Bugünkü gençliğin alanlara çıkması, üniversitelerde boykota varan eylemler gerçekleştirmesi üniversitelerin özerkliği ya da bilimsel bir eğitim talebinden daha çok, üniversitelerin diplomalı işsizler yetiştirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gelecek kaygısı oldu. Bugün gelecekten umudunu kesen gençlerin öfkeleri AKP’nin gençlik üzerine yaptığı planın tutmadığını gösteriyor
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan protesto dalgasında en çok dikkat çeken, üniversite gençliğinin bu protestoların en önemli dinamiği, itici gücü haline gelmesi oldu.
Gençliğin karanlık dönemlerde bir meşale, öncü güç haline gelmesine bakarak bugünkü protestolarda ortaya çıkan duruma şaşırmamak gerekiyor diyenler olabilir.
Bugün yaşananlara şaşırmamakla birlikte, üniversite kampüslerinde ve Saraçhane mitinglerinde kendisini gösteren gençliğin hedefleriyle çeşitli tarihlerde kendisini gösteren gençliğin taleplerinin farklı olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Örneğin 12 Eylül’ün karanlık dönemlerinde ilk hareketlenen (hapishane önlerinde tutsak yakınlarının mücadelelerini unutmadan) üniversite gençliği olmuştu. O yılların üniversite gençliği bilimsel bir eğitim, YÖK’ün kaldırılması, örgütlenme özgürlüğü (ki bunu kurdukları derneklerle göstermişlerdi), üniversitelerin özerk olması, üniversite yönetimlerinde temsil edilme hakkı gibi birçok talebi dile getirerek mücadele etmişlerdi. O yıllarda Turgut Özal’ın hazırladığı bir yasa ile üniversite derneklerini kapatarak üniversite rektörlüklerinin denetimi altında merkezi öğrenci derneği yaratma projesine karşı gençliğin verdiği mücadele, 14 Nisan 1987 tarihinde yapılan öğrenci yürüyüşü ve hemen sonrasında Beyazıt Meydanı’nda yüzlerce öğrencinin katıldığı ve binlerce öğrencinin destek verdiği üç günlük açlık grevinin ardından Özal’ın hazırlanan yasayı geri çekmesi gençlik mücadelesinde önemli bir yer tutmaktadır.
Bugünkü gençliğin alanlara çıkması, üniversitelerde boykota varan eylemler gerçekleştirmesi üniversitelerin özerkliği ya da bilimsel bir eğitim talebinden daha çok, üniversitelerin diplomalı işsizler yetiştirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gelecek kaygısı oldu. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasının nedenlerini anlamak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Şubat 2021’de yaptığı bir konuşmada Türkiye’de üniversitelerde okuyan öğrenci sayısının 2 milyon 400 bin olduğunu, bu sayıyı Almanya Şansölyesi Merkel’e söylediğinde şaşırdığını belirtmişti.
Gerçekten de şaşırmamak elde değil. Almanya gibi sanayisi Türkiye’nin çok çok ilerisinde olan, nüfusu Türkiye’yle hemen hemen aynı olan bir ülkede üniversitede okuyan öğrencilerin sayısı 1 milyon 800 bin iken, Türkiye’de üniversitelerde okuyanların sayısı nasıl 8 milyon 400 bin olur? Bu kadar üniversite öğrencisine neden ihtiyaç duyulmuştur?
AKP her ile bir üniversite projesini 2006 yılında hayata geçirmeye başladı. Bu tarihten sonra iki yıl içinde üniversitesi olmayan 41 ilde üniversite açılarak memleketin bütün şehirleri üniversiteye kavuşmuş oldu. 2010 yılından sonra beş yılda Bursa, Konya, Adana, Kayseri, Erzurum’da var olan üniversitelerin yanına bir üniversite, Ankara ve İstanbul’da ise dörder üniversite daha eklendi. AKP hızını alamayarak Bandırma, Alanya, İskenderun ilçelerine de üniversite açarak 53 olan devlet üniversitesi sayısını 109’a çıkarttı. 2006 yılında 24 olan vakıf üniversitesi sayısı ise 2022 yılına gelinceye kadar 75’e çıktı.
Sadece yeni üniversiteler açılmakla kalınmadı, birçok fakülteye ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın yeni bölümler eklendi, var olan bölümlerin kontenjanları artırıldı. Her ilçeye ise bir yüksek okul açılması yoluna gidildi.
Açılan üniversitelerin hiçbir alt yapısı yoktu, ama bu AKP için önemli değildi.
