Devrimci Yol’un Karadeniz’deki örgütlenmesinde/başarısında önemli rolü olan Sedat Göçmen son yolculuğuna uğurlanırken oluşan fotoğraf, bugün genelde Türkiye solunun özelde tüm muhalif kesimlerin ihtiyacı olan bir içeriğe sahipti. Yan yana, iç içe, bir arada yüründü; aynı sloganlar atıldı
“Ölülerin şiarı yoktur. Onların kendisi şiardır.”
(Duvardaki Sarmaşık Gibi)
Devrimci mücadele, dünyada olduğu gibi ülkemizde de her biri şiir, her biri destan yaşamlara sahne oldu. O sürece dair acılar, kayıplar gibi mutluluk verici, her anımsandığında onur duyma sebebi olan pek çok pratik vardır; yaşanmışlıklar anılara da kitaplara da sığmaz. Gidenlerin yanında götürdüğü yazılmamış pek çok anı vardır. Sonuçta yaşanmış ve gerekli karşılıkları almış olması başlı başına bir değerdir; bu bağlamda iz bırakmak, anlamlı yaşamak ve yaşatılmak anıların bilinip bilinmemesine indirgenmemelidir. Ve bana göre bir devrimcinin son yolculuğunu üstlenenler o neye inanıyor veya inanmıyorsa, bunu dikkate alarak hareket etmelidir.
Geçtiğimiz günlerde Uruguay eski Devlet Başkanı Mujika, “Döngüm sona erdi. Samimi olarak, ölüyorum. Ve bir savaşçının dinlenmeye hakkı vardır” diyerek, bir devrimcinin ölümle ve doğayla ilişkisini farklı bir açıdan yansıttı. Bu gerçekçilik Castro‘da, cenazesine dair vasiyeti ve hiçbir gösterişe yer vermeyen mirasında da vardı. Eğer mesele dolu dolu ve anlamlı yaşamaksa bu, en çok devrimcilere yakışır.
Sedat Göçmen’i elbette yalnızca cenazesi, o sırada oluşan fotoğraf, katılım yoğunluğu vb. üzerinden değil, bilinen veya bilinmeyen yaşam kesitleriyle onu bir bütün halinde tanımlayacak kimliği ile anmak gerekiyor.
Bugün çok daha fazla konuşulur ve tartışılır hale gelen anlamlı yaşam, doğru değerlendirildiğinde görülecektir ki insanın ne kadar yaşadığı değil, nasıl yaşadığıdır önemli olan. Zamanı üreterek değil, “tüketiyorum o halde varım” diyecek kadar piyasa esiri olarak yaşayanların yanında devrimciler, yaşam ustası sayılırlar; acı, bedel vb. bu gerçekliği değiştirmez.
Ernst Bloch, sanatın öte dünya yerine bu dünyayı “sonsuz” görmeyi sağlayan bir perspektif açtığını; sonsuzluğun ise “mümkün”ü genişleten bir ufuk sunduğunu söyler. İşte devrimciler tam da bu bağlamda devrimciliği bir yaşam biçimi, yaşamı bir sanat olarak algılayan kuşaktandır.
Devrimci Yol’un Karadeniz’deki örgütlenmesinde/başarısında önemli rolü olan Sedat Göçmen son yolculuğuna uğurlanırken oluşan fotoğraf, bugün genelde Türkiye solunun özelde tüm muhalif kesimlerin ihtiyacı olan bir içeriğe sahipti. Yan yana, iç içe, bir arada yüründü; aynı sloganlar atıldı. Katılımcıların çeşitliliği, ortaklaşmış tek bir fotoğraf oluşturmaya engel olmadı; sloganlarda, ona atfedilen değerlerde ve mirasına verilen önemde bir farklılaşmaya sebep olmadı. İşte cenazeden yansıyan bu mesaj, hepimize sorumluluk yüklüyor.
Sedat Göçmen’in ardından çocuğunun da eşinin de yoldaşlarının da dostlarının da aynı şeyleri söylemesi onun tutarlılığıdır. Yaşamın bütününde aynı değerlere sahip olması, yaşamı bireysel ve politik olan diye ayırmaması ve son yolculuğuna kadar, neyi savunmuş ne için tutsak düşmüş ve bedel ödemişse diğer bir ifadeyle neyi doğru bulmuşsa onu ifade etmiş, yaşamına içermiştir.
Çalışma tarzında da ifade tarzında da en belirgin özelliği, açık ve anlaşılır olmasıydı. Yeni Amerikalar keşfetme, içerik ve anlamı ağdalı ifadelerin gölgesinde bırakma, aforizma ile yetinme vb. eğilimlerin arttığı günümüzde, sade ve herkesin anlayabileceği bir dilde devrimciliği ifade etmek daha da değerli hale gelmiştir. Sedat, ne anlatırsa anlatsın böyle bir tarzı vardı.
Ardından yapılan konuşmaların da onu sonsuzluğa uğurladığımız gün ülkedeki gündemin de ortak paydasından bir mesaj çıkarılacak olursa bu, “ezilenlerin yoldaşlığı bir tercih değil bir zorunluluktur” biçiminde olurdu. Bu mesajı, onun hepimize, tüm devrimci sol yapılara vasiyeti olarak kabul etmek, hiçbirimizi azaltmaz ama inanıyorum ki hepimizi çoğaltır.
Tutsaklıkta hemen tüm farkların birlikte hareketin önünde bir engel olmaktan çıkmasıyla, tek tek her hapishanede ve bir arada tüm hapishanelerde tüm tutsaklar arasında yoldaşlaşmanın yaşanması; karşı devrimci ideolojinin de fiziki saldırıların da aynı siperde karşılanması, ne yazık ki bugüne dek bu ortaklaşmayı dışarıya taşımaya yetmedi. İçerideki zorunlulukların dışarıdaki izdüşümü görülemedi veya öznellik zorunlulukları baskıladı.
