Diyarbakır ikiye bölünmüştü: Bir tarafta devletin kuvvetleri diğer tarafta halkın seçtiği Belediye Başkanı, Milletvekilleri ve Diyarbakır’ın Kürt halkı. Olayın bir mitingin çok ötesinde anlamları olduğunun her iki taraf da oldukça farkındaydı Kayapınar Belediyesi, üç tane park yapmış. 13 Temmuz’daki açılışına bizi davet etti. Hopa’dan Halkevciler, Metin Lokumcu’nun ailesi, Kardeşi Mete, Kazım Koyuncu’unun Babası Cavit Amca, […]
Diyarbakır ikiye bölünmüştü: Bir tarafta devletin kuvvetleri diğer tarafta halkın seçtiği Belediye Başkanı, Milletvekilleri ve Diyarbakır’ın Kürt halkı. Olayın bir mitingin çok ötesinde anlamları olduğunun her iki taraf da oldukça farkındaydı
Kayapınar Belediyesi, üç tane park yapmış. 13 Temmuz’daki açılışına bizi davet etti. Hopa’dan Halkevciler, Metin Lokumcu’nun ailesi, Kardeşi Mete, Kazım Koyuncu’unun Babası Cavit Amca, 78’liler Derneği temsilcileri gelmişlerdi. Çünkü parklardan birine 2011 seçim döneminde Bismil’de polis saldırısında gazla öldürülen Halil İbrahim Oruç’un, diğerine Metin Lokumcu’nun adı verilmişti. Halkların kardeşliğinin simgesi olarak. Her iki isim de AKP’nin faşist baskı politikalarına direnirken öldürülmüştü. Kitle de bunun farkındaydı ve konuşmacıların AKP karşıtı vurgularından oldukça etkileniyorlardı ve tamamı faşizme ve AKP’ye karşı sloganlar kitlesel atılıyordu. Kürt halkında bir süredir AKP politikalarına karşı büyüyen güvensizlik havası açılıştaki kitlede de açıkça kendini gösteriyordu. Özellikle liberaller tarafından Kürt Sorununun çözümü konusunda AKP’ye atfedilen olumlu havanın kırıldığı halkın Tayyip Erdoğan’a dair attıkları sloganlarda görülüyordu. Park açılışları aynı zamanda kardeşliğin eşitlik, özgürlük ve sosyalizm için mücadele edenler tarafından kurulacağının da simgesi oldu. Açılışta kalabalık bir kitle bizi coşkuyla bağrına bastı. Ertesi gün mitingde buluşmak üzere ayrıldık.
BDP’nin 14 Temmuz’da düzenlemek istediği Miting Valilik tarafından ‘olaylar çıkacak’ gerekçesiyle yasaklanmıştı ve yasaklandığı için ‘olaylar’ çıktı. BDP Eşbaşkanları ve tüm milletvekillerinin miting alanına gitmeleri engellendi. Miting alanı olarak ilan edilen İstasyon Meydanı polis ablukasına alındı. İl dışından da getirilen çok sayıda polis takviyesi ile, toplanmaya çalışan kitle gaz bombardımanına tutularak dağıtıldı. Milletvekilleri tartaklandı, Pervin Buldan ağır olmak üzere birçoğu yaralandı.
Mahallelerden çıkmalarına izin verilmeyen halk ile polis arasında çatışmalar yaşandı. Polis başta gaz bombaları ve tazyikli su (serinletmemesi için olacak içine boya ve yakıcı bir karışım eklenmiş) olmak üzere çeşitli silahlarla halkın toplanmasını engelledi. Yaşanan manzara ibret vericiydi. Diyarbakır ikiye bölünmüştü: Bir tarafta devletin kuvvetleri diğer tarafta halkın seçtiği Belediye Başkanı, Milletvekilleri ve Diyarbakır’ın Kürt halkı. Olayın bir mitingin çok ötesinde anlamları olduğunun her iki taraf da oldukça farkındaydı.
