İşkence iddiaları Türkiye’de yeni değil. Yakalanan kişilerin darp edilmesi, yüzlerine 10 cm. mesafeden biber gazı sıkılması, sosyal medyaya yansıyan görüntüler, o görüntüleri çekenlerin tutuklanmaları normal mi? Cezaevlerinde, nezarethanelerde yer kalmaması normal mi?
Menajer Ayşe Barım, Gezi eylemlerini organize ederek anayasal düzeni bozmak suçuna iştirak suçundan tutuklandığında, karardaki gerekçeler ilginçti.
Yasalaşmamış “etki ajanlığı” suçu tutanakta açıkça kullanılıyor, orman yangınları konusunda sosyal medyadan çağrı yapılması, Avrupa Komisyonu, AİHM, AB yetkilileriyle görüşülmesi ya da buralara yönelik yine çağrıda bulunulması bu suçun unsurları olarak sayılıyordu. Barım’ın şirketine bağlı sanatçıların, “Gezi’de yönlendirmeyle sokağa çıkmadık” sözleri de ayrı bir suç olarak nitelendirildi.
İmamoğlu operasyonlarından sonra sokak protestoları başlar başlamaz operasyon anlam kazandı… Yandaş gazeteci açıkça ifade ediyordu:
“Bakın, konuşabilen bir tane sanatçı var mı?”
Sonrasında konuşan ya da tepki gösterenlere soruşturma açılmasını da talep ederek.
***
TÜSİAD soruşturmasının gerekçesi de ilginçti.
İki TÜSİAD yöneticisine yurtdışı çıkış yasağı koyan hâkimliğin gerekçesinde, “Bilmediği konuda konuşmak” suçu vardı. Böylece kamuoyu yanılmıştı yargıya göre ve bu da ağır bir suçtu.
Ardından İmamoğlu operasyonun yapıldığı gün gazeteci İsmail Saymaz da yine Gezi olayları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı.
Ev hapsi ile serbest bırakılan Saymaz’a yönelik suçlama da “iştirak” suçu…
***
İmamoğlu operasyonlarına yönelik konuşulacak çok başlık var.
Türkiye’de büyük belediyelerle ilgili yolsuzluk suçlamaları yeni değil… İstanbul ve Ankara başta olmak üzere hemen her dönem büyük belediyelerle ilgili yolsuzluk soruşturmaları gündeme geliyor.
2000’li yılların başından itibaren tartışmalı birçok davaya tanıklık ettik.
Eski İBB Başkanı Ali Müfit Gürtuna dönemindeki billboard davası, Erdoğan’ın başkanlık dönemi ve sonrasına ait Akbil davası, İGDAŞ davası…
Ankara’da Gökçek dönemine ilişkin dava ve soruşturmalar.
Bu davalar bazen büyük tartışmalarla, bazen sessiz sedasız sonuçlandı.
Ancak hem “teröre yardım” hem de “suç örgütü liderliği” gibi suçlamalar yeni.
Yaşananlar bu soruşturmanın boyutlarını da aşmış durumda. Sıra iddiaları, yanıtları konuşmaya bile gelmiyor.
***
Yasal olarak kurulmuş bir vakfın daveti üzerine konuşmacı olarak, hiçbir şeyden haberiniz olmadan davet edilir ve giderseniz, tutanaklarda “terörist” diye anılmanız mümkün.
Sorgu tutanaklarında terörden yargılanıp beraat etmiş insanlar için bu yorum yapılıyor…
Alanda gazetecilik yaparken tutuklanmanız mümkün. Sadece ve sadece fotoğraf çekmek suç sayılabiliyor, görüyoruz.
Televizyonların yaşananları göstermesi suç. Haber televizyonlarının yaşananları yansıtması RTÜK’e göre lisans iptali sebebi…
Youtube yayınlarına lisans getirmek, lisans alınmıyorsa erişimi kapatmak yeni dönemin uygulamalarından.
Sosyal medya hesapları gerekçesiz erişime kapatılıyor. “Milli güvenlik” denilip geçiliyor.
ODTÜ’de yaşananlar, İstanbul’dan gelen görüntüler, tutuklanan yüzlerce genç.
İşkence iddiaları Türkiye’de yeni değil.
Gündemden düşmeyen, “münferit” diye karşılanan, üzerine gidilmeyen, güvenlik güçlerinin uygulamalarına müdahale edilirse siyasetin gücünün azalacağına inanılan bir alan bu.
