Bu süreç gösterdi ki halk biz sosyalistlerin maruz kaldığı devlet şiddeti ve anti demokratik uygulamalar için sokağa dökülmezken kendi açlığına yoksulluğuna geleceksizliğine tepkiyle, bir burjuva siyasetçinin merkezinde olduğu seçme ve seçilme hakkı için yapılan çağrıya icabet ediyor. Bugün elbette halkın bir parçası olarak halkla birlikte sokaklarda direnmek gerekiyor. Ancak İmamoğlu’na verilecek koşulsuz destek en iyi ihtimalle, neoliberalizmin içinden bir restorasyonun hegemonyasıyla AKP’nin devrilmesini mümkün kılar. Gezi’nin ruhunu Saraçhane ile başlayan eylemlere taşımak için, neoliberalizm karşıtlığının [hatta anti kapitalizmin] yanı sıra, Gezi’nin kapsayıcılığını, işçi sınıfını, gençlik hareketini, ekoloji mücadelesini, feministleri, sosyalistleri, LGBTİ+ları ve Kürtleri içermesiyle, hatırlatan bir politik yönelimde ısrar ön şart
Bir yıldır adım adım geliyorum diyen operasyon 19 Mart’ta geldi ve hiç şaşırtıcı olmamasının yarattığı şaşkınlıkla Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı. 2024’teki yerel seçimlerin ardından Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’ndan kalma “devleti koruyarak” iktidar değişimi öngören “normalleşme” politikası, Esenyurt Belediyesi’ne atanan kayyum ile son buldu. Kuşkusuz ekonomik kriz için Mehmet Şimşek politikalarından farklı bir çizgisi olmayan restorasyoncu CHP politikaları açısından, yerli ve uluslararası sermayenin ihtiyaçlarını işçi sınıfının sırtından karşılayacak politikaların AKP iktidarında hayata geçirilmesi CHP’nin çıkarınaydı. Ancak AKP iktidarının klasik sağ muhafazakâr bir burjuva seçenek olmanın çok ötesine geçtiğini yeni bir rejim inşa ettiğini ve burjuva demokrasisinin sınırları içinden bir seçimi bile artık kabul etmeyeceğini görmüyordu belli ki CHP yönetimi.
Bir haftadır yeterince hatırlatıldı; Kürt halkının seçme seçilme hakkını gasp eden dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay verirken ve kayyumlar atanırken, yargı kararlarını bekleseydiniz diye yarım ağız eleştiri yaparken, sıranın kendilerine gelmeyeceğine emindiler. Geldi… Ama geldiğini diplomanın iptal edildiği gün bile değil Ekrem İmamoğlu gözaltına alındığında kesin olarak anladılar. Ve son 10 yıldır oyuna gelmeyelim, sokağa çıkmayalım politikasından yüz seksen derecelik dönüşle halkı sokaklara çağırdı CHP. Her gün bir öncekinden daha kararlı biçimde halkı sokağa çağırırken,Saraçhane buluşmalarının bir miting değil faşizme karşı örgütlenen bir eylem olduğu vurgusu, nihayet CHP’nin rejimin değiştiğini ve artık devletin sahiplerinden biri olmadığını fark ettiğini gösterdi.
İlk üç gün esefle kınamakla yetinen eski altılı masa bileşenleri, meselenin bir tür “halk isyanına” dönüştüğünü fark ettiklerinde Saraçhane’ye koşup görüntü vermeye başladılar; İYİP ve DEVA gibi. Ülkü Ocaklarının gençlik nezdinde siyasi etkinliğini yitirmesi ile alanı boş bulan Zafer Partisi’nin örgütlediği gençlik de üç gün sonra yapılan çağrı ile eylemlere katılmaya başladı. Kuşkusuz bunda hızla örgütlenen öğrenci hareketi içinde sosyalistlerin belirleyici bir güç olmamasının verdiği rahatlık etkiliydi.
