Lenin’in zamanında ulusal mücadeleyi yok sayan emperyalist ekonomizm aklı, günümüzde Ortadoğu’da, Suriye’de, Irak’ta, Ukrayna’da vb. ülkelerde sınıfları yok saymaktadır. Ekonomizmden bir bakış, kapitalizmin ancak ekonomik yasalarına değinip, emek-sermaye çelişkisinin toplumsal sorunlar ve ulusal demokratik haklar gibi niteliklerini yok sayabilmekte, işçi sınıfına bu sorunları aktarmamakta ve örgütlenmede bu çelişkileri görmezlikten gelmektedir
Dünyada ve bölgemizde Suriye, Filistin, Ukrayna savaşları, burjuva medyasından sokaktaki vatandaşa kadar emperyalistlerin oyunu olarak konuşulmakta. Sınıf mücadelesinin politik öznelerinin de bu yüzeysel bakışla yetindiğini görmekteyiz. Suriye de işçi sınıfı mücadelesi yok sayılmakta, Filistin’de ulusal kurtuluş mücadelesi burjuva düzlemde ele alınmakta, Ukrayna’da sınıf politikası üretmek yerine kapitalist devletler arasında taraf tutulmaktadır. Sınıf savaşımından kopartılmış emperyalizm aklı, gerek işgal eden gerekse işgal edilen ülkedeki sınıf mücadelesini tahlil edememektedir.
Oysa kapitalist üretim tarzının özel bir aşaması olan emperyalizm, kaba ve biçimsel bir şekilde, ileri kapitalist ülkelerin, ‘gelişmemiş’ ve üretici güçleri görece az gelişmiş ülkeleri –ulusları- çıkarları gereği sömürmesi olarak tanımlanıyor. Bu aşamanın temel özellikleri, tekellerin egemen olması, mali-sermayenin ortaya çıkması, sermaye ihracı ve dünyadaki bütün toprakların paylaşılması için tekelci birlikler kurulmasıdır.
Lenin, ‘Emperyalist Ekonomizm Marksizm’in Bir Karikatürü’ makalesinde, emperyalizmin ekonomik tahlilini yapmamıştır. Emperyalizmin, ekonomik bir akılla ele alınmasının yanlışlığına değinmiştir.
Günümüzde de emperyalizmin, ekonomizm temelinde ele alınma yanlışına düşüldüğünü görmekteyiz. Nasıl ki işçi sınıfını örgütleme, salt işyeri sorunları üzerinden ekonomizm yanlış aklıyla yapılmaya çalışılmaktaysa, emperyalizm de, ekonomisi güçlü ülkelerin tekel, mali-sermaye ve sermaye ihracı üzerinden ekonomik, politik ve askeri müdahalesi olarak sadece ekonomizm temelinde değerlendirilmektedir. Emperyalist ekonomizm zemininde duran akıl, emperyalist aşamadaki toplumsal sorunları işçi sınıfına aktarmak konusunda çekimser kalır ve bu sorunları örgütlemede öncelikli göremez. Elbette emperyalizmin özünü, ekonomik ve toplumsal niteliklerini incelemeliyiz. Fakat siyasal, toplumsal ve sınıfsal yanını ekonomik öze indirgememeliyiz. Biz bu indirgemeyi, örneğin değer yasasını emeğe eşitlemek eksikliğinde de görürüz ki daha önceki yazılarımızda değinmiştik.[1] Bu örnekte, değer yasasının özü olan emek, yanlış bir şekilde yasanın kendisi olarak tanımlanır. Oysa değer yasası öz, büyüklük ve biçim ile ifade edilen bir bütünlüktür. Bütüncül bakışa ulaşılamadığında değer yasasının anlaşılmaz kalması gibi, emperyalizmin de, ekonomik yanına, sınıfsal, toplumsal niteliklerini ekleyemediğinizde anlaşılmaz kalması ya da daha kötüsü ekonomizm temelinde anlaşılması doğaldır.
