2013 yılındaki “çözüm sürecinden” dersler çıkartan iktidar, bu süreci demokratik bir genişleme ve karşı tarafa alan açma biçiminde değil aksine “kadife eldivenin içerisindeki demir yumrukla” götürmek istiyor. Burada önemli ve altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da Kürt hareketinin iktidara duyduğu güvensizliği her düzeyde dile getirmesi ve eğer süreç ilerleyecekse bu duruma denk düşecek demokratik değişikliklerin yerine getirilmesine yönelik ısrarlı tutumudur
İmralı’dan yapılması planlanan ve taşıdığı mesaj itibariyle “tarihi” bir nitelik atfedilen çağrının öngörülen zamanlaması 15 Şubat yaklaştıkça ilgili çevrelerde beklenti yükselmeye başladı. Her iki taraftan da basına servis edilen içerikler, yine tarafların kendi tabanlarını hazırlamanın ve buna uygun bir siyasal konumlanışın zemini oluyor. Buna uygun olarak “silah bırakma” ve “terörsüz Türkiye” devletin temel argümanı olurken, Kürt hareketi ise bütün vurgularını “demokratik dönüşüm” ve “barış” söylemi üzerinden inşa ediyor. Ve yine tarafların bütün açıklamaları da herhangi bir varsayım ya da tahminler üzerinden değil İmralı’daki masanın somut bilgilerine dayanıyor.
Bilinir, “siyasetin kansız savaş, savaşın da kanlı siyaset” olduğu söylenir. Bu bakımdan şimdilerde yaşanan gelişmeler Kürt Hareketi ve devlet arasındaki savaşın yeni ve belki de son merhalesidir. Dolayısıyladır ki tarafların üzerinde ortaklaştıkları ya da anlaşabilecekleri politik hedefler yoktur ve olamazda. Bu evrede sonuçları belirleyecek olan savaşın ya da başka bir deyişle siyasetin doğası olan güç ilişkileridir. Çizilecek uzlaşının çerçevesi tarafların birbirini sınadığı 50 yıllık savaşın sonuçları ve gelecekteki olası ihtimallere göre şekillenecektir. Eğer süreç selamete ulaşır ve taraflar masayı devirmeden oturdukları sandalyeden kalkabilirse kazananı ve kaybedeni belirleyen yine bu güç ilişkileri olacaktır.
Devlet ve Kürt hareketi arasındaki savaş, oldukça ağır ve kanlı bir anaforun içerisinden geçiyorken nasıl oldu da işler bu noktaya geldi? Devlet ve Kürt hareketi arasındaki çelişkilerin çözümü hangi gerekçelerden ötürü yeniden İmralı’ya devredildi?
Bu sorulara bir yanıt aranacak olursa elbetteki ilk söylenmesi gereken başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerdir. İsrail-Filistin savaşı ile başlayan süreç, Hizbullah’ın önemli ölçüde güç yitimine uğratılması, yine İsrail saldırılarıyla İran’ın Suriye’deki varlığının geriletilmesi, Rusya’nın etkin bir aktör olarak zayıflaması ve tüm bunların sonucunda Suriye’de BAAS iktidarının devrilmesi.
Popüler bir tabirle söylenecek olursa Ortadoğu’da haritaların değiştirildiği bu dönemeçte sıranın İran ve Türkiye’ye doğru geleceği her kesim tarafından dillendiriliyor. Ve bu çelişkilerden doğacak boşluğu devlet dışı özneler arasından Kürt hareketinin herkesten önce dolduracağı aşikar. İşte tam da bu noktada mevcut iktidar, “devlet aklını” devreye sokarak bu gelişmenin önüne geçmek istemiştir. Son günlerde Türkiye’nin başta Irak olmak üzere bölge devletleriyle Kürt hareketine karşı bir ittifak arayışı da bundandır.
Yine anlaşılması gereken bir diğer nokta, son çözüm sürecinin sonlanmasının ardından 2015’ten bugüne süregelen on yıllık savaşın devlete kesin bir zafer kazandırmadığıdır. Açık ki Kürt hareketi “silahları ile toprağa gömülebilseydi” İmralı opsiyonu devreye sokulmayacaktı.
Ancak Kürt hareketinin de bu on yıllık savaş süreci içerisinde siyasal-askeri bir daralma yaşadığı rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Devlet aklı da bu gerilemeyi gördüğünden ötürüdür ki, Kürt hareketini yeniden güçlenebileceği bir konjonktürün içerisine sokmadan tasfiye etmeyi ve kurulacak masada en azına razı etmeyi planlıyor.
Yine bir diğer husus Türkiye için Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt siyasi varlığının en kırılgan ve taarruza en açık anında olmasıdır. Çünkü Kürt hareketi için sahada kendisine manevra alanı açan bölgesel ve uluslararası çelişkiler Esad sonrası Suriye’de silikleşmiş ve Kürt hareketinin politika alanını daraltmıştır. An itibariyle fiili olarak bir devlet gibi hareket etme kabiliyetine sahip olan Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’in uluslararası aktörlerin de onayıyla tasfiye edilmese de “genişletilmiş yerel demokrasi” sınırlarına çekilebilmesi bir olanak olarak Türkiye’nin önündedir.
İmralı’da kurulan masanın en önemli ayaklarından birisi bu olduğu gibi, eğer denklemi değiştirecek bir gelişme yaşanmazsa, olası bir “anlaşma” da bu olasılığın üzerinden kendi yolunu bulacaktır.