Gezi döneminde feci halde içimizi bayıltan, Y kuşağı bunlar çok farklı eski tarz bunları içermez saçmalıklarından daha yeni kurtulmuşken, Z kuşağının çok farklı olduğunu dinlemeye başladık. Ki gençlik düzenle bağları sağlamlaşmadığı öğrencilik ve ilk işçilik yıllarında, sistem karşıtı mücadelelere, hele halk isyanlarına her daim aktif katılır ve eylemlerin militanlık düzeyini yükseltir. İÜ öğrencilerinin barikatı yıkarak gerçek bir direnişin fitilini ateşlemesi de tam bunun örneğiydi. Türkiye’de gelinen noktada ise düzene entegre olmak bir yana geleceksizlik duygusu gençliğin hızla militan bir hareket olarak örgütlenmesini mümkün kıldı. Ancak yaşları itibarıyla AKP’den başka iktidar görmemiş olmaları çoğunun AKP karşıtlığında CHP ile buluşmayı, laikliği savunmayı ve Arap sermayesine karşıtlığı solculuk olarak algılamalarına neden oldu. Militanlaşmak, barikata yüklenmek için korku duvarının aşılmasının yeterli olduğunu Gezi’de görmüşken elinde Türk bayrağı ile barikata yüklenen bir gençlik hareketi artık tuhaf gelmiyor. Sosyalist solun ideolojik hegemonyasını kaybetmek bir yana uzun yıllardır gençlik, özellikle üniversiteli gençlik mücadelesine ilişkin somut bir siyasal yönelime sahip olmayışı da bugün militanlaşan harekette sosyalistlerin etkisiz kalmasında belirleyici. Gezi’de Türk bayrağı ile barikatta olmak istisnayken bu süreçte Türk bayrakları alanın hâkimi oldu. AKP’nin yeni rejim inşası tek başına AKP’ye muhalifliği bile riskli hale getirdiğinde AKP karşıtlığı da gençlik için yeterince “devrimci” oldu.
Saraçhane’ye çağrı ile birlikte biri dizi kentte halk sokağa dökülürken polis şiddeti de kademeli olarak arttı. İlk haftanın sonunda eylemlerdeki gözaltıların dışında şafak operasyonları ve gazetecilere gözaltılar başladı. Tutuklamalarla yıldırma Gezi’nin ilk günlerindekinden farklı olarak erken ve hızlı başladı. İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla öncelik kayyumu engellemeye dönüştüğünde kalabalıkların da artık yüz binleri bulduğu görüldü. İmamoğlu’nun tutuklandıktan hemen sonra yaptığı görüşte, ısrarla alanda Türk bayrağından başka bayrak istemediğini söylemesi alanlardaki faşistlerin özgüvenini yükseltti. Hemen ardından Mansur Yavaş’ın Meral Akşener’den görevi devralarak halkın tepkisini söndürmeye, eylemlerin içini boşaltmaya, DEM-CHP dayanışmasını engellemeye yönelik şoven çıkışı, alandaki ideolojik-politik belirsizlikten yararlanmayı hedefliyordu.
Özgür Özel’in konuşmalarında alanda bayraklarını gördüğü tüm sosyalist gruplara selam yollaması, Mansur Yavaş’ın sözleri için özür dilemesi, DEM Parti kadrolarının sistematik dayanışmasını memnuniyetle karşılaması, CHP’nin bir süre daha içindeki farklı eğilimleri bir şekilde ortaklaştırarak yürümeye çalışacağına işaret ediyor. İlk günlerde uyduruk seçim şarkılarından başka müziğin olmadığı alanda, önce Zülfü Livaneli’nin sonra Selda Bağcan’ın şarkıları yükselirken Saraçhane’nin final akşamında eylemin Grup Yorum ile bitirilmesi ve 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkılacağının açıklanması, şu an Özgür Özel’in inisiyatifinde giden isyanın sola meylettiğini gösteriyor.