Emperyalizmi, ekonomik özelliklerine değinip, sınıfları ve sınıf mücadelesini biçimsel olarak kabul ettikten sonra, sınıfları ve sınıf mücadelesini analizin nesnel temeli kılmadan, süreci, emperyalist ülkelerin ekonomik gücü, politik oyunları, çıkarcı projeleri ile açıklamaya çalışmak, ekonomizmin kendisidir. Emperyalizmin egemen olduğu bir ekonomide, ‘demokratik haklar’ için mücadeleyi sınıf mücadelesinden ayırmak da emperyalist ekonomizmdir.
Ekonomizmin emperyalist halinin bataklığında olanlar, mücadele sertleştikçe emperyalistlerin çıkarı ve oyunlarına karşı ‘anavatanı savunma’, ekonomik yönden hazır olmamak, sınıfın güçsüz olması benzeri söylemlerle, kendilerini burjuva düşüncesinin içinde bulacaklardır. Kautsky gibi bir dönem Marksist teorinin öncüsü olan biri bile, bilimsel Marksizm’i tam anlamıyla kavrayamayınca, sınıfın öznesinin belirleyici olacağı ve üzerine düşeni yerine getirmesi gerektiği zamanlarda, burjuvazinin yanında yer alabilmiştir. Ve bunu, teorik olarak doğru olduğunu düşündüğü zemin gereği yapmıştır. Sınıf mücadelesi, kapitalizmin emperyalist aşamasının savaşı ve krizi karşısında, mücadele gücünü Marksist teorinin kavranmasının yeterliliğinde bulur. Marksist teorinin kavranmasının yeterliliği, ulus sorununun olduğu bir ülke ve bölge için daha da hayatidir.
Kapitalizmin, ekonomizm aklıyla ele alınması, işçi sınıfını örgütlemenin en kolay yolunun işyeri sorunları için mücadele etmek olduğunu düşünür. Lenin bu konuda, sosyal demokrasinin yükseldiği 1890’lı yıllarda grevcilik diye bir aklın geliştiğini belirterek bu durumu eleştirmiştir: “Doksanların [1890 –ç.] başında, devrimci harekette Marksizm’in zafer kazanması üzerine, ekonomizm ya da ‘grevcilik’ kılığında Marksizm’in bir karikatürü ortaya çıkmıştır.”[2] Lenin için grevin önemi açıkken ne demek istemiş olabilir? İşçi sınıfının politik öznelerinin, işçileri işyeri odaklı sorunlar üzerinden örgütlemesinin eksikliğini anlatmaktadır. İşçilerin çalışma koşulları için mücadele ve örgütlenmesi kaçınılmazdır. Fakat aynı şekilde işçi sınıfına, toplumda haksızlığa uğrayan tüm kesimlerin sorunlarını da aktarmak zorunludur. İşçiler, hem ekonomik hem de toplumsal haksızlıklar için mücadele ettiği takdirde gerçek anlamda sınıf olmayı gerçekleştirecek ve sınıf mücadelesi verebilecektir. Böylelikle ekonomizm değil, gerçek bir sınıf örgütlenmesi sağlanabilecektir.
Greve çıkan ve mücadeleden geri adım atmayacak olan işçi sınıfı, içinde bulunduğu toplumun farklı kesimlerinin yaşadığı sorunlara yönelik mücadele etmezse, kendisini tek yanlı -ekonomik- olarak ifade edeceği için üzerine düşeni gerçekleştiremeyecektir. İşçiler demokratik haklar için mücadele etmeden tek yanlı bir alanda -ekonomik alanda- kaldıkça tam olarak kendilerini gerçekleştiremezler. Bu gerçekleşme de, ancak politik yapının sınıfa demokratik haksızlıklara karşı dışardan ‘bilinç taşıması’ ile olabilir.
