Bugün haklar mücadelesini savunacaksak, “hepimiz birimiz için” diyeceksek bunu insan odaklı, insan bencilliğinin ve narsisizminin ötesinde “insani faydacılıkla” değil, insancıl yararlılık ilkesiyle tüm türlerin birlikte yaşam mücadelesini savunarak yapabiliriz
Sadece kaba güç yetmiyordu. Toplumsal zor/kaba güç, havuç-sopa diyalektiğinin gereği olarak, maddi iktidarlarının yanında ruhani iktidarları gerektiriyordu. Krallar, lordlar ve diğerleri rahipler ve keşişler birlikte yürüyorlardı. Böylece en küçük başkaldırı bile sadece fani dünyada değil, öte dünyada da cezayı bekliyordu. Artıklarına yüzlerce ve hunharca el konulan serfler, köleler ve köylüler böylece çifte cezalandırılmanın korkusuyla yüzlerce yıllık uykuya yatıyorlardı. Uzun sürecek karanlık bu şekilde doğmuş oluyordu.
Balzac
Kapitalist toplum idealini, bireyin zihninde meşru kılan tek yegane kavram “bencilliktir”. Kendini düşünen ve son aşamada narsisizme varan tehlikeli bir üretim-tüketim bencilliği sadece insanı değil tüm canlıları da tehdit ediyor. İnsan, kapitalist toplumun üretim ve tüketim ilişkileri içinde “kendisine yabancılaşmasıyla” birlikte doğaya ve diğer canlılara da yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma öyle bir hal alıyor ki insan dışında var olan diğer canlıların yaşam haklarını umursamaz bir şekilde yok ediyor. Ve maalesef diğer canlıların yaşam hakkının gasp edilmesi sadece insanın bireysel eliyle değil devlet mekanizmalarının (belediyeler, valilikler, yasalar vb.) parçalarıyla daha vahim bir şekilde yapılıyor. Hayvana kötü muamele, işkence, aşırı çalıştırma, deney yapma, hayvanlarla pornografik içerikler üretme gibi işkence ve katliam yöntemleri cezasızlıkları nedeniyle her geçen gün yaygınlaşıyor.
Toplumsal muhalefetin ve toplumun önemli bir kesiminin “hayvan haklarına” verdiği desteğin rüzgarıyla katliam yasasına karşı çıktığını söyleyen, kurucu olan ama bir türlü iktidar olamayan partinin belediyelerindeki barınaklarından gelen katliam haberleri meselenin yeterince toplumsallaştırılıp politikleştirilemediğini ya da politikleştiremediğimizi gösteriyor. Aynı zamanda meselenin bir partiye havale edilemeyecek kadar nüvelerinin de açığa çıktığını bize gösteriyor. Siyasi parti pragmatizminin bataklığı maalesef her şeyin önüne geçebiliyor.
Sistem içi “muhalif bir parti” olan, “hak, hukuk, adalet” diyen, ama sistemin ana damarlarına dokunmadan sistemi bir parti rejimi ve seçim çalışmasına indirgeyen parti, bu nedenle çalıyı dolaşarak halkın desteğiyle kazandığı belediyelerden gelen katliam haberlerine karşılık halkın haklı öfkesine sesiz kalabiliyor. Vahşeti kendi iç sorunu, sıraya konmuş soyut politik bir mesele olarak algılayabiliyor. Geçiştirici ve toplumsal muhalefet dinamiklerini soğutucu bir muhalefet tarzıyla tüm sorunların sandıkla çözülebileceğini halkı inandırmaya çalışıyor.
İktidarın toplumu kaygılandırarak iktidar olma biçimine karşılık, CHP ve parlamentodaki muhalif benzerlerinin toplumsal muhalefeti “şu meseleye sessiz kalalım, şu sandık gelsin” cenderesine sıkıştırarak halkın diğer tüm saldırıları görmesini ve saldırılara karşı fili politik durumu engelleyici müdahaleleri geniş halk kesimleri içinde derin bir umutsuzluk haline bürünüyor. Böylesi bir tutum ise iktidarın yeniden ve yeniden kendisini üretmesine zemin hazırlıyor. Ve iktidar bu üretimden kendisine düşeni fazlasıyla alıyor.