Grup Yorum elbette 80 sonrası devrimci hareket, özellikle de gençlik hareketi için başlı başına bir direniş simgesi. AKP de faşizmi inşa ederken elbette ilk olarak Grup Yorum’un sesini kısmaya çalıştı ve Grup Yorum buna karşı kararlı bir direniş sergilerken Helin Bölek ve İbrahim Gökçek ölüm orucunda hayatlarını kaybettiler. O günlerden bugünlere CHP ne belediyeleri ne parti etkinlikleriyle Grup Yorum’un konser yasaklarını delmeye çalıştı. Ama günü geldiğinde, Özgür Özel’in deyimiyle faşizme karşı örgütlenen Saraçhane eylemlerinde direnişin finali Grup Yorum ile yapıldı; devrimcilerin müziğiyle, sesiyle.
Grup Yorum Gezi İsyanı döneminde sanatçı inisiyatiflerinin örgütlenmesinde aktif rol almış hatta Taksim Meydanı’nda bir büyük konser örgütlemek üzere hareket geçmiş ancak ölümler sebebiyle konser iptal edilmişti. Gezi İsyanı halkın farklı kesimlerinin kendi inisiyatifleri ile mücadeleye dâhil olduğu bir süreçti. Saraçhane ile Gezi arasında Grup Yorum’dacisimleşen fark, iki isyan arasındaki farka işaret ediyor. Bu fark Saraçhane ile Gezi’deki devrimci dinamiklerin nitel ve nicel durumlarını görmeyi sağlıyor.
Gezi’de bir çağıran olmaksızın ekoloji eylemcileri ile sosyalistlerin, feministlerin park içinde başlattığı direnişin şiddetle bitirilmeye çalışılmasıyla başlamıştı isyan. Tam da birkaç ağaç için… O ağaçları devletten koruyanlara reva görülen açık devlet şiddetine karşı başlamıştı. İnsanlar önce üçer beşer sonra yüzler binler olup haberleşerek Taksim’e akmıştı. Eylemin bir çağrıcısı ya da sorumlusu yoktu. İlk etapta ağırlığını sosyalistlerin oluşturduğu gençlik barikatları kursa da toplumun her kesiminden insanlar eylem içinde kendi oluşturdukları inisiyatifle direnişi yükseltmişlerdi. Meşruiyet, ana muhalefet partisinin yasalar çerçevesindeki gösteri hakkına içkin çağrısında değil, halkın direnme hakkında cisimleşmişti. Park içindeki ilk eylemlerin merkezi olan Taksim Dayanışması 1 Haziran’dan itibaren isteyen kişi ya da grubun katılabildiği, Meydan’daki hayata dair bütün kararların kolektif olarak alındığı bir demokrasi örgütlenmesine dönüşmüştü. Parka gelenin aç kalmadığı komünal yemek dağıtımının ötesinde bizzat halkın kendiliğinden evde hazırladıkları manavdan aldıkları yiyecekleri ölçeğine bakmaksızın dayanışmak için alana getirdiği, isteyene su, giyecek, kask vd. verildiği bir hayattı. Her sabah bütün Taksim temizlenirken insanlar öğle tatillerinde dahi gelip parktaki hayata ortak oluyorlardı.
En önemlisi, eylemin ve meydanın siyasi sahibi yoktu, kararları tek bir siyasi hareket almıyordu, hiyerarşik bir dizilişle kararlar alınmıyordu. Öğrenciler, emekliler, beyaz ve mavi yakalı işçiler, ev kadınları, hatta küçüklü büyüklü sermaye sahipleri, mahalleliler ekoloji mücadelesi verenler, sosyalistler, Kürtler, feministler ve LGBTİ+’lar alanın ortak sahipleriydiler. Saraçhane’den farklı olarak ev sahibi misafir, karar alan karara saygı gösterip uyan ilişkisi yoktu. Barikatlarda direnenler kendi kararlarını alma hakkına sahipti, İstiklal boyunca yürüyüş örgütleyenler de keza kimseden onay almak zorunda değillerdi. Hınçla ve ağır şiddetle isyanı bastırmakla görevlendirilen polisi ‘onore’ edecek bir söylem tutturmak da gerekmiyordu.
Saraçhane’nin polise seslenişte cisimleşen bu farkı tam da politik temel ile ilgili. Gezi AKP’ye direniş ile görünür olsa da neoliberalizme ve iktidardan öte devlet şiddetine karşı bir tepkiydi. Liceli Medeni Yıldırım’ı Gezi’nin diğer ölümsüzleriyle aynı resimde buluşturan da bu tepkiydi. İsyan süresince kurulmaya çalışılan komünal ilişkiler de bu politik temelden ortaya çıkmıştı. Ağaçları neoliberal talandan korumaya çalışırken yükselen anti-kapitalist politik hat Gezi’yi tariflerken, bir burjuva siyasetçisini ve burjuva düzenin seçme seçilme hakkını faşist iktidardan korumayı hedefleyen politik hat Saraçhane’yi simgeliyor. Elbette Saraçhane’ye insanlar yoksulluktan, sindirilmişliktenbunaldıkları için koşuyor ancak politik hedef İmamoğlu’nun seçilme hakkı ile burjuva demokrasisinin asgari şartlarını korumakla sınırlı. Henüz CHP kanadından 1 Mayıs’taki Taksim çağrısına rağmen daha sol bir hedef ortaya konmadı.
Kürt halkının seçme seçilme hakkının gaspına, Kürt belediyelerine atanan kayyumlara tepki göstermeyi de Saraçhane’nin öncelikli politik hedefleri arasında henüz görmedik. Diyarbakır Newroz’unda ilk kez bir CHP genel başkanının mesaj yollamasının sembolik değerinin ötesinde bir somut hedef söz konusu değil. Gezi döneminde yine bir çözüm süreci söz konusuydu, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki açıklamasından sonra şu an için geleceği çok belirsiz olsa da yeni bir barış süreci örgütlenmeye çalışılıyor. Yıllardır enternasyonalist sosyalistlerin ve Kürt hareketinin söylediği biçimiyle, Kürt halkının özgürlük alanlarının genişlemesinin bütün ezilenlerin güçlenmesini, demokrasi ve sınıf mücadelesinin genişlemesini sağlayacağı fikri ikinci kere doğrulanıyor; Gezi’de ve şimdi Saraçhane eylemlerinde. Devletin ve/veya iktidarın Kürt sorununda ve Kürt hareketinin siyasal aktörlerine ilişkin attığı her adım Kürt halkının düşmanlaştırılması politikasını sınırlarken, Kürtler karşısında devleti yıpratmayalım, Kürtlerle yan yana görülmeyelim,Kürtler gibi isyan etmekle suçlanmayalım, siyasetinde kırılma yaratarak, “milli birlik ve beraberlik” goygoyuyla sindirilen halkın tepkisini dışa vurmasını mümkün kılıyor. Yine deSaraçhane’de ve başka meydanlarda durum Gezi’den farklı.Tam da meydanların sahiplerinin resmi olarak CHP, gayri resmi olarak ise milliyetçi laik kesimler olarak öne çıktığı, eylemlerin simgesinin İmamoğlu tarafından Türk bayrağı olması gerektiğinin vurgulandığı bir eylem dalgasına bugün kelimenin gerçek anlamıyla halk isyanı demek kolay olmuyor. Zafer partili faşistlerin alanın meşru bileşeni sayıldığı, LGBTİ+’lara, Kürtlere yönelik saldırgan tutumların gitgide daha görünür olduğu bir süreç için ikinci Gezi denkliği kurmak biraz iyimser bir analiz olabilir.
Üniversiteli gençlik bir halk isyanının gerektirdiği şekildeüniversitelerde peşi sıra boykotları örgütlüyor. Eğitim-Sen Üniversiteler Şubesi’nin doğru zamanlama ile yaptığı iş bırakmanın bile iktidarı nasıl öfkelendirdiğini gördük. Ancak meydanlarda eylem yapmanın etkisinin sınırını Gezi’de yaşadık. İşçi sınıfı hayatı durdurmadığında iktidarın sarsılmadığını biliyoruz. Tüketici boykotu öne çıkarılırken işçi sınıfının hayatı durdurmasından bahsedilmiyor. Büyük sermaye karşısında CHP eylemlerinin yayınlanmamasını protesto etmekle sınırlı bir tepki gösteriliyor. Özgür Özel Saraçhane’de Genel İş’i selamlayıp greve de hazırlıklı mısınız derken bir genel greve işaret eder görünmüyordu aslında. Genel İş ağırlıklı olarak CHP’li ve DEM’li belediyelerde örgütlüyken yapılacak bir grevin iktidara ne kadar etkisi olacağı tartışılır. Ancak Birleşik Metal ile Lastik İş ile irili ufaklı diğer sendikaların çağrısıyla başlayacak iş bırakmalar kamu emekçilerinin de desteğini alarak iktidar üzerinde baskı yaratabilir. CHP, önseçim sandığında alınan 15 milyonluk destekle AKP iktidarını desteklemeye devam eden uluslararası sermayeye ve TÜSİAD çevresine yeni bir denge öneriyor. Ki özellikle Özgür Özel’in İngiltere Başbakanına yönelttiği eleştiri ve Ekrem İmamoğlu’nun NY Times’a yazdığı yazıda Batı hükümetlerinin kendisine destek vermeyişini eleştirmesi, sermaye ile kurulacak yeni dengede talip oldukları role işaret ediyor. Yukarıda da bahsedildiği şekilde bir neoliberalrestorasyon öngören siyasetle, büyük sermayeyi de hedef almayan, sermayenin rızasını öncelikle aramaya devam edecek bir çizginin, AKP iktidarını ne kadar sarsacağı ve bir erken seçime zorlayacağı tartışmalı. DİSK Genel Merkezi’nin her zamanki görev savma duygusuyla öğlen tatilinde ayağa kalkma eylemi ise tarihe yaratıcı trajedi olarak geçecek kuşkusuz.
Cumartesi günü Maltepe dolgu alanında Özgür Özel’in açıklamasına göre 2 milyon 200 bin kişi vardı. Akın akın geliniyordu ve gelirken somut bir coşkuyu gözlemlemek mümkündü. Özgür Özel’in sahneye çıkışıyla kalabalık coştu. Özgür Özel artık rejim değişikliğini fazlasıyla idrak ettiğini belli eden bir söylemle AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Sokakları terk etmeyeceğiz diye ısrarla belirtti ve sokak eylemlerinin devamı için “Bundan sonra her hafta sonu bir ilde, her Çarşamba İstanbul’un bir ilçesinde meydanlardayız”derken, somut olarak yapılan tek açıklama İmamoğlu’nun serbest kalması için başlatılan imza kampanyası ve boykot listesinin uzatılması oldu. Ancak haftada bir yapılacak mitinglerle faşizmi nasıl yeneceğini anlatmadı!