İşçilerin sendikal örgütlenmesi, ücret ve çalışma saati gibi işyeri sorunlarına indirgenmektedir. Sınıf, kapitalist toplumdaki tüm sorunların muhatabıyken, dar ve kısır bir mücadeleye sığdırılmaya çalışılmaktadır. İşçi sınıfının tüm sorunları çözecek sözü, işçilere, toplumsal sorunlar ile ilişkisi ve bağı anlatılmadan, bu sorunlar için mücadele etmesi sağlanmadan söyletilemez. İşçi sınıfını, toplumsal tüm sorunları ifade eden sınıf olarak görememek, sınıf mücadelesi kavramının bu sorunları içermediği anlamına gelmez. Aksine, tüm toplumsal sorunların sınıf mücadelesinin bir yanı olan sınıfın öznesi tarafından, diğer yanı olan sınıfa taşınması gerekir.
Tekrarlanan bu yanılgının eleştirisini Lenin’den de okuyabiliriz: “Kapitalizm zafer kazanmıştır- öyleyse siyasal sorunlarla uğraşmanın hiç gereği yoktur. 1894-1901 arasında, eski ekonomistler, Rusya’da siyasal savaşımı yadsıma hatasına düşerek, böyle düşünüyorlardı. Bugünkü emperyalist ekonomistler ise emperyalizm zafer kazanmıştır- öyleyse siyasal demokrasinin sorunlarıyla uğraşmanın hiç bir gereği yoktur, diye düşünüyorlar.”[3]
Emperyalist ekonomizm, ekonomik alan ile siyasal alanı ayrı kabul edip veya birbirlerini etkiler deyip biçimsel bir birleştirme yapmaktır. Oysa ‘siyasal demokrasinin sorunlarıyla uğraşmak’, bu sorunların işçi sınıfına taşınmasını ve işçilerin bu sorunlar üzerinden ‘eğitilmesini’, ‘demokrasi okulundan’ geçmesini yani toplumsal sorunlar için mücadele etmesinin sağlanmasını, bunun zorunluluğunu anlatır.
‘Siyasal demokrasi sorunları’, işçi sınıfının ekonomik ve politik-toplumsal bütünlüğünün içindedir. Ulus, mezhep, cinsiyet, kültür, politik, çevre vb. her türlü demokratik sorun alanı, işçi sınıfının siyasal demokratik mücadele alanıdır. Bu ilişki üzerinde söz kurması kolay olduğu kadar, teorik ve bilimsel olarak anlaşılması da bir o kadar zordur. Bizlere düşen bu çabayı sağlamaktır. Önümüzdeki savaş gerçekliğinde görevimiz , ‘zafer kazanmış kapitalizme’ ve savaş dışında bir seçeneği kalmamış emperyalizme karşı, sınıf mücadelesi bütünlüğü içinde ‘demokratik haklar’ için mücadeleyi ve siyasal sorunların çelişkisini işçi sınıfına taşıma meselesidir.
İşyeri dışındaki toplumsal sorunlara duyarlı olmak, söz söylemek, dayanışma içinde olmakla, bu sorunların işçi sınıfının varlığından bağımsız ele alınamayacağını düşünmek farklı teorik ve pratik sonuçlara yol açacaktır. Lenin ‘Ne Yapmalı’ da, işçilerin kendiliğinden hareketine ekonomik temelde ‘bilinç’ eklemeye çalışan sosyalist yapıların, sendikal bir politika içinde olduklarına eleştirel olarak değinmişti. Yazımızda ‘demokratik hak’ ve sorunların, ekonomik sorunlar ile birlikte sınıf mücadelesinin tanımına ve varlığına ait olduğunu tartışıyoruz.
Nasıl ki meta, kullanım değeri ve değişim değerinden oluşan bir bütünlük, değer yasası özü emek ve biçimi para olan bir bütünlük, kuantum dalga ve parçacık olan bir bütünlük, gerçeklik uzam ve zaman olan bir bütünlük, kapitalizm ekonomik ve politik bir bütünlük ise sınıf mücadelesi de böyledir. Sınıf mücadelesine, ekonomik ve politik sorunlardan oluşan kapitalist toplum bütünlüğünde bakılmalıdır. İşçilerin çalışma koşulları için mücadelesinin yanında demokratik sorunlara destek olması gerektiği de yetersiz bir bakıştır. Çünkü ‘demokratik haklar’ da sınıfın mücadele alanıdır. Destek olunacak dışsal bir alan değildir. Bu alanları dışsal gördüğünüz zaman, bütünlüğün çelişik yanlardan -uzam-zaman, dalga-parçacık- birini bütünlükten çıkarmış olursunuz. Böylelikle çelişki ile ifade edilen bir bütünlük yerine, soyut, eklektik bir bütünlük tanımlanır.
