Küba lideri Castro hastalığı nedeniyle görevini kardeşi Raul’a devredince dünyanın bütün liberalleri, serbest piyasacıları birleşip hep bir ağızdan sevinç çığlıkları atmaya, cenaze levazımatçılığı görevlerini hatırlamaya başladılar. Tabii bu grupların içinde bizim anlı şanlı ve kraldan çok kralcı köşe yazarlarımız olmasaydı çok şaşırırdık. Bizi şaşırtmadılar ve kalemlerini acımasızca ve büyük bir iştahla oynattılar. Ne sevinç ve […]
Küba lideri Castro hastalığı nedeniyle görevini kardeşi Raul’a devredince dünyanın bütün liberalleri, serbest piyasacıları birleşip hep bir ağızdan sevinç çığlıkları atmaya, cenaze levazımatçılığı görevlerini hatırlamaya başladılar.
Tabii bu grupların içinde bizim anlı şanlı ve kraldan çok kralcı köşe yazarlarımız olmasaydı çok şaşırırdık. Bizi şaşırtmadılar ve kalemlerini acımasızca ve büyük bir iştahla oynattılar. Ne sevinç ve ne öfke. Sevinçleri Castro’nun ölümünün yaklaştığı beklentisinden, öfkeleri bilmem ki neden?
Bahsettiğimiz Lider Fidel Castro’nun ülkesi Küba haritaya baktığımızda bizim yeni beş kuruşlar kadar bile yer kaplamayan küçük bir ada-ülke. Yüzölçümü 110 bin 861 km2, nüfusu ise 10 milyon civarında olan bu ülkenin öyle zengin petrol yatakları, doğalgaz kaynakları dünyayı etkileyecek oranda zengin yer altı madenleri falan yok. Konvansiyonel ve nükleer silahlanma açısından dünyayı tehdit eden bir durum da arz etmiyor. Dünya ekonomisinde pek bir önemi olmayan şeker kamışı üretimiyle ve yine dünyada belli bir azınlık tarafından tüketilen purolarıyla bilinen mütevazı bir ülke.
Her şeyi paraya ve ticarete endeksleyen bu serbest piyasa tapınıcıları için ilk bakışta hiçbir önemi olmaması gereken Küba ve liderinin bu denli önemsenmesinin eshab-ı mucibesi nedir acaba? Duvarın yıkıldığı tarihten bu yana “işte şimdi öldü” dedikleri, ama düşünsel anlamda ve ideolojik olarak öldüğünden asla emin olamadıkları ve tabii ki öldüremedikleri komünizmin ayakta kalan birkaç örneği arasında en çok göze batan ülke olması mı?
Ya da, süper güç dedikleri ABD’nin hemen yanı başında rejimiyle, ideolojisiyle, ödün vermeyen politikasıyla Küba’nın ve gözünü budaktan, sözünü Bush’tan esirgemeyen lideri Fidel Castro’nun bir türlü teslim alınamaması mı?
Ekonomik değer, yeraltı kaynakları ve silahlanma tehdidi gibi bugün kapitalist dünyanın en çok önem verdiği kavramlar üzerinden baktığımızda hiçbir şekilde dikkate alınmaması gereken Küba’nın bu kadar ciddiye alınmasından anlaşılacağı gibi; egemenler ve onların sözcülüğünü üstlenenlerin aslında hepsinden daha fazla değer verdikleri kavram ideoloji olmasın. Hani devrinin kapandığını
iddia ettikleri “artık öldü” dedikleri ideoloji kavramı. Tabii “öldü” derken esas olarak kastettikleri ideoloji, kendi tapındıkları kapitalizmin ideolojisi değildi. Onlar için ölen daha doğrusu ölmesini istedikleri işçi sınıfının ideolojisiydi, komünizmdi.
