeleri X ışınları kırınım yöntemini kullanarak gözlemlemekti. Bu şekilde DNA’nın yapısı hakkında kesin öncelemelerde bulundu. Sonraları bu çalışmayla Nobel Ödülü alacak James Watson ve Francis Crick, Franklin’in çalışmalarını kullanarak hiç deney yapmadan DNA’nın yapısını bulduklarını ilan etti. Ödülü Franklin’in aslında çalışma arkadaşı olan ancak sürekli hocasıymış gibi gösterilen Wilkins ile paylaştı. Franklin uzun süre maruz kaldığı X-ışınları nedeniyle 38 yaşında ölürken Nobel’i alan erkekler hayatları boyunca bu keşif sayesinde birçok bilimsel çalışmada yer aldı. Sonraları evrime getirdiği ırkçı bakış açısı ile tartışmaları üzerinde toplayan Watson, bugün hala Genom Projesi’nin en önemli isimlerinden biri olarak çalışıyor.
Tarımda böcekleri öldürmek için bir zamanlar yoğun biçimde kullanılan DDT’nin (çok zehirli bir böcek öldürücü) zararlı etkilerini ortaya koyan Rachel Karson da yine bilim alanında mücadele vermiş bir kadın. Rachel, bilgisini halkın ve doğanın yararı için kullanan bir bilimci. Şirketlerden aldığı tehditlere rağmen bu kimyasalın zararlarını halka anlatmaktan vazgeçmedi ve yazdığı “Sessiz İlkbahar” kitabıyla toplumda çevre bilincini geliştirdi.
Bilim camiasına kabul
Bilimsel alanda birçok ülkenin kendi oluşturduğu topluluklar var. Kadınlar, uzun ve köklü geçmişlere sahip bu toplulukların hiçbirine 1960’lara kadar bilim insanı olarak kabul edilmedi. Örneğin İngiltere’nin kuruluş tarihi 1660 yılına dayanan Kraliyet Topluluğu (Royal Society) 1945 yılına kadar kadınların kuruma üye olmasına izin vermedi. Sadece 1918 yılında 30 yaşının üzerindeki kadınların oy kullanmalarına izin verildi. 1667’de toplantılardan birine katılmak isteyen ilk kadın Margaret Cavendish ise bütün erkek üyeler tarafından protesto edildi. Bunun üzerine Margaret, üyelerin bu tutumunu alaya aldı ve kadınların bilim insanlarının üye oldukları derneklerden dışlanmalarını eleştirdi.
Başka ülkelerde de bilim kadınlarına karşı benzer yaklaşımlar sergilendi. Bilim kadınlarına, Amerikan Bilimler Akademisi’nin 1925’de, Rusya Ulusal Akademisi’nin 1939’da, Fransa Bilimler Akademisi’nin ise ancak 1962’de kapıları açıldı.
Artık bilim insanları var
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi eski öğretim üyesi Prof. Ahmet Rasim Küçükusta’nın kadın düşmanlığı cinsiyetçi sözlerinde cisimleşiyor. Küçükusta, kadın düşmanlığının yanı sıra homofobik sözleriyle de gündem yarattı. Dilinden ayrımcılık, cinsiyetçilik sözleri düşmeyen Küçükusta şöyle dedi:“Hem bilim insanı hem bilim kadını sözlerinden mustaribim. Hadi, madem bilim insanı var, o zaman ‘bilim hayvanı’ da olmalı diye cinslik yapmayalım ama yarın oğlanlar, lezbiyenler, travestiler, onun bunun çocukları ve daha bilmem kimler ayaklanırlarsa ne olacak? ‘Biz ne bilim adamıyız ne bilim kadını. Biz ‘Bilim lezbiyeniyiz’ veya biz ‘Bilim transseksüeliyiz’ diye herkes kendi terimini yaratırsa kim ne diyebilir?”
Bilimin erkeklerin egemenliğinde olduğunun bir diğer kanıtı ise bilimle uğraşan kişilerin “bilim adamı” olarak adlandırılması. Son yıllarda kadın mücadeleleriyle yaratılan farkındalık sayesinde bilimsel dergilerin çoğunda bu tabir kaldırıldı. Ancak başta, alanında başarılı olarak lanse edilen kadınlar da dahil birçok bilim insanı söylemlerinde değişiklik ihtiyacı hissetmiyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi eski öğretim üyesi Prof. Ahmet Rasim Küçükusta da bu insanlardan biri. Küçükusta “Bilimle uğraşan çok az kadın olduğu için ‘kulak tırmalayıcı’ bilim kadını ifadesinin kullanılmasına gerek olmadığı”nı savunuyor. Sözlerini desteklemek için söyledikleri ise Küçükusta’nın erkek egemen bakış açısını daha iyi yansıtacak nitelikte: “Sadece ülkemizde değil tüm dünyada çok az sayıda bilim kadını var. Mesela, fizikte, kimyada veya tıpta Nobel almış kaç kadın vardır dersiniz? Ya da müzikte, edebiyatta, sosyolojide sivrilmiş, deha, virtüöz seviyesine erişmiş kişilere bakarsanız, bunların içinde de parmakla sayılacak kadar az kadın çıkar.”
