3 Mart İş Cinayetleriyle Mücadele Günü’nde TMMOB, Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı düzenledi. Açıklamaya İstanbul Tabip Odası’ndan Doktor Yasemin Demirci ve KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Barış Uluocak katıldı. Açıklamada güvenli çalışma ortamı talebi yinelenirken genç doktorlar arasında artış gösteren intihar vakalarına ve çocuk işçiliği yaygınlaştıran MESEM uygulamasına dikkati çekildi
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), 3 Mart İş Cinayetleri ile Mücadele Günü’nde basın açıklaması düzenledi. Basın açıklaması İstanbul Beyoğlu’nda bulunan TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirildi. Açıklamaya Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB) temsilen İstanbul Tabip Odası’ndan Doktor Yasemin Demirci ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nu (KESK) temsilen KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Barış Uluocak katıldı.
📢 Basın Açıklaması:
3 MART İŞ CİNAYETLERİ İLE MÜCADELE GÜNÜ
Canlı Yayın👇🏼
🔗 https://t.co/J5zS0gKGCg pic.twitter.com/beE3TeNCPA
— TMMOB İstanbul (@tmmobist) March 3, 2025
Açıklamada ilk sözü alan Doktor Yasemin Demirci, özellikle genç hekimler arasında olmak üzere sağlık emekçileri arasında giderek yaygınlaşan depresyon ve intiharlara dikkati çekti. Demirci, “Sağlık kolundaki biz sağlık emekçileri de her gün hastanelerde bir takım iş kazalarına maruz kalıyoruz. Çok yakın bir dönemde bir devlet hastanesinde radyasyon sızıntısı sebebiyle meslektaşlarımız iş kazası geçirdi. Bu tabii her zaman olduğu gibi yönetim tarafından gizlendi. Tabii ağır, uzun ve yoğun çalışma saatleri, özellikle kazanılmış bir hak olmasına rağmen uygulanmayan nöbet sonrası izin iş kazalarının artmasına yol açıyor” ifadelerini kullandı.
Demirci’nin ardından KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü, Eğitim-Sen üyesi Barış Uluocak söz alarak Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) uygulaması kapsamında ucuz işgücü olarak çalıştırılırken geçirdiği kazalarda yaşamını yitiren çocukları hatırlattı.
Lise düzeyinde varlık gösteren MESEM uygulamasının ‘Zanaat Atölyeleri’ adı altında ortaokul çağına kadar düşürülerek çocuk işçiliğin daha da yaygınlaştırılmasının hedeflendiğini belirten Uluocak, şunları söyledi:
Yalnızca son bir yılda MESEM adı altında sermayeye bedava işgücü olarak çalıştırılırken yaşamını yitiren 12 çocuğumuz, öğrencimiz var. MESEM’lerin kapatılması talebimizi ısrarla ve inatla dillendirmeye devam ediyoruz. En son Hatay’da bir iş kazasında 3’ü 18, 3’ü 25 yaş altı olmak üzere 6 çocuk ve genç işçiyi kaybettik. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), MESEM’i teşvik e+tmekle kalmadığı gibi çocuk işçiliği 6,7 ve 8’inci sınıf düzeyine indirerek daha da yağın hâle getirmeyi hedefliyor. Son dönemlerde 4+4+4’ün son 4’ünün, yani lisenin zorunlu eğitim kapsamından çıkarılması tartışılıyor. Burada da hedef ilk başta ‘Aile Yılı’ olarak nitelendirdikleri 2025 yılında aile ve nüfus politikaları kapsamında evlilik yaşını daha da geriye çekmek ve gençler arasında yaygınlaşmasını sağlamak. Diğer bir hedef ise okulda, eğitimde olması gereken çocukların ucuz işgücü olarak istihdama katılmasının önünü açmak. 3 Mart İş Cinayetleriyle Mücadele Günü’nde bir kez daha MESEM’lerin kapatılması ve çocuk işçiliğin sonlandırılması talebimizi yineliyoruz.
Konuşmaların ardından ortak basın açıklaması okundu. DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası adına ortak açıklamayı TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aydan Adanır Usta okudu.
Son 22 yılda 32 binden fazla işçinin alınmayan önlemler ve ihmaller sonucu çalışırken yaşamını yitirdiği vurgulandığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:
Bugün 3 Mart 2025, 1992 yılında Zonguldak Kozlu’daki kömür madeni ocağında grizu patlaması sonucu 263 maden emekçisini kaybettiğimiz katliamın 33. yılı. Madenlerde, fabrikalarda, inşaatlarda, tersanelerde işyerleri çalışanların mezarı olmaya devam ediyor. Her yıl binlerce emekçi çalışırken hayatını kaybediyor. Ülkemizdeki iş cinayetlerine dikkat çekebilmek, insan hayatının, işçi sağlığının ve iş güvenliğinin önemini vurgulamak için 3 Mart tarihi TMMOB tarafından ‘İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü’ olarak ilan edilmiştir.
Yaşanan onca acıya, yaptığımız tüm uyarılara rağmen gerekli önlemler alınmadığı, yapılması gereken düzenlemeler yapılmadığı için aradan geçen 33 yılda on binlerce kişi, evine ekmek götürebilmek için çalıştığı işyerinde hayatını kaybetti. İşçiler için ekmek mücadelesi yaşam mücadelesine dönerken, kayıtlara geçen rakamlara göre; 2024 yılında en az 1897 işçinin, iş cinayeti nedeniyle yaşamını yitirdiği tespit edildi.