Kapitalizm ve onun özel bir aşaması olan emperyalizm döneminde var olan ekonomizmin günümüz için de geçerli olduğunu görmekteyiz. Kendilerine sosyalist diyen yapılar emperyalizmin günümüzdeki haline bakarak, Suriye’de –herhangi bir ülkede- sınıf mücadelesini mezhep, etnik, kültürel ve ulusal demokratik sorunlar ile ilişkilendirmekte, kötü sınav vermekteler. Suriye’de sınıf ve sınıf mücadelesi yok sayılmakta, emperyalistlerin planları dillendirilmekte, gerici-dinci örgütlerin belirleyiciliği konuşulmakta, halkların eğitimsizliği, bilinçsizliği, örgütsüz oluşu öne çıkarılmakta. Oysa tüm bu sapmaların Lenin tarafından eleştirildiğini biliyoruz. Buna rağmen karşımıza çıkmalarının tek sebebi sınıf mücadelesi ile demokratik hak mücadelesinin ilişkisinin bir türlü kurulamamasıdır. Suriye’deki tüm toplumsal kesimlerin kendilerine özgü sorunlarını, sınıf mücadelesine taşıyamayanlar, bu sorunları sınıfı bölen olarak tanımlayıp, haksızlığa uğrayanların mücadelesini sorun olarak değerlendiriyorlar. Sınıfın öznesinin üzerlerine düşeni yapmayıp bir de haksızlıklara karşı mücadeleyi, sınıf çelişkisi dışında sorun alanları olarak görmesi çok büyük yanılgıdır.
Emperyalist ekonomizm mezhep, ulus, kadın, çevre ve göçmen sorunlarına politika üretiyoruz diyerek aşılamaz. İşçi sınıfına bu sorunları aktararak, her türlü demokratik hak için mücadele edenlerin sorununa sınıfsal politika üreterek ve işçi sınıfının bu haklar için mücadele etmesini sağlayarak ekonomizm kısırlığına gömülmekten kaçınılır. Bu haklar için verilen mücadeleye, işçi sınıfına örgütlenme alanı açar denilerek, ‘asıl’ mücadeleye destek oldukları söylenerek de emperyalist ekonomizm aşılamaz. İki çelişik yana baktığımızı unutmamalıyız. Bunu, Metanın kullanım değeri ve değişim değeri çelişkili bütünlüğünü anlamayıp, değişim değerini kapitalizme özgü, kullanım değerini ise tüm toplumlarda gören yanlış bir teorik zeminde olmak gibi örnekleyebiliriz. Bu yanlış anlayış içinde, ‘her türlü demokratik hak için mücadele edilir’ sözü de laf olarak kalır. Biçimsel bir kalıpla söylenen bu sözlerin içeriği teorik bir tahlil olarak ele alınamamaktadır. Sınıf mücadelesinin öznesi, ekonomik ve politik sorunların ilişkisini-çelişik birlikteliğini kavramak zorundadır.
Lenin’in zamanında ulusal mücadeleyi yok sayan emperyalist ekonomizm aklı, günümüzde Ortadoğu’da, Suriye’de, Irak’ta, Ukrayna’da vb. ülkelerde sınıfları yok saymaktadır. Ekonomizmden bir bakış, kapitalizmin ancak ekonomik yasalarına değinip, emek-sermaye çelişkisinin toplumsal sorunlar ve ulusal demokratik haklar gibi niteliklerini yok sayabilmekte, işçi sınıfına bu sorunları aktarmamakta ve örgütlenmede bu çelişkileri görmezlikten gelmektedir.