Bu nedenle onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce işkence iddiasına ve dosyasına tanıklık ettik bunca yıl.
Ancak İçişleri ve Adalet bakanlarına bugün olanları özellikle sormak lazım.
Yakalanan kişilerin darp edilmesi, yüzlerine 10 cm. mesafeden biber gazı sıkılması, sosyal medyaya yansıyan görüntüler, o görüntüleri çekenlerin tutuklanmaları normal mi?
Gazetecilerin alanda işlerini yaparken, ekipmanları görünmeyecek biçimde fotoğraflanması, ardından tutuklanmaları normal mi?
Ankara’da, hiçbir şiddet eyleminin yaşanmadığı olaylardan sonra aralarında, 25 yıldır her olayda tutuklanan, mağdur edilen Veli Saçılık’ın da olduğu insanların uzaktan fotoğrafları çekilerek eylemleri yönlendirdikleri iddiasıyla ev baskınıyla gözaltına alınmaları normal mi?
Cezaevlerinde, nezarethanelerde yer kalmaması normal mi?
Bu uygulamalara karşı tek bir soruşturma açılmaması normal mi?
Her iki bakan da ısrarla hukuk devletinden ve yargıya güvenilmesinden söz ederken hukuk devleti çağrısı yapanlara yanıt verilmemesi ve onların da suçlanması normal mi?
Saat 04.00’te yapılan baskınlar normal mi?
***
Hazırlık süreci ve yaşananlar, tartışmalar ve olan bitenler başka bir döneme geçildiğini açıkça gösteriyor.
Alanlar da alıştığımız gibi değil. Ankara’da özellikle…
“Pazarcıyım ben abi, nerede pazar kurulursa tezgâh açarım…”
Ağırlığı siyah giyinmiş, neşeli, hareketli, yerinde duramayan ve buna rağmen saatlerdir önlerinde duran barikatın çizdiği çerçeveye ve önlerinde bekleyen polise sonsuz saygılı kalabalığı kontrol eden gençlerden biri bu.
“Sıkıldık abi, bu düzenden sıkıldık, parasızlıktan sıkıldık, olandan bitenden sıkıldık…”
Sıkılmak anahtar kelime gibi.
Geleceği düşünmekten de sıkılmak. Beklentisizlikten de sıkılmak. Kısır tartışmalardan, siyasetin bu kadar yaşamı boğmasından da sıkılmak. “Bahis”, “kripto para”, “borsa”, “kumar” oynayarak üç kuruşu dört kuruş yapma çabasından da sıkılmak.
***
Pazarcının yanında duran genç, pazarcıdan da küçük.
Her ikisi de saatlerdir en önde duran kitleyi kontrol ediyor. Barikata bir adım yaklaşırlarsa geriye itiyor, meşale, havai fişek yakılırsa koşarak gidip söndürüyor.
Niye senin sözünü dinliyorlar?
Abi, kaç gündür buradayız, emek veriyoruz, günde 300 kişi arıyor beni toplanıyor muyuz diye, sağ olsunlar sözümü de dinliyorlar. Biz sesimizi duyuruyoruz. Fişlenmek de istemiyoruz.
Üniversiteyi kazanamamış, özel okulda okuma olanağı yok, ne iş oluyorsa yapıyor, çoğunlukla parasız.
Siyasi bir aidiyetin, bir gruba, partiye bağlılığın var mı?
Yok abi, biz kendi derdimiz için buradayız.
***
Öndeki kalabalığın sloganları arasında en belirgin olanı, Öcalan’a yönelik hakaretler.
Arada polisi hedef alan bir slogan atılırsa, “Polise saldıran s… gitsin” sloganı ve alkışlarla karşılık veriliyor.
Polis için de şaşırtıcı bir topluluk.
Lideri yok, partisi yok, geçmişe öfkeli, iktidara öfkeli, hayata öfkeli, neşeli, kavgacı, hareketli…
“Kanziler” diyor içlerinden bir tanesi, “Çok kanzi var.”
Bir alt kültür formu olarak nitelenen bu tanımı ne kadarının kabullendiği bilinmez ancak bazıları birbirlerine böyle hitap ediyor.
Küfürle dertleri yok. “Cinsiyetçi konuşmayın” uyarılarını gülerek karşılıyorlar.