Kürt hareketinin içerisinde bulunulan süreci nasıl değerlendirdiği anlamak için Kürt hareketinin önderliğinin verdiği ilk mesajlara bakmak gerekiyor. Buna göre İmralı’nın süreç karşısındaki perspektifinin temelini “mücadele araç gereç ve yöntemlerinde bir dönüşüm” fikri oluşturuyor. Bu bakımdan söylenecek olura evet, “silah bırakma çağrısı” gelecektir. Ancak İmralı’nın literatüründe bu çağrı “yeni bir demokratik-siyasal hamle” olarak tarifleniyor ve “mücadeleyi sonlandırmak” bir yana “farklı tarzda bir mücadele sürecine geçileceği” belirtiyor
Elbette ki Kürt hareketini yakından takip edenler için bu söylemler yeni değil. 1993’te başlayan tek taraflı ateşkesten bu yana belirli dönemlede tekrarlanmış ve 2000’ler sonrasındaki programatik değişiklikle daha stratejik bir içeriğe kavuşturulmuştur.
Son olarak hatırlanacaktır ki 2013 yılında Diyarbakır’da açıklanan Newroz deklarasyonunda “silah devrinin biterek fikir döneminin başladığı” ilan edilmişti. Ancak yaşananlar, öngörüldüğü gibi olmamış, Rojava’da, Medya Savunma Alanları’nda ve Türkiye sınırları içerisinde son elli yılın en ağır savaş sürecinin içerisinden geçilmişti.
Peki bu noktada devletin iddia ettiği gibi Kürt hareketinin hiçbir şey kazanmadan, yalnızca silahlarını bırakarak elli yıllık silahlı mücadeleyi tasfiye etmesini beklemek mümkün müdür? Ya da Kürt hareketinin kesin bir yenilgi durumu söz konusu değilken, ve “teslim olmak” için belirgin bir gerekçe yokken, “herhangi bir pazarlık” olmaksızın ve “herhangi bir şey kazanmaksızın” her şeyin sona erdirileceğini düşünmek ne kadar gerçekçidir?
Hatırlanacak olursa bir önceki görüşme süreci, irili ufaklı birçok çatışma dinamiğini içerisinde barındırmakla birlikte her iki tarafın da Rojava’yı kırmızı çizgi ilan etmesi ile sonlanmıştı. Eğer öyleyse ilerleyen bu yeni sürecin Rojava’da bir durum değişikliğine yol açmadan sürdürülmesi mümkün müdür?
Hem politik konjonktür hem de bir biçimiyle kamuoyu ile paylaşılan görüşmelerin içeriği Suriye’de Rojava’nın geleceğine yönelik olası bir uzlaşmanın mümkün olabileceğini gösteriyor. Ya da tersini söylemek gerekirse, Suriye’de çözüm gerçekleşmeden Kürt hareketinin Rojava’da yüzbine yaklaşan askeri gücünü dağıtması mümkün değildir. Hele ki, diplomatik görüşmelerin yoğunlaştığı, uluslararası aktörlerin SDG ve Özerk Yönetimi muhatap kabul ettiği ve muhtemel bir statünün yüksek sesle dillendirildiği bir dönemde Kürt hareketinin Suriye’de hiçbir güvence almadan kendisini silahsızlandıracağını düşünmek olası değildir.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Suriye krizinde siyasal bir çözüm gelişse dahi bu tek başına Kürt hareketinin kendisini silahsızlandırması için yeterli değildir. Kamuoyunda tartışılmıyor ve dillendirilmiyor olsa da İmralı’nın kimi anayasal değişiklikleri şart koştuğu ve temel ulusal kolektif hakların kabul edilmediği hiçbir çözümün mümkün olmadığını belirttiği söyleniyor.
Ancak bunun için devletin ön şartı silahların bırakılması. 2013 yılındaki “çözüm sürecinden” dersler çıkartan iktidar, bu süreci demokratik bir genişleme ve karşı tarafa alan açma biçiminde değil aksine “kadife eldivenin içerisindeki demir yumrukla” götürmek istiyor.
Burada önemli ve altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da Kürt hareketinin iktidara duyduğu güvensizliği her düzeyde dile getirmesi ve eğer süreç ilerleyecekse bu duruma denk düşecek demokratik değişikliklerin yerine getirilmesine yönelik ısrarlı tutumudur. Yine İmralı heyetinin kamuoyuna yaptığı açıklamaların satır araları okunacak olursa İmralı “devlet tarafında bir netleşme olmadığını” belirtmektedir.
Sürecin nasıl ilerleyeceğine dair kesin ve köşeli ifadeler söyleyebilmek mümkün değil. Ancak bu sürecin sonucunda devletin demokratik anlamdaki dönüşümünü beklemek hayalcilik olur. Eğer ki süreç tarafların öngördüğü gibi giderse, Kürt hareketinin atacağı adımlara paralel olarak devletin de yapmak zorunda kalcağı kimi yükümlülükler olacaktır. Ancak bu adımları dengeleyecek biçimde baskı aygıtları da işletilecektir. Eğer bir benzetme yapmak gerekirse müzakere ve şiddet enstrümanlarının birlikte kullanıldığı bir süreç olacak, iktidar Kürt hareketine alan açmamak için cephe gerisini olabildiğince sıkı tutacaktır
Hatırlanacaktır, güncel bir örnek olarak FARC ve Kolombiya devleti arasındaki görüşme süreci, gerilla gruplarının öldürüldüğü, FARC’ın hegemonya alanlarının daraltıldığı ve savaşın şiddetle sürdürüldüğü bir süreç olarak yaşanmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen taraflar günün sonunda aynı masadaydı. İçerisinde bulunduğumuz anın, bu tarihsel örnektekinden daha şiddetli geçmemesi için hiçbir sebep yok.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.