Emek sömürüsünün derinleştiği; esnek, güvencesiz istihdamın yaygınlaştığı, emek örgütlerinin etkisizleştirildiği 23 yıllık AKP iktidarı dönemi boyunca toplu işçi ölümleri tarihin en yüksek sayılarına ulaşmış, 23 yılda 32 binin üzerinde emekçi işyerlerinde hayatını kaybetmiştir.
En son yangın faciası yaşadığımız Kartalkaya’da insanlarımız patronların daha fazla kar yapmak için önlem almadığı ve kamu otoritesinin denetim yapmayarak buna göz yumduğu için çıkan yangında hayatlarını kaybetmiştir.Sadece toplu katliamlar değil, her gün tekil tekil de olsa birçok işyerinde denetimsizlik ve kar hırsı nedeniyle iş cinayetleri yaşanmaktadır. Emekçilerin hayatlarını kazanmak için gittikleri işyerlerini, hayatlarını kaybettikleri yerler haline gelmesi ülkemizin en büyük trajedilerinden birisidir. Denetimsizlik ve yaptırımsızlık sürdükçe iş cinayetlerini engellemek mümkün değildir.
Bu durum mevcut yasal düzenlemelerin iş kazalarını ve ölümlerini önlemekteki yetersizliğinin, ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda köklü ve yapısal sorunlar olduğunun en açık göstergesidir.Oysa ‘elverişli koşullarda çalışma hakkı’ İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde güvence altına alınmış bir haktır. Emeğin yüzlerce yıllık mücadelesi sonucunda benimsenen bu hak, ‘işçi sağlığı ve iş güvenliği’ adıyla tüm dünyada kabul edilen temel bir çalışma ilkesi halini almıştır.
İşçi sağlığı ve güvenliği alanında 2013 yılında yürürlüğe konulan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çalışma yaşamını düzenleyen tek yasa değildir. Çalışma yaşamı, 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu olmak üzere birçok yasa ile biçimlendirilmiştir. İş yasalarının, çalışanların hakkını korumak ve geliştirmek amacını temel ilke edinmesi gerekirken, 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve alana ilişkin yapılan diğer düzenlemeler işverenlerin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Esnek ve kuralsız çalışmayı, geçici iş ilişkisini, taşeronlaştırmayı, ödünç işçiliği yasal hale getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan işçi sağlığı ve iş güvenliğini işveren yükümlülüğü olarak görmeyen, örgütlülük önüne engeller koyan düzenlemelerdir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile işçi sağlığı ve güvenliği alanı, taşeronlaştırılmış, piyasa koşullarına terk edilmiştir.Bu yasayla beraber, işverenin işçi sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü, Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri (OSGB) adıyla kurulan, irili ufaklı şirketlere bırakılmıştır. Bunun sonucunda da işçi cinayetleri ve meslek hastalıkları hızla artmıştır. 6331 sayılı Kanunu, İşçi Sağlığı ve Güvenliğini Taşeronlaştırma Yasası olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. İşverenler iş yerlerinde iş kazalarına yönelik koruyucu, etkin ve yeterli önlemlerde bulunmadıkları için, siyasi iktidar bu kazaların ölümle sonuçlanacağı bilindiği halde kazaların önlenmesi için yeterli ve etkin denetleme yapmadığından, ayrıca yükümlülüklerini yerine getirmeyen işyerlerine caydırıcı yaptırımlar uygulamadığından doğrudan sorumludur.
Ülkemizde iş cinayetlerinin, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının bu denli yaygın olmasının bir diğer nedeni de, emekçilerin sendikal haklarının baskı altında tutulmasıdır. Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller tüm çalışanlar için kaldırılmadıkça işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yol almak mümkün olmayacaktır. Sendikasız uzman, sendikasız işçi, örgütsüz bir çalışma yaşamı ile emekçiler tüm olumsuzluklara açık ve savunmasızdır. Bu savunmasızlığa karşı adil yargılanma, örgütlenme, insani koşullarda bir çalışma yaşamı ve işyerlerinde emekçilerin ölmeyeceği, yaralanmayacağı, sakat kalmayacağı bir düzen istiyoruz.
İş cinayetleri ve iş kazalarının büyük çoğunluğunun önlenebilir nitelikte olduğunu hepimiz biliyoruz. Bilimsel ve teknik ölçütler doğrultusunda atılacak adımlarla, göz göre göre ‘geliyorum’ diyen facialara son vermek mümkündür. Ancak bunun için önce insan hayatına ve emeğe değer veren bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir.
Bizler, her 3 Mart’ta olduğu gibi bugün de iş kazaları ve iş cinayetleriyle mücadele etmek için sesimizi yükseltiyoruz. Ölüm, yaralanma ve sakat kalma; esnek ve güvencesiz çalışma hiçbir emekçinin kaderi değildir. İnsan onuruna yakışır, güvenli ve güvenceli çalışma hakkımız, mesleğimiz için sesimizi yükseltiyoruz.
Tüm ülkede, tüm çalışma alanlarında iş güvenliği önlemlerinin artırılması, etkin denetim sisteminin yerleştirilmesi, iş cinayetlerinin ve iş kazalarının durdurulması için yılmadan mücadele edeceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz.
Kaynak: BirGün