Son 10 yılda büyüyen “İttihatçılık”, “Cemal, Enver, Talat, İttihat” sloganı ile kendini alanda gösteriyor.
İttihatçılığın yanında saf bir Atatürk bağlılığı var.
Göçmen karşıtlığı, “Kürtlere değil teröre karşıyız” deseler de dile vuran Kürt karşıtlığı, LGBTİ karşıtlığı…
En azından konuşan, yanıt veren birkaçı, Gezi eylemlerine sempatiyle baktıklarını ama polise saldırıldığı, terör örgütlerini dışlayamadığı için başarısız bulduklarını söylüyorlar.
Kurye, tezgahtar, işsiz… Eylemlerin ilk gününden itibaren, saat beşten sonra hazırlıklarına başlıyor, saat 19.00-20.00 sıralarında alana iniyorlar.
Genç kadınlar “uluyor” hemen ardından, “İsyan, devrim, özgürlük” sloganları geliyor. Bozkurt işaretinin MHP’ye ait olmadığını söyleyip sürekli kullanıyor ve “çapulcu” kimliğini kullanmakta da sakınca görmüyor.
***
Öfkelenmek yerine anlamaya çalışanlar için kafa yorulması gereken çok başlık var.
Gezi sonrası giderek sokakların sessizleştiği, bombaların patladığı, darbe girişiminin yaşandığı süreçte ilk gençliklerine adım atan, OHAL’le, başkanlık sisteminin yeni kurallarıyla, pandemiyle ve ekonomik krizle büyüyen, sürekli milliyetçiliğin empoze edildiği, akıl almaz zenginlikteki yaşıtlarını izleyen ve sesleri kendi sosyal medyaları dışında çıkmayan, duyulmayan bu gençlerin öfkesinin de dillerinin de bir nedeni var.
Ama olan bitenin farkında olmadıklarını söyleyenlere de kızıyorlar.
“Ülkede adalet yok abi, ne yapalım yani, biz seviyoruz ülkeyi, iyi olsun istiyoruz.”
“Eşitlik olsun, her şey eşit olsun.”
“Baksana olana bitene, bizim kimseye zararımız yok, tepkimi gösteriyoruz.”
Ancak bu kesim için sloganların genellikle “çözüm sürecini” odak alması dikkat çekici. Bunu, istifa ve diploma sloganları izliyor.
***
Alan bu gençlerden ibaret değil. Kızılay’a çıkan can damarı caddelerden Ziya Gökalp Caddesi’nin hemen başında TOMA’lar ve polis barikatı, barikatın önünde bu gençler, onların arkasında CHP’ye ait bir otobüs, otobüsün arka kısmında da sol parti ve gruplar var. İki grup arasında mesafe dikkat çekici. İstanbul’dan farklı olarak polis, barikat zorlanmadıkça gece yarısına kadar müdahale etmeden bekliyor. Gece yarısı ise müdahale ve gözaltılar başlıyor.
***
Ancak “sokaklar çok değişti” diye yorumlamak da eksik kalır bu tabloyu. Bu tablonun üzerine başta iktidarın, uzun uzun düşünmesi gerekiyor.
Sokakları da geçen yıllarda sol gruplardaki, sendikalardaki, mahallelerdeki erimeyi, baskıları unutmadan, bu kesimlerin yaşadıklarını hafızada tutarak yorumlamak gerekiyor.
Ankara’da, ODTÜ başta olmak üzere, üniversitelerde yaşananlar ise bambaşka bir başlık. Üniversitelilerin ve bu grupların Kızılay’da bir araya geldikleri günlerde de sloganların bir uçtan diğer uca kadar çeşitlenmesi, küçük bir grup dışında bu sloganlara müdahale eden grupların olmamasını da not etmek lazım.
***
CHP odaklı tartışmalar, İstanbul’da yaşananlar, Ankara’da yaşananlar, çözüm süreci, kayyım iddiaları…
Her şey birbirine karışırken net bir tablo çizmek kolay değil.
Zamanlamayı açık seçik şekilde yorumlamak, nereye doğru ilerlediğimizi görmek de kolay değil.
Ancak tüm bu kargaşanın içinde durulması gereken nokta da belli. O noktadan çıkılmasının maliyeti çok ağır. Her koşulda “o noktayı geçtik” diyenlere rağmen ısrarla anımsatmak gerekiyor.
Hukukta ve hukukilikte ısrar ederek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.