Defalarca katıldıkları ve büyük törenlerle uğurladıkları her cenaze töreninden sonra o meşhur hayalet yine karşılarına çıkıyor. Hiçbir düşünce için bu kadar çok sayıda cenaze töreni yapılmamış hiçbir ideoloji için bu kadar çok ölüm ilanı verilmemiştir. Şimdi belki de Fidel Castro’nun ölüm haberinin yakın olma ihtimali üzerine bu kadar çok sevinç çığlığı atmalarının nedeni, bir türlü öldüremedikleri komünizm düşüncesini bir faninin vücudunda hapsederek toprağın altına koyabilecekleri saplantısındandır. Bu akbaba misali ölüm avcılığı her şeyleriyle bağlandıkları ideolojiye çok yakışıyor doğrusu.
Sahte demokrasi aşıklarının bu tavırları aynı zamanda, kapitalizmin tam da kendisi gibi, demokrasi, insan hakları ve benzeri kavramlarla olan ilişkilerinin ne kadar sahte ve ikiyüzlü olduğunu da ortaya koymaktadır. Kendilerinin istemediği ve onlara ters gelen farklı bir rejimin küçük bir adadaki varlığına bile tahammül edememektedirler. Hem de o adadaki yönetimin hani çok önem verdiklerini söyledikleri “insanlık” için bir tehdit oluşturmadığı ortadayken.
Hadi diyelim ki; “Saddam, Hizbullah, Taliban; terörü besleyip dünya ve insanlık için tehdit oluşturuyorlardı ve yok edilmeleri gerekiyordu”. Saddam sonrası ölen insanların, öksüz, yetim kalan çocukların sayısı önceki dönemi çoktan aşmış, yakılan yıkılan evlerin, yağmalanan müzelerin, dükkanların haddi hesabı yokken veya İsrail’in bombalarıyla yok olan yuvaların, sönen ocakların sayısı şimdiden bahane ettikleri terörün sebep olduğu kayıpları kat kat geçerken bu da çok anlamsız ya…
Soyadı Uluengin olan Hadi birisi de Fidel’in ölümünü, Küba’da on yıl önce gidip gözleriyle gördüğü fuhuş yapan genç kızların kurtuluşu için istiyormuş.
Bu kaleminin ipi uçkuruna bağlı (y)azar yaşadığı ülke ve benzerleri söz konusu olduğunda çığırından çıkmış fuhuşu ve pornonun her türlüsüne bulanmış yaşamı görmezden geliveriyor. Mesela nedense, sırf dokuz-on iki yaşındaki küçük kız ve oğlan çocuklarıyla seks yapmak için dünyanın dört bir yanındaki hava alanlarından ağzına kadar dolu uçakların sefer yaptığı kapitalist Tayland’dan ve kim olduğunu bile bilmediğinden emin olduğum başkanından veya kralından da rahatsız olmuyor.
Her şey apaçık ortada; dertleri kendilerinden başkalarına yaşam hakkı tanımamak, herkesi kendileri gibi yapmak, kendilerine benzetmek. Kendilerine benzemeyenleri, benzemek istemeyenleri ise yok etmek. Yok edemediklerini etkisizleştirip yoksulluğa mahkum etmek. Aç, susuz bırakmak. Taha Akyol’un “bilgece” önerdiği gibi, onları açlıkla terbiye edip yapacakları birkaç dolarlık yardımlara muhtaç olarak yaşamaya mecbur etmek. Kölelerinin köle olarak kalmaya devam ederek, efendilerin insafı altında minnet duygularıyla yaşamalarını onaylatmak. İstedikleri de bu önerdikleri de.
Ama Fidel Castro ölüp de “o” sistemi ve ideolojiyi yok ettiklerinden emin olsalar, bilinmez belki de resimlerini birkaç yıl sonra aç insanlara yardım kampanyaları için gönderdikleri colaların kapaklarına bile basarlar.
DİSK Birleşik Metal İş Sendikası Eğitim Uzmanı Gökhan Düren