“İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suda yüzen balığa, Toprağını iten çiçeğe, Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…” Ünlü şair Edip Cansever’in sevdiğim şiirlerinden biridir “Mendilimde Kan Sesleri”. İnsanın bulunduğu ortamla etkileşimini ne güzel anlatır. Bu iddianın doğruluğunu tartışmaya açacak değilim ama şunu biliyorum ki; değişen çevre koşulları bir şekilde ruhumuzu da […]
“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suda yüzen balığa,
Toprağını iten çiçeğe,
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…”
Ünlü şair Edip Cansever’in sevdiğim şiirlerinden biridir “Mendilimde Kan Sesleri”. İnsanın bulunduğu ortamla etkileşimini ne güzel anlatır.
Bu iddianın doğruluğunu tartışmaya açacak değilim ama şunu biliyorum ki; değişen çevre koşulları bir şekilde ruhumuzu da etkiliyor.
Anadolu’nun sakin bir beldesinde sessiz ve sakin yaşamın getirdiği ruh dinginliği karşısında İstanbul gibi bir metropolde yaşamanın gerginliği aklıma gelen ilk örnekler.
Yaşamımızı etkileyenler bunlarla sınırlı değil tabi. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 915, yoksulluk sınırı ise 2 bin 389 lirayken, asgari ücretin brüt 729 lira olduğunu düşünmek, mevcut sistemin insan ruhuna olumsuz etkisine en basit gösterge.
1 kilo kıymanın 30 lira olduğunu düşünürsek, Amerikan rüyası ile uyutulan bir toplumun Avrupalılaştırılma teranelerine gülmekten başka bir şey de gelmiyor aklıma. Ancak bu ruh halini kıyma fiyatına bağlayarak açıklamak ta sanırım kolaycılık olacaktır.
Yaşam için en büyük tehlike ise bir sır değildir.
Kapitalizm…
Kapitalizm tüm özellikleri ile insanoğlunu kendine yabancılaştırmayı, kişiliğini deforme etmeyi ve yozlaştırmayı hedefler.
Böylelikle daha çok kar ve daha çok sömürünün zemini hazırlanacaktır.
Aralarındaki meta ilişkileri nedeniyle paramparça olan insanlar, işsizleştirilir, aşsızlaştırılır, eğitimsizleştirilir.
Düzen kendine uygun kafalar dışında muhalif hiçbir arayışa geçit vermeyecektir.
Toplum birbirinden yalıtılmış, korku ve şiddet eğilimli insanlar yaratmıştır.
Hak ihlalleri, kapkaç, tecavüz, töre cinayetleri, okulda, evde, mahallede şiddet…
Haber gündemi sistemin doğurduğu sonuçları göstermekte geç kalmaz…
Manşetler, 3. sayfa haberleri şekillenir:
“Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Hastanesi’ nin temizlik işini yapan taşeron firmada çalışan 7 aylık hamile Fatma Baytar işten çıkartıldı”
Sonuç: (işsizlik ve açlık)
“Çanakkale Kumkale beldesi köy muhtarı Müjdat Balkan, banka kredilerini zamanında ödeyemeyen köylülerin icralık olarak zor günler yaşadıklarını belirterek, ‘Batak Ovası olarak bilinen bölgede yer alan Tevfikiye, Çıplak, Kumkale, Halileli, Yeniköy ve Kalafat köylerinde bulunan 200’e yakın köylü bankalardan almış oldukları tarım kredilerini zamanında ödeyemedikleri için icralık oldu. Bu köylülerin bir kısmı cezaevine girerken, bir kısmı da jandarma ekipleri tarafından yakalanma korkusuyla köyü terk etti.’şeklinde konuştu.”
Sonuç: terk(yalnızlık), korku, işsizlik ve açlık…
“Muğla’nın Fethiye ilçesinde, öğrenim gördüğü dershaneye olan 5 bin TL’lik borcu nedeniyle annesinin cezaevine girmesi üzerine psikolojik bunalıma giren 18 yaşındaki Soner Semih Sipahi, evlerinin balkonundaki çardağa kendini asarak intihar etti.”
“Denizli’de pazarcılık yaparak geçimini sağlayan 5 çocuk, 8 torun sahibi 77 yaşındaki Ayşe Yörük, kendisinden sürekli para isteyen torunları tarafından dövülerek öldürüldü.”
Sonuç. Ölüm (gayrısı var mı?)
Ülkemizde adeta bir “aile kültürü” haline gelen şiddet, çoğu kez kanıksanıyor ve doğal karşılanıyor. Şiddet şiddeti körüklüyor. Ailesinden dayak yiyen kötü muamele gören birey, kendi ailesine de aynı şekilde davranıyor.
Adli mekanizmalardaki hak arayışları genellikle sonuç vermiyor.
Ancak şiddet görenler -ağırlıkla kadınlar- haklarını aramak şöyle dursun bu hakları bilmiyorlar bile. Şiddeti o denli içselleştirilmiş ki, dayağın mutlaka haklılık yönünün olduğu düşünülüyor.
Her yıl 5 bin kadının töre ve namus cinayetleri ile öldürüldüğü bir toplum…
Kocamdır, döver de sever de diyen bir zihniyet…
Her 3 kadından birinin şiddet gördüğü bir toplum…
Sonuç: (‘Karnından sıpa, sırtından sopa eksik edilmesin’ denen, mutsuz kadınlar ve ‘Kocamdır, döver de sever de’ mantığı ile egosu şişirilen erkekler, ayrımcılık, mutsuzluk)
Medyada sıkça yer bulan şiddet haberlerindeki artış ise sürekli yazılıp çizilen, uğruna onlarca televizyon programları yapılan bir illet kisvesi halinde nesilden nesile aktarılmaktan öteye gidemez.
Rakamlar, anketler, doktora tezleri…
Peki ya şiddeti kışkırtan asıl özneyi göz ardı etmek neden?
Kapitalizm, insanlar arasında nefret doğurarak tüm toplum içinde bir savaş üretmektedir. Bu amansız savaş ancak toplumsal mülkiyete dayalı, eşitlikçi bir sistemle son bulacaktır.
Şiddet olgusu ile mücadele etmeyi sürdürürken bu hedef göz ardı edilmemelidir.
Kolay mı? Zor.
Ama yürek umutlu ve kararlı olsun ki çiçeklensin toprak.
İnsan yaşadığı yere o zaman benzesin…