Suriye’nin parçalanmış hali ve zayıf bir devlet olarak kalması, İsrail’in güvenliği açısından daha avantajlı olduğu düşüncesi İsrail’in stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Genel olarak, Suriye’de kalıcı bir istikrarın kısa vadede sağlanması çok zor görünüyor
Ortadoğu’nun jeopolitiği bağlamında tarihsel olarak son yüz yıllık tarihsel süreç içinde Ortadoğu askeri, ekonomik, sosyal, siyasal olarak hep savaş konjonktüründe olmuş ve birinci dünya savaşı sonrası Ortadoğu’da güç dengeleri İngiltere ve Fransa kontrolünde ve İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin de bölgeye müdahalesiyle bölge sonu gelmez yüz yıllık savaşlara sahne olmaya devam etmektedir…
Ortadoğu’nun jeopolitiği, tarih boyunca stratejik kaynakları nedeniyle emperyalist güçlerin ilgisini çekmiş, bu önemi nedeniyle önemli stratejik, ekonomik ve siyasi etkilere sahip bir bölge olmuştur. Son yüz yıllık tarihsel süreçte, özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası, bölgedeki toplumsal, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişimler dünya siyasetini şekillendirmiştir. Bu dönemin başlıca önemli olaylarını ve gelişim süreçlerini şöyle özetleyebiliriz…
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Ortadoğu’da yeni bir düzenin kurulmasına yol açmış ve Ortadoğu Osmanlı sonrası yeniden dizayn edilmiştir. Osmanlı’nın bölgedeki topraklarının paylaşılması, özellikle İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki nüfuzunu artırmasına neden oldu. Savaş sırasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması’yla (1916), Ortadoğu’nun haritası yeniden çizildi. Bu antlaşma, bağımlı, sömürge, yarı sömürge Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi devletlerin ortaya çıkmasına yol açtı.
İngiltere ve Fransa, savaştan sonra Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında bu bölgeyi yönetmeye başladı. İngiltere; Irak, Ürdün ve Filistin’de etkili olurken, Fransa ise Suriye ve Lübnan’da manda yönetimini kurdu. Bu dönemde, Arap dünyasında milliyetçilik akımları güçlenmeye başladı ve bu durum, gelecekteki mücadelelerinin temellerini attı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası yarı bağımsızlık hareketleri Ortadoğu’da hız kazandı. 1948’de İsrail devletinin kurulması, bölgedeki en kritik gelişmelerden biriydi. Bu gelişme, Arap-İsrail çatışmasını başlattı ve Arap dünyasında siyasi ve toplumsal dengeleri derinden etkiledi. İsrail’in kurulmasıyla birlikte, bölgedeki güç dengesi tamamen değişti ve Arap dünyası ile Batı arasında daha karmaşık bir ilişki dönemi başladı.
Soğuk Savaş, Ortadoğu’yu ABD ve Sovyetler Birliği’nin nüfuz mücadelesine çekti. Bölgedeki ülkeler, bu iki emperyalist gücün etkisi altında kendi ittifaklarını kurmaya çalıştı. Mısır’ın lideri Cemal Abdülnasır, sosyal demokrat, revizyonist politikaları benimseyerek Sovyetler Birliği ile yakınlaştı. Aynı dönemde ABD, Suudi Arabistan ve İran gibi petrol açısından zengin ülkelerle daha yakın ilişkiler geliştirdi.
Ortadoğu, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip bölgesi olarak özellikle 1970’lerde petrol krizleriyle küresel ekonomi üzerinde büyük bir etki yarattı. Bu süreçte Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) bölgedeki stratejik önemi arttı. 1973’teki petrol ambargosu, petrolü bir siyasi silah olarak kullanma gücünü ortaya koydu. Bu gelişme, bölge ülkelerinin ekonomik olarak daha güçlü kılarak, ekonomik olarak kısmi bağımsız olmalarını sağlarken, iç politikalarını da süreç içinde dönüştürdü.
