2003 yılı George W. Bush’un dünyaya damgasını vurduğu yıl oldu. 2004 başlarkan belki de bunu kutlamaktaydı. Ama aslında 2003 Bush, ABD ve dünya için bir felaket yılı oldu. Bush’un göstermeye çalıştığı şey ABD’nin dünyaya kendi gücünü tek yanlı olarak kanıtlayabileceği, bunu askeri olarak başaracağı ve böylece dünyadaki ekonomik ve siyasi konumunu güçlendireceğiydi. ABD (saygı görmese […]
2003 yılı George W. Bush’un dünyaya damgasını vurduğu yıl oldu. 2004 başlarkan belki de bunu kutlamaktaydı. Ama aslında 2003 Bush, ABD ve dünya için bir felaket yılı oldu. Bush’un göstermeye çalıştığı şey ABD’nin dünyaya kendi gücünü tek yanlı olarak kanıtlayabileceği, bunu askeri olarak başaracağı ve böylece dünyadaki ekonomik ve siyasi konumunu güçlendireceğiydi. ABD (saygı görmese de en azından dost ve düşmanları tarafından korkulan) bir süper güç olduğunu gösterecekti. Başardı mı peki? Sanmıyorum.
Gelin geçen yılın olaylarına Bush’un bakış açısından bakalım. Yıl bir dereceye kadar kötü başladı. ABD Şubat’da BM Güvenlik Konsey’i yoluyla Irak’da savaş için uluslararası meşrutiyet aradı. Yoğun lobiye, başkanın doğrudan tekrar tekrar yaptığı telefon görüşmelerine rağmen böyle bir karar için (onbeşte) dört oydan fazlasını garantileyemedi ve sonuçta karar taslağını geri çekti. Mart’da ABD Irak’ı “gönüllü bir koalisyon” ile (özellikle Büyük Britanya, Avusturalya ve Polonya) yine de işgal etti. Son dakikada Türkiye, önerilen büyük miktardaki mali rüşvete rağmen, işgalde rol almayı kabul etmedi.
Buna rağmen askeri harekat hızlıydı ve Mayıs’da ABD az ya da çok tüm Irak’ı işgal etti. Bush görevin “başarıldığını” dünyaya duyurdu. Ama bunu der demez gerilla savaşı başladı ve o zamandan beri de büyüyor. Görev “başarıldıktan” sonra savaşın ilk safhasında olduğundan daha fazla Amerikan askeri ölmekte ve daha da fazlası yaralanmakta. Ve yıl bittiğinde ABD silahlı kuvvetleri kayıp oranının azalacağına arttığını kabul ettiler. ABD diğer ülkelerin birlik göndermelerini sağlamak için çok çaba harcasa da başarı oranı son derece sınırlı kaldı. Bunun sonucunda ABD kendi birliklerinin sayısını henüz azaltamadı.
Aralık ayı parlak bir yarı-askeri başarı getirdi: Saddam Hüseyin’in yakalanması. ABD işgal güçlerinin başı Paul Bremer “Bayanlar, baylar onu yakaladık” diye duyurdu. Gerçekten de öyle. Ama bu zaten çocukça bir saklambaç oyunuydu ve Hüseyin’in yakalanışının ABD için sorunların çözümü olacağı açık değil. Bunun bir psikolojik destek olduğuna kuşku yok, özellikle de ABD içinde. Ama ABD işgaline karşı olan direnişi azalttı mı? Bazı Baas destekçilerininin şevkini kırmış olabilir ama bunun kanıtlanmaya ihtiyacı var. Fakat diğer yandan aslında Hüseyin’in dönüşünden korktukları için ABD ile savaşmada tereddüt eden Iraklıları serbest bırakmış oldu. Herşey bir yana Irak milliyeçiliği Saddam Hüseyin’e bağlı değil. Ne olursa olsun, Aralık’ın son haftası işgal güçleri üzerine şiddetli saldırılarda önemli bir artışı gösterdi.
Bush dünya ekonomik ve politik cephesinde ne kadar başarılıydı? Ekonomik olarak savaş dünya çapında ekonomik büyümeyi arttırarak Bağdat-desteği denen şeyin gerçekleşmesini sağladı. Bu büyük ölçüde ABD’nin askeri Keynesciliğinin sonucuydu. Ama bunun farkedilmesi gereken iki olumsuz yönü var. Ekonomik büyüme büyük ölçüde zenginlere yaradı. Ne ABD’de ne de başka yerde işsizliği azalttı. Ne de çalışan tabakanın gerçek gelirinde bir artışa neden oldu. Yani bunun efektif talep üzerindeki uzun dönem etkisi kuşkulu. Ve daha da önemlisi dolar hızla düşüyor.
Doların düşüşü kuşkusuz Bush için çok kısa dönemde (yani 2004 seçim yılında) bir ekonomik artı. ABD ihracatından bir artışa ve dış borcun azalmasına izin veriyor. İşsizlikteki yeni bir artışı durduradabilir. Ama sonunda güçlü dolar güçlü bir politik ve ekonomik araç ve ABD uzun süre zayıf bir doları kaldıramaz. Ama bunu tersine cevirecek bir şey yapabilir mi? Dış hesaplardaki açığı kapatmak için ABD her ay devlet bonosu satarak borç alıyor. 2003’e kadar artan açığı kapatacak ve sonuçta Amerikan şirketlerine ve zengin vatandaşlarına inanılmaz paralar aktaracak kadar bono satmayı başardı.
Ama dolar ciddi ölçüde değer kaybederken, dünyanın geri kalanı değerleri giderek düşen bu bonoları satın almak için para dökmeye devamda tereddüt etmeye başladılar. Bu da Amerikan Hazine Bakanlığı için bir açmaz yaratıyor. Ve durum tam ani bir felaketten Doğu Asya hükümetlerinin (ve özellikle de Çin’in) ABD hazine bonosu almaya devam etme kararı almasıyla kurtuldu. Çin (ve Japonya ile Güney Kore) bunu tabii ki kendi çıkarları için yapıyorlar. Ama dolar üzerine yatırımları kendilerini de riske sokuyor. Yakında bunun kendi kaynakları üzerinde yarattığı tehlikeler getirdiği avantajlardan daha ağır basabilir. Neyse, ABD şimdi kendi ekonomik sağlığı için, tam aksi olması beklenirken, bu ülkelere dayanmakta. Bu hiç de ekonomik olarak güçlülük konumu değil. Ve bu arada ABD, dış yatırımcılar için satılığa çıkarılmış durumda. Oysa ABD bunun tam tersi bir durumda olmayı dilerdi.
Politik olarak ise durum daha iyi değil. Irak’da savaş ABD-Avrupa politik ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Fransa, Almanya ve Rusya asi müttefikler olmaktan huzursuz ama sistematik olarak politik rakipler olmaya dönüştüler. ABD’ye karşı çatışmaya girmeden dikkatle davranıyorlar. Bu, bazen ABD’nin önerdikleri ile aynı yolda gitmelerine rağmen artık gerektikleri zaman ABD’nin tarafında olmayacakları anlamına geliyor. Irak’ın borçlarının geri ödenmesi buna bir örnek. James Baker Avrupa ve Doğu Asyalı borç verenlerden Irak’ın kendilerine olan borçlarını iptal etmeleri için söz almış görünüyor. Bu ülkeler borçların ödeneceğinden ümitlerini zaten kesmiş olabilirler ve ayrıntılı görüşmeler gerçekleştiği zaman borçları iptal etmelerinin bedeli olarak Irak ile gelecekteki düzenlemelerde hak isteyebilirler. Baker en büyük kredi sağlayıcı olan Arap ülkelerini, aynısını yapmaları için henüz ikna edebilmiş değil. Irak’ın Kuveyt’i işgalinin itkilerinden birisinin Kuveytte olan borcu ortadan kaldırmak olduğunu unutmamak gerekiyor.
Batı Avrupa’nın artık bir kere daha Amerikan önderliğinin inaçlı takipçisi olmaya hazır olmadığı şimdilerde açıkça söyleniyor. Pek çok politik kişilik, hatta daha muhafazakar olanlar bile, Ortadoğu’da (yalnızca Irak’da değil, Afganistan, İran ve İsrail/Filistin’de de) ABD politikalarının temelde kusurlu olduğuna inanıyorlar. Eğer Pakistan ve Suudi Arabistan’dan birisi ABD’nin elinde patlarsa Avrupa başketlerinin çoğunda, ve hatta doğu Avrupa’da da, Schandenfreude olacak.
Son ama çok önemli başka bir şey de seçim kampanyasının George Bush için çok zor geçecek gibi görünmesi. Seçim kampanyasını ileriye taşımak için şu anda temel olarak deflasyon tehditinin azalması ve Saddam Hüseyin’in yakalanmasına dayanıyor. Ama Bush yanlızca dünyanın geri kalanını kızdırmakla kalmadı. Uykulu Amerikan seçmeninde siyasi katılım isteği doğurdu. Kendisine sadık takipçileri var ama Amerikan nüfusunun büyük bir kesimi için olası en güçlü muhalefeti ayağa kaldırdı. Bu vatansever retoriğe takılmış bazı oyların olacağı kuşkusuz. Ama Bush’un ikinci dönem başkanlığından ciddi şekilde korku duyan ve genelde oy kullanmayan çok sayıda genç, yeşil, siyah ve latinolar bu kez, ve özellikle de Dean için, oy vermeye hazır olacaklar.
2004 yılı Bush’un yılı olmayabilir.