AK Parti’nin her ile bir üniversite hamlesi, 2006 yılında herhangi bir hazırlık ve altyapı olmadan başladı. Bazı üniversitelerin kampüsü bile yoktu, AVM’lerde, apartman dairelerinde eğitim verildi. Bazı üniversiteler sıfır profesör, beş-on öğretim üyesiyle öğrenci alımına başladı. Kadro açığını kapatmak için olmayacak yöntemler izlendi. Üniversitede yeni mezun, yüksek lisansa bile başlamamış araştırma görevlilerine ders verdirildi. Fakültede ders vermesi için liseden, hatta ilkokuldan öğretmenler getirildi. Akademisyen olmak için gereken asgari yeterlilik kriterleri düşürüldü. Düşürülen liyakat çıtalarından torpili olanlar kolayca geçebildi. Öte yandan muhalif olduğu düşünülenler mümkün olduğu kadar elendiler. Mesleki deneyimi ya da entelektüel birikimi olanlar için oluşturulmuş öğretim üyesi kadrosu ise sıklıkla amacının dışında kullanıldı, hiçbir birikimi ve akademik misyonu olmayan yüzlerce insan öğretim görevlisi yapıldı. Bilhassa bu öğretim görevlisi kadrosu, asgari şartları daha düşük olduğu için kadrolaşmanın ve niteliksizliğin en yoğunlaştığı alan oldu.[1]
Vakıf üniversitelerinin durumu devlet üniversitelerinden farklı değil. YÖK’ün 2021 raporunda bu konuda çarpıcı örnekler var. 2021 yılında Haliç Üniversitesi Ar-Ge’ye 76 bin lira ayırırken, reklama 1 milyon 59 bin lira harcamış. Aynı yıl Esenyurt Üniversitesi Ar-Ge’ye 294 bin lira ayırırken, reklama 1 milyon 517 bin lira harcamış. Özellikle özel üniversiteler bir ticaret kurumu haline getirildiği için bilimsel bir eğitime para ayırmak yerine reklama para ayırarak üniversiteye daha çok öğrenci çekmek özel üniversitelerin temel amacı haline geldi.
Üniversitelerde eğitimin kalitesini düşürmek ve istedikleri yönde bir gençlik yetiştirmek için üniversite rektörlerini Cumhurbaşkanı atamaya başladı. Üniversitelerde önlerine koydukları hedeflerin gerçekleşmesinde sorun çıkarabilecek ilerici öğretim üyelerini Kanun Hükmünde Kararnamelerle üniversitelerden ilişkilerini kesilerek kendi parti kadrolarından liyakat sahibi olmayan niteliksiz yeni akademisyenler ürettiler.
Bilim Akademisi’nin de temel ilkelerini oluşturan ama burada biraz daha genişleterek sunmak istediğim üç özellik aranırdı:
1 – liyakat sahibi olmak
2 – dürüst olmak
3 – özgür olmak
Liyakat sahibi olmak demek ehil olmak demektir, yani öğrencilere kaliteli ders verebilme ve kendi araştırmalarını en üst seviyede inşa edebilmek ve yürütebilmektir. Dürüst olmak ise intihal yapmamak, bilgiyi dürüstçe hilesiz hurdasız üretmektir. Özgür olmak ise en zor kavram, felsefenin en kadim kavramıdır. Akademi özelinde anlamı, kendi aklını ve vicdanını kullanarak davranabilmek, bir yerlerden talimatla hareket etmemek, gerektiğinde kendisini atayanlara karşı farklı fikirlerini ve eleştirilerini yöneltebilmektir. Çünkü ancak o zaman üniversite akademik bir vasıf taşır. Bu fikirlere göre ülkemizin 180 bini aşkın öğretim elemanını gözden geçirirsek geriye kaç kişi kalır bilmiyorum.[2]
Bütün bunların bir amacı vardı.
Bir dönem Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yapan ve AKP içinde önemli görevler alan Taner Yıldız’ın “Eğitim seviyesi arttıkça AKP’nin oyları düşüyor” sözleri üniversitelerde eğitimin bilimsellikten uzaklaşmasının nedenini gösteriyor olmalı. Area Araştırma’nın 2021 yılında yaptığı bir araştırmada seçmenin eğitim düzeyi arttıkça AKP’ye oy verenlerin oranının düştüğü sonucunun çıkması da söylediklerimizi doğrular nitelikte. AKP’li öğretim üyesi ve Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı “Bizde şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” demişti.
Tayyip Erdoğan 2012 yılında partisinin gençlik teşkilatının kongresinde yaptığı konuşmada Necip Fazıl Kısakürek’in Çile kitabındaki “Gençliğe Hitabe” şiirinden alıntı yaparak “… Dininin, dilinin, beyninin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik yetiştireceğiz” demişti.
AKP iktidarının sadece üniversitelerde dindar gençlik yetiştirme hedefi yoktu. Hayata geçirdiği üniversite politikasının birçok amacı vardı. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak:
İhtiyaç fazlası milyonlarca gencin üniversiteye gitmesi sayesinde işsizlik rakamları düşmüş olacaktı.
Altyapısı hazırlanmadan açılan üniversitelere giden öğrencilerin barınma sorunu çıkacağı için, cemaatlerin kurduğu yurtlara gitmek zorunda kalacaklardı. Bu durum cemaatlere büyük bir kitle tabanı yaratmak demekti.