1979 yılında İran’da İslami ortaçağ kalıntısı molla Devrimi’nin gerçekleşmesi, Ortadoğu’da derin jeopolitik etkiler yarattı. İran’da Batı yanlısı Şah rejiminin devrilmesi ve Ayetullah Humeyni’nin başını çektiği İslamcı rejimin kurulması ve bölgedeki diğer monarşiler de Batı için bir tehdit olarak algılandı. Bu, Suudi Arabistan ile İran arasında derin bir mezhep çatışmasının doğmasına da neden oldu.
2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede Mısır, Libya, Suriye gibi birçok Arap ülkesine yayılan “Arap Baharı”, bölgedeki birçok rejimin devrilmesine veya zayıflamasına neden oldu. Ancak, bu süreç sonrasında bölgedeki birçok ülkede istikrarsızlık ve iç savaşlar başlattı.
Suriye’deki iç savaş, Türkiye, İran, Rusya, İsrail, ABD vs. güçlerin müdahalesiyle büyük bir krize dönüştü. Bölgede güç dengeleri, Rusya’nın garantörlüğünde bir kez daha değişti.
Son yıllarda Suudi Arabistan ile İran arasındaki bölgesel rekabet giderek arttı. Suudi Arabistan, Sünni dünyasında liderlik iddiasını sürdürürken, İran Şii nüfuzunu artırma stratejisi izledi. Yemen, Suriye ve Irak gibi ülkelerde bu iki güç arasında vekâlet savaşları yaşandı.
Bütün bu süreçler bağlamında Ortadoğu’daki güç dengeleri, Birinci Dünya Savaşı sonrası Batı’nın bölgeye müdahalesiyle şekillenen yeni sınırlar ve devletlerin kurulmasıyla değişti. Bölge, Soğuk Savaş sürecinde emperyalist güçlerin çekişmesine sahne olurken, 1970’lerden itibaren petrolün stratejik önemi ekonomik ve siyasi güç dinamiklerini etkiledi. İran Molla Devrimi, Arap-İsrail çatışması ve Arap Baharı gibi önemli olaylar, bölgedeki toplumsal, siyasal ve ekonomik dengeleri yeniden belirledi.
Bugün ise Suudi Arabistan-İran, Türkiye, İsrail eksenli bir güç mücadelesi, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendiren temel dinamiklerden biri olarak öne çıkıyor. Emperyalist müdahale bu süreci yaratarak, gelinen aşamada İsrail üzerinden Gazze ve Lübnan’a karşı yapılan işgalci ve imhacı bir süreçle birlikte, bölgesel bir paylaşım savaşına dönüşmüştür diyebiliriz.
Suriye savaşında Türkiye, İran, İsrail ve Amerika etkisi ve savaşın bölgesel düzlemde toplumsal ve sosyal etkileri daha uzun süre devam edecektir.
Suriye savaşı, sadece bir iç savaş değil, bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmasının merkezine oturan çok boyutlu bir krize dönüşmüştür… İsrail ve ABD’nin rolü de bu bağlamda hem doğrudan hem de dolaylı olarak şekilleniyor.
İsrail, Suriye’deki İran etkisini en büyük tehdit olarak görüyor. Bu nedenle özellikle İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah’a ait olduğu iddia edilen askeri hedeflere hava saldırıları düzenliyor. İsrail, Golan Tepelerini Suriye savaşından önce işgal altında tutuyordu; savaş sonrası bölgede İsrail’in fiili kontrolü arttı. Suriye’nin parçalanmış hali ve zayıf bir devlet olarak kalması, İsrail’in güvenliği açısından daha avantajlı olduğu düşüncesi İsrail’in stratejisinin temelini oluşturmaktadır.
2011’den itibaren Beşşar Esad yönetimine karşı olan gruplar (özellikle Suriye Demokratik Güçleri, Özgür Suriye Ordusu gibi) ABD tarafından desteklendi. IŞİD ile mücadele söylemiyle Suriye’nin kuzeydoğusunda asker bulundurdu, ancak asıl amaçlarından biri İran ve Rusya’nın nüfuzunu sınırlamak ve Türkiye’nin Kürt bölgesine yönelik operasyonlarını engellemekti.