Küçükusta, onun cinsinden olanlar yüzünden, kadınların önlerine konulan engellere rağmen bilim yaparak hak ettikleri ödüllerin çevrelerindeki hocaları, kocaları, arkadaşları tarafından sahiplenildiğinin farkında olmasa gerek.
Erkek egemen matematik ağırlıklı bölümler
Bilim söylendiği gibi tarafsız veya cinsiyet üstü değil. Bilim ve felsefe alanının önemli isimlerinden Francis Bacon “Doğa dişil, bilim erildir” diyerek kendisinin ve döneminin kadına bakış açısını özetliyor. Bugün kadınlar açısından durumun daha iyi olduğu söyleniyor. Ancak hala birçok bilim alanında kadın sayısı oldukça az. Bu alanların başında matematik ağırlıklı bölümler geliyor.
ABD’li araştırmacılar ünlü bilim dergisi PNAS‘ta (Proceedings of the National Academy of Sciences) yayımladıkları bir makalede bu durumun sebeplerini sorguluyor. Çalışmalarında bu durum üç başlık altında inceleniyor: Bilimsel dergilere gönderilen makalelerin kabulü, araştırma için hükümetten ya da üniversiteden talep edilen kaynakların kabulü ve işe alım süreçlerinde yaşanan cinsiyetçi yaklaşımlar.
ABD’li araştırmacılar, tezlerini bugüne kadar yapılan ayrımcılığın kanıtlarını ortaya koyarak savunuyor. Araştırmacılar, bilimsel dergilere gönderilen çalışmaların, yazarının kadın olmasına bağlı olarak dergiye kabul oranlarını inceliyor. Sonuç olarak çalışma sahibinin kadın olmasının, bilimsel dergi editörlerinin, editörün kadın veya erkek olması fark etmeksizin, yayını kabul etme ihtimalini düşürdüğünü görüyor. Araştırmaları için bütçe talep eden veya doktora sonrası araştırmacı olarak üniversitelere başvuran kadınların ise kabul edilebilmeleri için erkeklere göre çok daha fazla yayını olması isteniyor.
Toplumsal cinsiyet rolleri, ergenlik çağında kadınların aldığı kararları etkiliyor. Bu etki nedeniyle de matematik ağırlıklı alanlarda kadın sayısı azalıyor. Matematik ağırlıklı alanlar, çalışma saatleri ve yaşam tarzı açısından cinsiyet rollerinin daha çok etkili olduğu alanlar. Kadınlar ergen yaşlarda gelecekte çocuk, ev, yaşlı bakımı gibi üstlenecekleri roller nedeniyle bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bu bölümlerden uzaklaşıyor.
ABD’de bulunan üniversitelerde kadın öğretim üyelerinin doğurmaları engellenerek işten uzaklaşmalarının önüne geçiliyor. Bu nedenle erkek öğretim üyelerinin çocuk sayısı kadınlara göre çok daha fazla. Erkekler bu işleyişten etkilenmiyor ve birçok alanda çok daha şanslı oluyor.
Bilim alanında “Cam tavan etkisi”
TEPAV Araştırmacıları Damla Özdemir ve Dr. Zeynep Esra Tanyıldız tarafından “Türkiye’de Bilim Kadını Olmak; Bilimsel İşgücünde Kadın ve Cam Tavan” başlıklı değerlendirme notlarında yine bu durumların Türkiye ayağı ele alınıyor.
Değerlendirmede, iş dünyasında hiyerarşik bir yapıda çalışanlardan bir grubun, cinsiyet, etnik köken, din gibi çeşitli ayrımcı unsurlar nedeniyle belli bir pozisyonun üstüne terfi edememesi durumu olarak tanımlanan “cam tavan etkisi” nin Türkiye’de akademik alanlarda kadınlar için önemli bir engel oluşturduğu belirtiliyor.
Son on yılda alt akademik pozisyonlarda düzelme olurken üst pozisyonlarda bu eşitsizliğin devam ettiği ifade ediliyor. Çalışmaya göre, profesör statüsünde çalışanların %72’sini erkekler oluştururken ancak %28’ini kadınlar oluşturuyor. 55 yaş ve üstü kadın araştırmacı oranı düşük. Bu, akademik dünyada geçmişten kalan bir erkek egemen yapının varlığını gösteriyor. Bu durumun sebepleri arasında kadınlara uygulanan engel mekanizmalarının yanı sıra toplumsal cinsiyetin tetiklediği kadınların üst mevkilere yükselemeyeceği anlayışı da etkili.
America’nın Princeton Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada ise bugün bile akademide kadına yapılan ayrımcılık açıkça gözler önüne seriliyor. Çalışmada Amerika’nın saygın üniversitelerinde çalışan 100’ün üzerinde profesöre iş başvuru formları gönderiliyor. Profesörlerden formları işe alınabilirlik ve adaya teklif edecekleri maaşlar yönünde değerlendirmeleri isteniyor. Ancak aynı başvuru formları kimi profesöre erkek adıyla kimine ise kadın adıyla gönderiliyor. Eğer cinsiyete dikkat edilmiyorsa hepsinin aynı adaya aynı yaklaşımı göstermesi bekleniyor. Ancak kadın isimli başvurulara açıkça daha az puan verildiği ve daha düşük maaş teklifi sunulduğu görülüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.