Açılan üniversitelerin akademisyen, memur, temizlik görevlisi gibi ihtiyaçları AKP üyelerinden karşılanacağı için bu durum insanların işsizlik sorununu çözen bir parti olarak kitlelerin AKP’ye güveni pekiştirilecekti.
Özellikle taşra üniversitelerinde, ilçelerde açılan yüksek okullarda okuyan gençlere Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gönderilen manevi rehberler üzerinden dindar bir gençlik yaratılacaktı.
Üniversite demek özellikle küçük illerde ve ilçelerde bakkala, manava, kafeye, ayakkabıcıya… gelen müşteri, evini kiraya vermek isteyene kiracı anlamına gelir. Bu nedenle her açılan üniversite ya da yüksek okul bulunduğu yere ekonomik canlılık getirdiği için hükümete güvenin daha çok artacağı düşünüldü.
Vakıf üniversiteler belirledikleri ücreti öğrencilerden aldıklarından daha fazlasını, öğrenci başında destek olarak devletten alırlar. Bu durum yandaşların kurdukları vakıflara sermaye aktarımı anlamına gelir.
Elbette ki AKP’nin üniversitelerde başka hedefleri de vardır, ama durumu anlamak için bu kadarı yetiyor olmalı.
AKP üniversitelerde önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirirken, bu hedeflerin ortaya çıkardığı diplomalı işsizler yaratmak gibi bir sorunu görmezden gelmeye çalıştı ya da çok fazla önemsemedi.
İş bulma, çalışma “şansına” erişen üniversitelilerin hangi koşullarda nasıl bir işte çalıştıkları ise ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Şahin’le görüştüğümüz sıralarda danışmanlığını yaptığım bir tez çalışmasının konusu olduğu için, çalıştığı markette üniversite mezunu çalışan olup olmadığını özellikle soruyorum. ‘Abi üniversite mezunlarını alıyorlar, liseyi bile kabul etmiyorlar. Şimdi öyle. Çoğu yer üniversite mezunu istiyor. Kasabımız var üniversite mezunu. Ekmek bölümünde var, zeytin-peynir reyonunda var. Bir kasiyerimiz tıp okuyo’ diye cevap veriyor.[3]
Bu anlatı bize durumu özetliyor olmalı.
AKP üniversitelerde hedeflerini gerçekleştirmek için bugün ortaya çıkacak sonucu biliyordu. Yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine yoksulluğu bugüne kadar kendi çıkarları yönünde nasıl yönettilerse, üniversitelerde yıllardır birike birike bugüne gelen milyonlarca diplomalı işsizi de dindar gençlik yaratarak yönetebileceğini düşündüler. Bugün var olan durum, hedeflenenle ortaya çıkan sonucun birbirine uymadığıdır.
23 yıldır üniversitelerde gerçekleştirmek istenenin sadece AKP’ye özgü bir durum olmadığını, tüm baskıcı yönetimlerin üniversiteleri kendi denetimi altına alarak kendilerine göre bir eğitim sistemi ve gençlik yaratmak istediklerini unutmamak gerekiyor.
1933’den önce Alman devlet okulları mahalli makamların, üniversiteler de ayrı ayrı devletlerin yönetimindeydi. Şimdi ise hepsi Alman Eğitim Bakanlığı’nın demir yönetimi altına girmişti. Eskiden fakülte profesörlerince seçilen üniversite rektör ve dekanları da şimdi Bakanlık tarafından tayin ediliyordu. Üniversite öğrenci birliğinin liderlerini de Bakanlık tayin ediyordu. Bütün öğrenciler bu birliğe ve öğretim üyeleri de öğretim üyelerinin birliğine girmek zorundaydılar. Eski Nazilerin ellerinde bulunan N. S. Üniversite Öğretim Üyeleri Birliği, kimlerin Nazi kurumlarına göre neler öğreteceklerini kesin olarak tayin ediyordu.[4]
Bugün gelecekten umudunu kesen gençlerin öfkeleri AKP’nin gençlik üzerine yaptığı planın tutmadığını gösteriyor. Plan tutmamış olsa da, üniversite gençliğinin bugün içinde bulundukları durumun neden ve sonuçları iyi irdelenmediğinde gelecekten umudunu kesme halini aşıp umut olma haline gelme şansının olmadığını bilmek gerekiyor.
[1] Tuğba Tekerlek, Taşra Üniversiteleri, sayfa 52, İletişim Yayınları, İstanbul 2023
[2] Esra Mungan. Bir Kurum Yıkılırken: Örnek Vaka Olarak Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, T24, 02 Ocak 2024
[3] Necmi Erdoğan, Kayıp Halk, sayfa 133, İletişim Yayınları, İstanbul 2023
[4] William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu Cilt I, sayfa 396, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul 1968
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.