Kapitalist üretim bir yandan yaşamı zorunlu olarak toplumsallaştırırken diğer yandan bireyciliği ve kaderciliği dayatmaktadır. Teknolojinin, hızlı ulaşım ve iletişim olanaklarının bunca ilerlediği ve dünyanın adeta bir kasaba halini aldığı bir çağda insanlara giderek daha fazla ilkellik dayatılmaktadır. Herkese yetecek kadar yiyecek vardır ama aynı anda açlar vardır. Son buluş tedavi yöntemleri vardır ama insanlar bunlara […]
Kapitalist üretim bir yandan yaşamı zorunlu olarak toplumsallaştırırken diğer yandan bireyciliği ve kaderciliği dayatmaktadır. Teknolojinin, hızlı ulaşım ve iletişim olanaklarının bunca ilerlediği ve dünyanın adeta bir kasaba halini aldığı bir çağda insanlara giderek daha fazla ilkellik dayatılmaktadır. Herkese yetecek kadar yiyecek vardır ama aynı anda açlar vardır. Son buluş tedavi yöntemleri vardır ama insanlar bunlara erişememekte, en basit hastalıklardan hayatını kaybetmektedir. İletişim ve ulaşım olanakları baş döndürücü bir noktaya varmışken insanlar büyük bir yalnızlık yaşamaktadır. Kapitalizm, kurallarıyla, ahlakıyla, kültürüyle, hırsıyla, savaşkanlığıyla; insanları yalnızlığa, çaresizliğe, sevgisizliğe, yoksulluğa, yoksunluğa, ölüme ve umutsuzluğa mahkûm eder.
Tüm umutların paraya çevrildiği neoliberal çağda kapitalizm, alet çantasına dinci gericiliği ve hurafeyi de dâhil etmiştir. Kapitalist çağın başlangıcında toprağa zincirlenmiş emeğin serbestleşmesi için karşısına aldığı dinci gericilik ve hurafeyi şimdi emeğin köleleştirilmesi için hizmetine almaktadır. Halkın hakları, el konulup piyasa malı haline getirilirken, dinci ideoloji ve sadaka sistemiyle de sistemin sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla umut ve mücadele yerini çaresizlik, insaf, sadaka ve dilenmeye bırakmaktadır.
Çaresizlik, çözümsüzlük ve umutsuzluk bir insanın karşılaşabileceği en ağır durumdur herhalde.
Bazen bir insanın hayatını sürdürebilmesi olanaksız gibi görünürken, bazen de olanaklara erişim şansı ortadan kaldırılmıştır. Bazen bir baba ailesinin geçimini, mutluluğunu sağlayamaz hale gelirken umudunu yitirmeye, çaresizlikten kıvranmaya başlar. Bazen bir anne son nefesinde bile kendisinin değil de geride kalan küçük çocuklarının ne olacaklarının çaresizlini yaşar. Bazen bir baba tedavi ettiremediği çocuğunun acısıyla kıvranır. Bazen kendimize dair, bazen sevdiklerimize dair umutsuzluğa kapılırız. Umudunu yitiren, umudu olmayan insanlar, çaba göstermez, mücadele etmezler. Çaresizleşir, enerjisini yitirir, teslim olurlar. Kapitalizm her gün bunları ve daha yüzlercesini yaşatır insanlara.
Böyle anlarda bir umut olmalı.
Bir annenin, bir babanın çocuklarının geleceğine dair umudu olmalı. Kendi hayatlarına dair umudu olmalı. Bir gencin kendi geleceğine ve mutluluğuna dair umudu olmalı. Bir doktorun hastasına dair, hastanın iyileşmeye dair umudu olmalı. Bir işsizin iş bulmaya, geçimini sağlamaya, bir evsizin ev bulmaya, bir yoksulun karnını doyurmaya, savaş içinde olanların barışa dair bir umutları olmalı. Ki bu umut onlara mücadele etme, istediklerini elde etme arzusu versin.
Devrimciler toplumun umudunu temsil ettikleri, umudu olabildikleri oranda devrime yakındırlar. Bazen bu da çok zorlaştırılmıştır. Kapitalizm her şeyi olanaksız hale getirirken insanlığın kapitalizmle olan çelişkilerini daha da derinleştirir, uzlaşmaz hale getirir. Artık insani olan her şey kapitalizme karşıdır.