Toplumsal muhalefetin ufkunu parlamento ile sınırlı tutan reformist kurumsal örgütler, sendikalar, siyasi partiler ve benzerlerinin “öncü kadroları” insan dışı yaşam hakkı mücadelesini kapitalist yağmacılıkla sıkı ve iç içe geçmiş bağlarını yeterince teorize edemediklerinden; 21. yüzyıl hak mücadelelerinin ve 21. yüzyıl faşizminin sokakta nasıl şekillendiğinin, hangi nesnel öldürme iç güdüsüyle beslendiğinin henüz farkına varmış görünmüyor.
Ekolojik mücadelenin börtü böcek olmadığı, tüm canlılar için en temel hak olan türlerini korumak ve yaşam haklarına saygı duymak olduğunu, kapitalist kentlerin sokaklarında çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren sokakta yaşayan hayvanların toplatılmasını; kentin yağmalanmasıyla, ağacın kesilip gölgesinin satılmasıyla, işçi sınıfının boy gösterdiği eylemlerle, öğrenci hak mücadelelerine kadar faşizmin bir bütün olarak saldırdığı her türden hak arayışıyla ilgili olduğunu görmek için solun, sosyalistlerin daha fazla sorumluluk alması, kafalarını “gündelik politikasızlığın” cenderesinden çıkarması gerekiyor.
Toplumu ve toplumsal muhalefeti, sistem içi muhalefet particiliğinin günlük hezeyan dolu cenderesinden, “sandık gelecek, dertler bitecek” ikileminden kurtarıp hayatın gerçek anlamda kavga ve mücadele alanlarına bakmalarını sağlamak ve bunun birleştirici örgütünü kurmak bugünün acil görevidir. Mücadeleyi “kapitalist politikanın” ihtiyaçlarına göre değil, yaşamın var olan asli ilkelerine (her türden canlıların gasp edilen yaşam hakkından emeğe kadar her alanın saldırı altında olduğunu gören ve her saldırının dolaylı ya da dolaysız olarak yaşam hakkını hedef aldığını bilen bir bilinçle) ve o ilkelerin aslında toplumsallaşmış ama bir türlü siyasi bağları kurulamadığından politikleştirilememiş unsurlarına kafa yormak gerekiyor.
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için derken, oradaki “hepimiz” fedakarlığının tek başına bir belediye başkan adayının seçime girip kazanması için değil, tüm canlı ve cansız varlıkların korunmasını yaşatılması olduğunu anlamak günümüz insanlık bilinci birikimi açısından zor olmasa gerek. CHP katliam yapan belediyelerinde yeterince tedbir almadığından, meselenin politik özünü kavrayamadığından ya da kavramak istemediğinden yasayı çıkaran AKP ve MHP bu tedbirsizlikten/siyasetsizlikten cesaret alarak topyekûn yaşam hakkına ve yaşam alanlarına saldırmakta daha bir cüretkar davranıyor/davranacaktır.
Yok edilmek üzere hayvanların seçilmesi tesadüf değil, politiktir. Zayıftan ve en savunmasızdan başlayarak en içteki güçlü çekirdeği kırmak için yapılan saldırılar gayet politik ve bilinçli hamledir. Faşizm cesaretini sokaktaki güdülenmiş kalabalık kıtalardan alır. Bugün sokakta yaşayan insan dışı canlılara yaşam hakkı tanımayan, onları barınağa tıkan, barınakta katleden herkes, her kurum faşizmin güdülenmiş sokağına kan taşıyor. Bugün haklar mücadelesini savunacaksak, “hepimiz birimiz için” diyeceksek bunu insan odaklı, insan bencilliğinin ve narsisizminin ötesinde “insani faydacılıkla” değil, insancıl yararlılık ilkesiyle tüm türlerin birlikte yaşam mücadelesini savunarak yapabiliriz.
Vahşetin karşısında boyun eğmez bir cesaretle durmak kurtuluşa giden asıl yoldur! Hayvan hakları mücadelesi sadece bir dizi teknik ve bilimsel kuralların yerine getirilmesi değil ötekinin yaşam hakkını savunan anti kapitalist, anti sömürgeci ve yaşam hakkını savunmaktan yana politik bir müdahaledir!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.