Biz de yaşananlara tanıklık ettik. Polisin Diyarbakırlılara nasıl düşman taraf olarak baktığını gördük. Gözleri önünde vekilleri tartaklanırken halkın duyduğu öfkeyi gördük. Yediden yetmişe Tayyip Erdoğan’a yağdırılan protesto ve lanetlemeleri gördük. BDP İl Binasından çıkan milletvekillerinin önüne barikat kurmuş, kendileriyle itişirken kaskları ve zırhları içinde kan ter içinde baygınlık geçirmek üzere olan çevik polislerine, serinlemesi için su veren BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak’ı gördük. 14 Temmuz’da Diyarbakır’da baskıyı, şiddeti, direnişi ve insanlığı bir arada gördük. Bütün Diyarbakır’ın 45 derecede gaz kokusuyla boğulduğunu gördük. Tüm kepenkler kapalıyken evlerden sokaktakilere soğuk su servisi yapılıyordu. Bağlardan, Şehitlikten caddelere çıkan her sokak başı polisler tarafından tutulmuş, sokak içlerinden çıkmaya çalışan başını çocukların çektiği gruplarla çatışıyordu. Bir tarafta çıplak eller ve taşlar diğer tarafta gaz bombası, plastik mermi, tazyikli su ve zırhlı araçlar.
14 Temmuz’da AKP’nin Diyarbakır’da otoritesini halka gösterdiğini gördük. Ama bu otorite bir işgal kuvvetinin otoritesiydi. Sadece baskı ve şiddetle kurulabilen.
Miting ile ilgili gerek Başbakan’ın gerekse de İçişleri Bakanı’nın açıklamaları AKP’nin Kürt Sorunu’na nasıl bir çözüm öngördüklerinin yansımasıydı. KCK operasyonları, gerillayı askeri yöntemlerle yok etme stratejisi, yasal Kürt siyaset kanallarını tıkayarak siyaseten etkisizleştirme gibi tutumları MHP’den de destek görmeye başladı. MHP’nin bir kez daha ‘fikri’ iktidarda. 12 Eylül’de de iktidarda olan bu ‘fikrin’ Kürt Sorununa çözümü bastırma, teslim alma ve ‘çözme’ ekseninde dönüp dolaşacağı ortada. İdris Naim Şahin’in ‘zavallılar’ nitelemesi bu döngünün kıskacına hapsettiğini düşünmesinden ileri geliyor olabilir. İçişleri Bakanı’nın sarfettiği cümleleri dil sürçmesi olarak değil, bir siyasetin dışa vurumu olarak görmekte siyaseten sayısız fayda var. Bir yandan Suriye’ye “demokrasi, özgürlük getirmeye” çalışırken içerde Kürtlere reva görülenlere bakılırsa Recep Tayyip Erdoğan ya emperyalistlere çok güveniyor ya da Kürt siyasetinin kitleleri seferber etmesini engelleyebileceğine çok güveniyor.
Yaşananlara bakılırsa Diyarbakır daha çok olaylara gebe; çünkü AKP, iktidarını zor ve şiddet yoluyla sağlamaya çalışıyor. Geçtiğimiz Newroz’un yasaklamaya ve her türden engellemelere rağmen yüz binlerce insanın katılımıyla, barikatların aşılıp kutlanmasının rövanşını 14 Temmuz’da almaya çalıştılar. Kitlenin toplanmasını engellemeyi başarmış olmalarından olacak polis amirleri muzaffer komutan edasıyla ortalıkta dolaşıyorlardı. Hale bakılırsa baskı ve şiddetin işe yarayacağını düşünmekteler ve bu yöntemleri ilerletecekler. Artık her mitingin her kitlesel eylemin benzer yöntemle karşılanacağı büyük bir olasılık. AKP bu yöntemle daha ne kadar ‘başarılı’ olabilir, Diyarbakır halkı ne kadar buna tahammül eder, Kürt siyaseti bu politika karşısında hangi taktikleri üretir onu göreceğiz. Ancak kesin bir şey varsa o da AKP’nin baskı politikalarına karşı güçlü bir direnme potansiyeli ve deneyimine sahip Kürt halkının direnişinin şiddetli olacağıdır.
* Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı