Yaşamakta olduğumuz bu zaman diliminde dünya halklarına yönelmiş en büyük tehdit, ABD öncülüğündeki emperyal ülkelerin “bombalı demokrasi ihracına” dayalı politikalarıdır. Evet, nükleer silahların varlığı bile bu “bombalı demokrasi ihracı” kadar tehlikeli değildir kanımca. Zira nükleer silah barındıran hangi ülke olursa olsun bu silahını kullanabilmesi o kadar kolay değildir günümüzde. Buna karşı çıkacak nice ülke vardır […]
Yaşamakta olduğumuz bu zaman diliminde dünya halklarına yönelmiş en büyük tehdit, ABD öncülüğündeki emperyal ülkelerin “bombalı demokrasi ihracına” dayalı politikalarıdır.
Evet, nükleer silahların varlığı bile bu “bombalı demokrasi ihracı” kadar tehlikeli değildir kanımca. Zira nükleer silah barındıran hangi ülke olursa olsun bu silahını kullanabilmesi o kadar kolay değildir günümüzde. Buna karşı çıkacak nice ülke vardır şu yeryüzünde. Lakin en etkili silahtan daha etkili bir şekilde kullanılan bu ‘demokrasi ihracı’ politikası, tek düzen bir demokrasinin olmadığı şu gezegende, ABD ile uyuşmayan her ülkeyi, yönetim anlayışı ne olursa olsun, potansiyel saldırılacak ülke adayı yapmaktadır.
Saldırılacak ülke adayı yapmaktadır çünkü demokrasinin çeşitlilik gösterdiği günümüzde “Hangi demokrasi?”, “Nasıl bir demokrasi?”, “Kime göre demokrasi?” gibi soruların cevapları havada kaldığından tek kıstas ABD’ye yakınlık ya da uzaklık ve tek karar mercii ABD olmaktadır. Demokrasinin bir yönetim biçimi olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, “yönetim biçimi beğenilmeyen her ülke” (Siz bunu ABD yandaşı olmayan her ülke diye de okuyabilirsiniz elbette) işgal edilmekle karşı karşıyadır açıkçası. Zira manipülasyonun had safhada yapılabildiği böyle bir zamanda, böylesine “insani bir amaç” için bombaların patlamasını, kanın akmasını ve milyonlarca insanın ölmesini “normalmiş” gibi karşılayan, bunları kanıksayan insanların çoğunlukta bulunduğu bir dünyada ve bir ülkede yaşıyoruz yazık ki. Böyle olmasaydı şayet, canlı bir maçı seyrettirir gibi Irak işgalini bize seyrettirebilirler miydi? Ya da NATO bombalarının Libya topraklarında patlamasına alkış tutar mıydık? Diktatör de olsa, Kaddafi’nin insanlığa sığmaz bir biçimde linç edilmesine bir tepki koymaz mıydık? Ya da halihazırda bugün bile aynı bombaların kapı komşumuz Suriye’de patlaması için “çığırtkanlık” yapar mıydık?
Hele hele bunca bombanın patlatılması, bunca kanın akıtılması, bunca insanın katledilmesi, güya onlara “özgürlük” getirmek adına yapılınca tiksintim ve öfkem ayyuka çıkıyor açıkçası. Zira bilirim ki hiçbir özgürlük, bir ülkeye başka bir ülkeyi işgal etme hakkı vermez. Ve hiçbir özgürlük, herhangi bir halkın yönetim anlayışını başka ülkelerin başındakilerine belirleme yetkisi tanımaz. Böyle bir “özgürlük” güçlünün borazanını öttürdüğü, zayıfın yaşama hakkının elinden alındığı vahşi doğadaki hayvanlar âleminde olur ancak. Hele hele başına hangi sıfat konulursa konulsun, kimi solcuların buna alkış tuttuğunu, savunduğunu ya da duyarsız kaldığını görünce sol yanıma hançerler saplanıyor adeta. Çünkü bütün dünya halklarını tehdit eden böyle bir politikaya prim tanımanın sadece günümüzü değil, “devrim düşlerimizi” de kendi ellerimizle dinamitlemek anlamına geldiğini düşünmekteyim ben. Hiç de abartmıyorum. ABD yandaşı olmayan Küba, Kuzey Kore, Venezüella gibi ülkeler başta olmak üzere ABD’ye eyvallah demeyen birçok ülkeyi ateş çemberinin içine attığımız gibi, kendi “devrim düşlerimizi” de katlediyoruz bu tutumumuzla. Tabi böyle bir düşümüz varsa hala…
ABD’nin bu politikalarının, olası sosyalist devrimleri de bugünden katletmek anlamına geldiği aşikârdır. Bu bağlamda kendini solda gören ve bütün olumsuzluklara rağmen “gelecek düşü”, “farklı bir dünya hayali” kuran ve devrimlere daha elveda demeyen hiçbir bireyin, çevrenin, yapının ya da kurumun ABD’nin bu politikalarına prim tanıma, duyarsız kalma hakkının olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla, “diktatör gördüğünüz mü ya da ABD mi?” diye sıkıştırılacak kadar basit değildir seçimimiz. Bulunduğumuz yere göre bazı çıkarımlarda bulunup “çok geri ve totaliter gördüğümüz” başka ülkelerin halklarına karışma, zorla onlara “mutluluk dağıtma” hakkımızın olmadığına; halkların kendi kaderlerini tayin etme haklarına saygı duymanın her zaman ve her yerde savunmamız gereken ana ilke olduğuna inanıyorum. Savaşların ve işgallerin en çok masum çocukları vurduğunu biliyorum. Toplumun vicdanı olması gereken yürekleri solda atan bireylerin dünyanın bütün çocuklarına karşı olan sorumlulukları ve vicdani borçları gereği dünyanın neresinde olursa olsun savaşlara, işgallere, ABD’ye ve ABD’nin bombalı demokrasilerine yüksek sesle hayır demeleri gerektiğine inanıyorum. Bu inançla ben bir kez daha, hangi kisve altında yapılırsa yapılsın işgallere, ABD’ye ve ABD’nin kanlı demokrasisine hayır diyorum.