Kapitalist üretim, üretici güçler üretim ilişkileri ile çelişkiye girmeden, kar oranlarının düşme eğilimi yasası ile artı değer miktarı sermayenin önünde engel hale gelmeden, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması gibi yasalar ortaya çıkmadan yıkılamaz. Ama hemen belirtmeliyiz, sınıf mücadelesinde, işçi sınıfını herhangi bir ‘demokratik hak’ için mücadeleye yönlendirmeden de başarılı olunamaz. Bir yandan, kapitalizm yasaları gereği kendi ömrünü doldururken, işçi sınıfını da toplumsal sorunlar için sınıf mücadelesinin her anında ‘eğitmek’ ve örgütlemek zorunludur.
Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez. Ne var ki, demokrasi savaşımı okulunda okumamış olan bir proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip değildir. Bankalara el koymaksızın, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmaksızın kapitalizm yenik düşürülemez. Ne var ki, tüm halkı, burjuvazinin elinden alınan üretim araçlarının demokratik yönetimi için örgütlemedikçe, emekçi halkın tüm kitlesini, proleterleri, yarı-proleterleri ve küçük köylüleri, saflarını, güçlerini, devlet işlerine katılımlarını, demokratik bir biçimde örgütlemeleri için seferber etmedikçe, bu devrimci önlemler uygulanamaz.[4]
Günümüzde, örneğin Suriye’de, sınıf ve sınıf mücadelesinden bahsedilmemektedir. Ukrayna, Irak vb. ülkelere de bakış benzerdir. Bir kesim, emperyalist ülkelerin kendi çıkarları için planlayarak ülkeleri karıştırdıklarını söylemektedir. Diğer bir kesim işçi sınıfını bilinçsiz olmakla, örgütlü olmamakla ve mezhepsel, ulusal, politik olarak ayrı kimlikler üzerinden mücadele ederek, burjuvazi ile ortak bir hareket içine düşmekle suçlamaktadır. Sorun bu bakışın kendisidir. Her tür demokratik hak mücadelesinin, işçi sınıfı örgütlü mücadelesi içinde görülmesi gerekirken, işçi sınıfının, bu mücadele alanları tarafından bölünmüş olduğu kabul edilmektedir. Suriye’de inancından dolayı ezilen, ulusal olarak yok sayılan halkların ve her türlü demokratik hak için mücadele edenlerin, sınıf mücadelesini engelleyenler olarak görülmesi emperyalist ekonomizmdir. Bu yanlış bakış, Suriye’deki mücadelenin, sınıfın ve onun öznesinin egemenliğinde olmasının önüne geçmiş ve süreci, burjuvazinin ve onun yeni bağnaz hizmetkârlarının inisiyatifine terk etmek zorunda kalmıştır.
Demokrasi sorununun Marksist çözümü, proletaryanın, burjuvazinin devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber etmesidir. Böyle bir seferberlik kolay bir iş değildir. Bu, ekonomistlere, Tolstoyculara vb., çoğu zaman, ‘burjuva’ ve oportünist görüşlere verilmiş, bağışlanmaz bir ödün gibi görünür, tıpkı, ‘mali-sermaye çağı’nda, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmayı, Kievski’nin, burjuva görüşlere verilmiş, bağışlanmaz bir ödün sayması gibi.[5]
Lenin’in de belirtiği gibi ulusal sorun başta olmak üzere her türlü demokratik hak için mücadele edilmelidir. Evet, kapitalizm hiçbir sorunu tam anlamıyla çözmez. Basit, kaba, biçimsel yaklaşır. Ama bu hiçbir ‘demokratik’ sorunu kapitalizm çözemez, sosyalizmde çözeceğiz sapmasına savrulmayı da meşrulaştıramaz. Herhangi bir hak için çözüm önerip mücadele etmeyelim de sosyalist devrim yapalım, o zaman tüm haksızlıklar çözülecek rüyasına da kapılmamalıyız. Sınıf mücadelesi, işçilerin tüm bu sorunlar üzerinden örgütlenmesiyle mümkün olabilir. Eğer biz demokratik sorun alanlarında haksızlığa uğrayan kesimlerin sözünü işçi sınıfına aktaramazsak, burjuvazi bu alanları ‘kullanarak’ sınıf mücadelesi yerine etnik, dinsel, kültürel bir kavga varmış görüntüsü sunabilir. Burjuvazinin sınıfı bölmek için kullandığı bu görüntü, çok zeki olmasından kaynaklanmaz. Bizim sınıf mücadelesini işyerine indirgeyip, toplumsal sorunları da dışsal, biçimsel bir şekilde ele almamızdan kaynaklanır. Biz işçilere toplumsal sorunları, işyeri sorunları kadar aktarmadığımız için bu alanı burjuvazi kullanır.