Eğitim, ulaşım, su, çevre, barınma, beslenme… bunlar şimdi bugüne dek hiç olmadığı kadar kapitalizmin saldırısı altındadır. İnsanlar bu en temel yaşamsal gereksinimlerinden dahi yoksun bırakılmaktadır. Hâlihazırda başını sokacak bir evi olan, rant için evsiz bırakılmakta, karnı doyabilen insanlar açlıkla yüz yüze kalmakta, doktorun ‘performansı’ hastayı iyileştirmekle değil hastaneye ne kadar para kazandırdığı ile ölçülmekte, emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayanlar artık satamamakta, “Allahın suyu” sermaye haline getirilmekte, işgücünün pazara ulaştırılması dahi kar kaynağı haline getirilmekte vb. vb. Bunlar öyle kurulmuş ve tıkır tıkır çalışan, toplumun rızasını alan bir çevrim olarak işlemiyor tabii ki. İktidar aygıtlarıyla işletiliyor. Baskı mekanizmaları ile eğdirilen boyunlar neredeyse tamamen dinileştirilmiş mekanizmalarla da secdeye vardırılmaktadır. Böylece kapitalizmin günahları sevaba dönüştürülmekte, dayanışma ise kapitalizme karşı işlenmiş günaha. Yoksa Bush’un, Arap krallarının, Hıristiyan Demokratların, Erdoğan’ın dindarlıklarının kaynağı ne İncil’den ne Tevrat’tan ne de Kuran’dan gelmektedir. Onların dindarlıkları başında bulundukları sistemin bekasıyla ilgilidir.
Bu çevrimin kırılmaması için ise umutlar kırılmış olmalı. Kızıldere katliamı bundandır; 12 Eylül darbesi bundandır; faili meçhuller bundandır; ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ bundandır. Halkın umudu kırılmalıdır ki bu çark işleyebilsin. Umut yerini önce çaresizliğe oradan da el açmaya bıraksın. Organ bağışı gibi her insanın tüm insanlar için son anlarında dahi yapacakları bir şeyler olduğunu anlatan, insanların birbirinin umudu olması gerektiğini bilince çıkarabilen bir konuda birçok hurafe üretmenin nedeni budur. Bizim “yaratandan dolayı yaratılanı seven” muktedir zevatın organ bağışına mesafesi bundandır. “Umut etmemeyi öğreneceksiniz.”
Halkevleri, neoliberal yıkıma karşı halkın hakları için mücadeleyi temel bir başlık olarak ele aldığından bu yana ciddi deneyimler biriktirdi. Umutları kırılmış birçok insana umut verildiğinde nasıl bir direniş ve mücadele enerjisinin açığa çıktığını defalarca gözlemledik.
Amatör bir video çekiminden izlemiştim. 2010 yılının bahar aylarında İzmit-Arızlı’da depremzedeler, Valilik emriyle evlerinden atılmaya çalışılıyor. Çevik kuvvet ordusuna karşı direnen yetmişini aşmış Necla teyze öfkeli sesiyle “Vali almış arkasına polisi bürokratları bizi evlerimizden atıyor. Biz de Halkevlerini alacağız arkamıza…” diye bağırıyor.
2010 yılının temmuz ayı, Ankara Yeni Mahalle ilçesine bağlı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halkı bir aydır yıkım ekiplerine karşı direniyor. Belediye Başkanı Halkevi yöneticilerine “Biz evleri boşaltmaya insanlar razı etmiştik, kimisi de boşalttı, ama sizin arkadaşlarınız gelmişler, önderlik etmişler, mahalleli anlaşmaktan vazgeçti” diyerek yakınıyor.
2011 yılının şubatı. Kırk gündür süren, tüm Ankara’nın gündemi olmuş Ankara-Ege mahallesi ulaşım hakkı eylemleri programının parçası olarak mahalle temsilcileriyle birlikte TBMM’ye gidiyoruz. Girişte arama cihazlarında uzun ziyaretçi kuyrukları var, derdine çare arayan insanlar da var aralarında. X-ray cihazından geçerken bizim geldiğimiz istihbaratını önceden almış sivil polis amiri “Halkevleri grubu bu tarafa gelsin” diye iç taraftan seslendi. Tam bu esnada ziyaretçi kuyruğundan bir ses: “Halkevleri! Bize de sahip çıkın işten atıldık” diye diğer ziyaretçilerin şaşkın bakışları arasından yüksek sesle derdini anlatmaya çalışıyordu. Çaresizlik anlarında umut olmak. Halkevleri 79. kuruluş yıldönümü etkinliklerinde bu amacının bir parçası olarak organ bağışına çağırıyor.
Halkevleri organ bağışına şöyle çağırmış: “En umutsuz anları umuda çevirmek bizim elimizde. Bir hayat kurtarmaktan daha güzel bir şey var mıdır? Aydınlık olmak, yürek olmak, mutluluk olmak bir çocuğa, bir anneye, bir babaya, bir sevgiliye… Umutsuzlara umut olmak. Bundan daha büyük bir dava var mıdır yeryüzünde?
Haydi, son anımızda dahi aydınlık olalım, yürek olalım, nefes olalım, mutluluk olalım, aşk olalım, umut olalım, bir sevinç çığlığı olalım.”
Hayatlarının son anında dahi umut olabilenlere aşk olsun!
Sen de UMUT OL!
* Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı