Bu isyan bundan sonra salt meydanlarda toplanıp öfkesini dile getiren protestoculukla yetinemez! Genel Grev-Genel Direniş hedefine kilitlenmeli, onu farklı eylem biçimleriyle adım adım örmeliyiz
Türkiye günlerdir yeni bir halk isyanına sahne oluyor.
Bu kez bardağı taşıran damla CHP’yi itibarsızlaştırıp köşeye sıkıştırma amacıyla İstanbul belediyelerine yapılan operasyon oldu. Toplumun gözünü korkutup sindirmek amacıyla ‘muhalif’ bir duruşu olmayan insanların bile akla ziyan suçlamalarla tutuklandığı yıldırma operasyonlarının devamı olmakla birlikte faşist tek adam diktatörlüğü sınırları bu kez fazla zorladı.
Saray rejimi kendisini tahkim etmek için riski yüksek sıçramalı bir hamle yaptı. Bu hamlenin gerisinde de “iç cepheyi sağlamlaştırmak” yani muhalif olan tüm odakları dağıtmak, bölüp parçalamak amacı vardı. Bu seferki riskin farklı ve fazla olduğunun o da farkındaydı belki ama ilk etapta CHP içindeki çatlaklara güvendi, ikinci olarak haliyle “süreç” tartışmalarına kilitlenmiş olan Kürtlerle CHP tabanı arasındaki çatlakları büyütmeye oynadı.
Bu arada iki konuda büyük hesap hatası yaptı:
Birincisi yaşadığı güç zehirlenmesinin etkisiyle gücünün sınırlarını abarttı, “her şeyi yapabilirim” küstahlığıyla hareket etti fakat İmamoğlu’nu minder dışına atayım derken o kadar ileri gitti ki iktidarı kaybetme korkusunu ele verdi. Gördüğü yığınsal tepkilerin büyüklüğünden ürkerek bu kez yerine kayyım atama tezgahını sonuca götüremedi. Kaldırdığı taşı ayağına düşürdü. Korku ve zayıflığının altını bir kez daha çizmiş oldu.
Faşist iktidar koalisyonu ikinci büyük hesap hatasını CHP’nin zigzaglarla dolu sinik muhalefet anlayışına güvenmekle yaptı. Yapacağı darbeye tepkilerin CHP’nin kontrolü altında gelişeceğini, onun soluğunun da birkaç şov sonrası tıkanacağını hesapladı. Bu hesap ilk gün tutacak gibiydi. CHP yöneticileri Saraçhane ve Ankara’da toplanan öfkeli kalabalıkları bir an önce evlerine gönderme çabasına girdiler. Fakat ikinci gün muhtemelen kimsenin beklemediği bir dinamik devreye girdi: Üniversiteli gençliğin yaygın ve militan tepkisi.
Önce İstanbul Üniversitesi’nde ardından ODTÜ ve diğerlerinde polis barikatlarını yıkıp geçen bu öfkeli dinamik o andan itibaren halk isyanının sürükleyici gücü haline geldi. Kabaran dalga CHP yönetimini de önüne katıp militanlaşmaya zorladı. Yıllardır sokağı “provokasyonla” özdeşleştirip sokaklardan uzak durulması için elinden geleni yapan CHP yönetimi -hücrelerine işlemiş devlet, nizam ve polis yağcılığından kolay kolay arınamayacaklarını sık sık konuşturmaktan geri kalmamakla birlikte- “Yasakları tanımamaktan, barikatları yıkıp geçmekten, Taksim’i Kızılay’ı tekrar özgürleştirmekten” söz eder hale geldi.
Gelinen noktada bu isyan İmamoğlu’na yapılan haksızlıklara tepkinin ötesine çoktan geçmiştir. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi “Mesele İmamoğlu değildir” artık. İsyanın önünde yürüyen gençler başta olmak üzere sokaklara akan o milyonlar, ekonomiden dış politikaya kadar her konuda aldığı sermaye yanlısı keyfi kararlarla hayatlarını zindana çeviren, gelecek umutlarını yok eden, onurlarını kıran, yoksulluk pençesinde kıvrandıran tek adam rejimine “Artık yeter!” demek için sokaklardadır. Bu iktidarın öyle seçimle-sandıkla gitmeye niyetinin olmadığını görmenin öfkesidir tanık olduğumuz.
İmamoğlu ve ekibinin tutuklanması ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım yoluyla el koyma teşebbüsünün yarım kalmasıyla ilk perde kapanmış görünmektedir. Fakat isyan bitmemiştir. Üstelik bu ilk perde moral motivasyonu yükseltecek sonuçlarla kapanmıştır. Kaldı ki bu yaygınlık ve kitlesellikteki öfke patlamasını doğuran nedenler ortadan kalkmış değildir. Dolayısıyla bu dalga bıçakla kesilmiş gibi bitmeyecektir. Şimdi bütün mesele ona nasıl süreklilik kazandırabileceğimiz sorusuna verilecek yanıtta düğümlenmektedir. Bu noktada hareketin güvenini kazanmış bir öncülükten ve içerdiği farklı kesimlerin üzerinde birleşebilecekleri asgari bir programdan yoksunluğu tayin edici bir zaaf olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gezi’de olduğu gibi bu dalgada da devrimcisiyle reformistiyle solun bütün bileşenleri hareketin içindedir. Polisle çatışmalarda en önde dövüşmekle kalmamakta varlıkları ve deneyimleriyle kritik anlarda yol gösterici olabilmektedirler. Fakat bu öncü bir rol oynandığı anlamına gelmemektedir. Yıllardan beri ısrarla dile getirdiğimiz devrimci bir odak yokluğu, bütün çarpıcılığı ve can yakıcılığıyla bir kez daha karşımızdadır. Bu çağrı ve çabalarımıza kibirle dudak bükenler dahil hepimiz eylemlerde o kalabalıklar içinde en fazla flamalarımızla boy gösterebilmekteyiz. Kolay kolay yatışmayacak olsa bile katılanlara güven veren bir öncülükten ve üzerinde ortaklaşılmış acil taleplerden oluşan bir programdan yoksunluk nedeniyle kimbilir ne zaman bir biçimde sönümlenme riskiyle karşı karşıya olan bu tarihsel fırsatı hiç olmazsa bu yönde bir sıçrama momenti olarak değerlendirmeliyiz. Bir taraftan birbirimizle temas ve iletişim kanallarını çoğaltıp işleterek diğer taraftan eylemlerde yan yana gelmekle başlayarak bu doğrultuda sonuç alıcı adımlar atmalıyız. “Devrimci öncülük” iddiası adına kitlelere akıl satmaya, bildiğimizi okumaya kalkmadan onların ruh halleri ve beklentilerini de dikkate alan iyi düşünülmüş plan ve önerilerle yol gösterici olmaya çalışmalı, pratiğimizle onlara güven vermeliyiz. Bu arada forumlar, meclisler, konseyler gibi Gezi döneminde işletilen katılım ve karar mekanizmalarını tekrar devreye sokarak kolektif aklın işlemesine ön ayak olmalıyız.
Bu isyan bundan sonra salt meydanlarda toplanıp öfkesini dile getiren protestoculukla yetinemez! Bunun ötesine geçerek hayatın her alanında, herkesin bulunduğu her yerde yan yana gelip hedef ve biçimlerini zenginleştireceği yöntemlerle rejimi, onun temsilcileri ve kurumlarını işlemez hale getirip burjuvazinin çıkarlarına dokunmaya yönelmek zorunludur. Militan sokak gösterilerini sürdürmenin yanı sıra okullarda boykot ve işgal, fabrika ve işyerlerinde iş yavaşlatma, direniş ve dayanışma grevleriyle adım adım örülecek bir sürecin sonunda Genel Grev-Genel Direniş hedeflenmeli ve çabalar bu hedefe kilitlenmelidir. İktidar destekçisi sermaye grupları ve yandaşların ürünlerini boykot kampanyası gibi destekleyici biçimler örgütlenmelidir.
İsyanın kendiliğinden karakteri yanında bileşiminin çeşitliliği ve içerdiği farklılıklar dikkate alınarak maksimalist tutumlardan kaçınmak gerekir. Bu yaklaşımdan hareketle, her zeminde yoldaşça tartışmalar yoluyla zenginleştirip değiştirmeye açık olarak kendi adımıza şöyle bir çerçeve öneriyoruz:
Kaynak: Alınteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.