2018’de ve yeni dört yıllık başkanlık sürecinde Trump yönetimi Suriye’den çekileceğini açıklasa da ABD hâlâ ülkede, özellikle petrol sahalarında varlık göstermeye devam ediyor.
Mülteci krizi ve demografik değişimler bölge genelini etkileyerek, yeni savaşlar tetiklemekte. Savaş boyunca 10 milyondan fazla insan yerinden edildi ve Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Avrupa ülkeleri büyük mülteci akınlarıyla bu süreçte karşı karşıya kaldı. Yine bu süreçte Suriye içindeki etnik ve mezhepsel dengeler değişti; birçok Sünni Arap bölgeden kaçarken, Alevi ve diğer azınlıklara karşı acımasız katliamlar yapıldı ve farklı İslami gerici faşist paramiliter El-Kaide, IŞİD, HTŞ gibi gruplar belirli alanlarda (İdlib) yoğunlaşarak sonrasında Şam’ı ele geçirmiş, Culani takma adlı Ahmed Eş- Şara, bu süreçte diktatörlüğünü ilan etmiştir. Bu cani, hâlâ dünyaca “terörist” olarak kabul edilmektedir…Türkiye’de de!
Devletin çöküşü, ordunun dağılması ve milisleşme süreciyle birlikte Suriye, merkezi otoritenin büyük ölçüde kaybolduğu ve çeşitli grupların kontrol ettiği bir coğrafya haline geldi.
Devlet dışı aktörler (Hizbullah, İran destekli milisler, cihatçı gruplar, PYD/YPG, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri) kalıcı hale geldi. Ekonomik çöküş ve yoksulluk eşliğinde Suriye ekonomisi büyük ölçüde tahrip oldu; altyapı çöktü, işsizlik arttı, temel gıda ve ilaç sıkıntısı bugün en büyük sorunları…
ABD’nin uyguladığı “Sezar Yasası” (2019 Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası, Sezar Yasası olarak da bilinir, eski Suriye hükümetine, eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad da dahil olmak üzere, Suriye halkına karşı işlenen savaş suçlarından dolayı yaptırım uygulayan Amerika Birleşik Devletleri mevzuatıdır.) yaptırımları, Suriye ekonomisini daha da zorlaştırarak halkın yaşam şartlarını kötüleştirerek adeta felç etti…
Türkiye, Rusya, İran ve Körfez ülkeleri arasında yeni ittifaklar ve gerilimler önümüzdeki sürecin fay hatları…İran’ın Suriye’deki varlığı, İsrail ve Arap ülkeleri için tehdit olarak algılanarak İsrail’in daha fazla saldırmasına neden oluyor. Kuzey Irak ve Suriye’de Fırat’ın doğusundaki Kürt coğrafyasında Türkiye’nin operasyonları ve çatışmalar devam etmektedir. Sonuç, parçalanmış bir Suriye…
İsrail, Suriye’de İran’ın etkinliğini kırmak için daha fazla saldırırken, İran ve müttefikleri pasif ve defansif kalmaya devam ediyor.
Türkiye; ABD, Rusya ve İran ile aynı anda diplomasi yürütmeye çalışırken, İran’ın Suriye’deki olası varlığı Türkiye için de bir sorun.
Batı’nın yaptırımları hala devam ediyor mu, belirsiz. Roma toplantısı sonrası pastanın nasıl bölüşüleceği hala ortada.
Toplumsal yıkımın uzun süreli etkileri Suriye halkı üzerinde savaş sonrası dönemde de devam edecek, ekonomik sorunlar, travmalar ve göç krizleriyle mücadele devam edecektir.
Genel olarak, Suriye’de kalıcı bir istikrarın kısa vadede sağlanması çok zor görünüyor. Bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki çıkar çatışmaları, toplumsal dokunun daha da zayıflamasına ve devletin bir süre daha istikrarsız kalmasına neden olacak gibi görünüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.