Sosyalist sol için durum iç açıcı değil, hem alanlarda ideolojik politik hegemonya söz konusu değil hem de şafak operasyonlarının ve özgür basına yönelik saldırıların birinci hedefi. Bu süreç gösterdi ki halk biz sosyalistlerin maruz kaldığı devlet şiddeti ve anti demokratik uygulamalar için sokağa dökülmezken kendi açlığına yoksulluğuna geleceksizliğine tepkiyle, bir burjuva siyasetçinin merkezinde olduğu seçme ve seçilme hakkı için yapılan çağrıya icabet ediyor. Bugün elbette halkın bir parçası olarak halkla birlikte sokaklarda direnmek gerekiyor. Ancak İmamoğlu’na verilecek koşulsuz destek en iyi ihtimalle, neoliberalizmin içinden bir restorasyonun hegemonyasıyla AKP’nin devrilmesini mümkün kılar. Gezi’nin ruhunu Saraçhane ile başlayan eylemlere taşımak için, neoliberalizm karşıtlığının [hatta anti kapitalizmin] yanı sıra, Gezi’nin kapsayıcılığını, işçi sınıfını, gençlik hareketini, ekoloji mücadelesini, feministleri, sosyalistleri, LGBTİ+ları ve Kürtleri içermesiyle, hatırlatan bir politik yönelimde ısrar ön şart. Bir haftadır halk yeter artık diye sokaklara dökülürken elbette yanında ilk sosyalistleri buldu ve bu noktadan sonra Gezi ruhuyla sayılara bakılmaksızın eşit politik temsillerin söz konusu olacağı yerel inisiyatiflerin oluşmasında ısrarcı olunmalı. Aksi takdirde Gezi’nin ağaçları için başlayan ve dalga dalga yayılan isyanın başarıya ulaşacak bir yenisini örgütlemek bir yana,Saraçhane’deki belediye başkanlığı koltuğunu ve cumhurbaşkanlığı adaylık hakkını bile koruyamayacak bir ‘isyan girişiminin’ sönümlenmesi ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz. Gezi’nin devrimci mirasının izlerini, Kobane’de Rojava’da enternasyonalist dayanışmaya dönüşen AKP destekli IŞİD’e karşı mücadelede görmüştük, Saraçhane eylemlerinde ortaya çıkan isyanın devrimci bir kalıba dökülmesi halkları yeni IŞİD vari girişimlerden de koruyacaktır.
1-İstanbul’da gitgide artan sayılarda eyleme giden bu faşist güruh provakasyon amacıyla oraya geldiğini belli eden biçimde kurt işaretleriyle dolanırken lubunyalara ve feministlere yönelik saldırganlıklarının detayları için bknz. Kadın İşçi, Feministler de alandaydı, https://www.kadinisci.org/feministler-de-alanlardaydi-kaybedecek-bir-seyimiz-kalmayana-kadar-oturup-izlemeyecegiz/
2- Örneğin 12 Eylül’ü zifiri karanlığı devam ederken az sayıda da olsa sosyalist gençlerin 83 yılından itibaren öğrenci derneklerinde örgütlenmeye başlamaları dört beş yıl içinde binlerin katıldığı bir gençlik hareketine dönüşmüş sınıf hareketiyle dayanışmanın yükseltilebilmesini de mümkün kılmıştı. Ancak yaklaşık on yıldır gençlik hareketinde herhangi bir kolektif örgütlenme politikası öne çıkmadı.
3-Gezi’nin ilk iki gününde MHP de vardı kuşkusuz ama hem polis şiddetine dayanamadıkları için hem de eylemin içini boşaltamayacaklarını gördükleri için sonrasında ortadan kayboldular. Aydınlıkçılar ve TGB de Gezi’nin miting anlarında bayraklarıyla ortaya çıksalar da bir Gezi bileşeni pek olamadılar tabii bunda alanda sıklıkla Kürt gençlerin ve sosyalistlerin müdahaleleri belirleyiciydi. İyi ki müdahale ettiler hatta az bile ettiler!
4-ABD’deki Trump iktidarı ve Avrupa’da faşist sağın yükselişinin yanı sıra Trump’ın Avrupa’nın askeri güvenliğiyle artık ilgilemeyeceğini söylemesiyle Avrupa’nın paralı askerliğine aday olan Tayyip Erdoğan iktidarına ters düşmek istemediği açık. Keza Trump’ın da kendi benzerinin Türkiye’deki iktidarından memnun olduğu açık. Belli ki bu nedenle NY Times’a yazdığı mektupta sosyal demokrat partilere teşekkür ederken Batı hükümetlerinin sessizliğine sitem ediyor.
Kaynak: Umut Gazetesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.