Dünya ölçeğinde giderek kapsam büyüten emek/halk karşıtı risk ve tehditlere baktığımızda, dünyanın küresel bir hapishaneye dönüştüğünü görmekte güçlük çekmeyiz. Son olarak Trump’ın onbinlerce göçmeni, gerçekte gasp edilmiş bir üs olan ve bugüne dek bir işkence laboratuvarı olarak kullanılan Guantanamo’ya gönderme planından söz etmesi gerçekte tüm dünya halklarına bir mesajdır; tehdittir.
Dönem, emperyalizmin ve faşizmin küresel tehdidinin daha açık hissedileceği bir dönemdir. Trump’ın görevi devralırken verdiği fotoğraf karesine giren iş adamlarının ve bu iş adamlarının başında olduğu tekellerin dünyaya nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlamak; emperyalizmin ve faşizmin sınıfsal niteliğini anlamaktan ve giderek çap büyüten topyekun saldırıları soldan karşılamanın önemini kavramaktan geçiyor.
Onların suç ortakları niteliğindeki fotoğrafına karşı, 30 Ocak günü Şişli sokaklarından yansıyan yoldaşlık fotoğrafı, nasıl yapmak gerektiğinin fotoğrafıdır; aynı zamanda az değil, dağınık olunduğunun, grupsal ve kişisel patikaların değil, YOL’un tercih edilmesi gerektiğinin ifadesidir.
Bugün duruşta isabet ve mücadelede sonuç alıcılık için, süreçleri bireysel ve parçalı değil, bütünsellik içinde ve günün ihtiyaçları bağlamında değerlendirmeli, “ya hep ya hiç” ayrıştırıcılığı, mücadelenin gereklerinin yerine konulmamalıdır.
Alper Taş yaptığı konuşmada “Sedat ağabey hepinize mücadeleyi sahiplenmeyi, ilerletmeyi söylememi isterdi. Biz bu tabloyu hak etmiyoruz, birbirimizi kazanmamız gerekiyor, sadece sahip olduğumuz tarih bile önümüzü aydınlatmaya yeter, gelişkin tarihimizle mücadeleyi sırtlamamız gerekiyor. Bu gidişatı değiştirmemiz gerekiyor. İnsan kazanmalı, birbirimizi kazanmalıyız. Birbirimizi kazanarak, birleşe birleşe, direne direne kazanmanın yolunu, yöntemini bulmalıyız.” dedi. Evet fotoğraf buydu; birleşik mücadelenin, cenaze fotoğrafından hayatın gerçekliğine taşınmasının gerekliliği ise yaşayanların ertelenmemesi ve geciktirilmemesi gereken sorumluluğudur.
“Bizim zamanımız işin bitmesi ile sınırlıydı. İş bitmeden dinlenmek, uyumak, soluklanmak lükstü. 1978’de bütün köylere gideceğiz diye hedef koyduğumuz zaman yani bu nasıl olabilir filan diye düşünmedi arkadaşlarımız. 117 köy, 5 mahalle hepsine gideceğiz. Gece gündüz bütün Fatsa‘nın köylerinin dağı taşı bizim sloganlarımızla donatıldı.(…) Ya bu adamlar uyku uyumaz mı diye sorarsanız ben de şaşırıyordum arkadaşlarımın uyku dahi uyumadan bir gecede bir kısım yerlere yazılar yazıyor, ertesi gün de köylerde, mahallelerde konuşmalar yapıyorlar. Fındıktaki sömürüyü anlatıyorlar, faşistlere karşı çatışmalar gündeme geliyordu. O zaman; saldırılara karşı nöbet tutuyorlar yani böyle bir çalışma. Siyasi çalışmada hakikaten çok emek isteyen şeylerdir. Doğru fikirleri söylemek yetmez. Doğru fikirleri uygulamak gerekir; o bakımdan ter akıtmak çok önemli. Ama doğru fikirler etrafında ter akıtmak.” (Sedat Göçmen)
Fatsa için yazılacak, söylenecek çok şey var. Sedat Göçmen’in aktardığı bu kesit, devrimci çalışmayı, yabancılaştırıcı emekten ayıran bir niteliktir; devrimci emeğin özgürleştirici niteliğidir. Fatsa’nın hamurunda da bu türden, ilmik ilmik örülmüş, yıldızlı pusulayla rotası belirlenmiş kolektif bir emek vardır.
Sonsuzluğa uğurladığımız yoldaşlarımıza karşı sorumluluklardan biri de hayatının eksenine koyduğu değerleri yaşatmak, güncellemek ve yeniden üretmektir. Geçmişe dair, “filanca yerde şunlar yapıldı veya şunlar yapılmadı, eksik kalındı” demek yetmez. Fatsa’da olduğu gibi halkın en geniş katılımıyla kardeşleştirici ve yoldaşlaştırıcı bir duruşla, geleceği bugünden somutlayacak pratikler, üretimler ortaya koymak gerekiyor.
Sözümüz, sırtında yumurta küfesi olmayanlara değil, giderek artan saldırıları soldan birleşik bir akılla ve güçle karşılamanın önemini kavrayanlaradır. Dün, ortak değerler ve sorumluluklar nasıl bizleri bir araya getirdiyse bugün de geçmişin birikimi, ortak değerler ve mücadelenin ihtiyaçları bizleri bir araya getirmelidir. Gidenlere karşı sorumluluklarımız da vefa borcumuz da bunu gerektiriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.