İşyeri ve toplumsal sorunları ayrı görenler, ikiye ayırdıkları mücadeleyi elbette birleştirmeye çalışacaklardır. Ve bu birleştirme günümüzde de olduğu gibi ne yazık ki sağlanamamaktadır. Çünkü zaten bir olan bu iki alanı birleştirmeye çalışmak yanlıştır. Önemli olan karşıt olmalarına rağmen birliği ifaden eden ilişkiyi anlayabilmektir. Bu da sınıfı, işyeri ve burjuva ulusal anlayışa sıkıştırmamak, toplumsal sorunları ve her türlü demokratik hakları da sınıfın dışında görmemekle olur. Kapitalist çelişkiler sadece işyeri sorunlarına indirgenemez. Demokratik haklar için mücadele de sınıfsaldır ve sınıfın öznesi bu sorunları işçi sınıfına aktarmalıdır. Çünkü öznenin var olabilmesi ve varlığı bunu ifade eder. Tek bir şey -sınıf mücadelesi- işçi sınıfı ve onun öznesi olarak karşımızdadır. Burjuvaziyle olan savaşımında sınıf öznesi ile özne de ancak sınıf ile tanımlanabilir. Örneğin, düşüncenin etkinlikte bulunması, -ter bezinin ter salgılaması gibi- bir şey üretmesi anlamına gelmeyip, düşüncenin kendisini etkinliğin bütünlüğünde ifade etmesidir. Düşünce, etkinlikte bulunmazsa bir şey yapmamış olmaz kendisini yok eder, yani etkinlikten ayrılmış düşünce diye bir şeyden bahsedilemez. Etkinlikte bulunmak da düşüncenin kendisidir. İşçi sınıfı, öznesi tarafından toplumsal sorunlar için harekete geçirildiğinde işyeri sorunlarının yanında bu alanda da etkinlik de bulunmuş olmaz. Sınıf ve öznesi, ekonomik ve politik alandaki mücadele ile kendi varlıklarının gereğini yapmış olur. Bunu yapmayan sınıf, bilinçsiz, örgütsüz, bireyci vb. özne de güçsüz, hazırlıksız, eksik, duyarsız, burjuvazinin peşinde sözleriyle ifade edilebilir ancak daha vahimi, gerçek anlamda sınıf mücadelesi yapılamaz hale gelmiştir.
Toplumsal sorunların en önemlilerden biri ulusal sorundur. Sınıf mücadelesinin ulusal sorun karşısındaki tavrını Lenin net bir şekilde söylemiştir. 100 yıl önce Lenin ulusal mücadeleleri ele alırken, Fransız ve İngiliz devletlerinin ulusal mücadele adı altında sınıfsal mücadeleyi böleceğini söylerken, Polonya, Ukrayna, Norveç gibi o günlerde ulusal hakları için mücadele eden halkların mücadelesini desteklemişti. Şu anki Ukrayna savaşında ise Ukrayna hükümeti ve devletini desteklemek, Ukrayna işçi sınıfını ‘ana vatanını savunma’ talebi ile burjuvazinin yanına itmek demektir. Çünkü Ukrayna ulusal bağımsızlığını kazanmış, sınıf savaşımı içinde olan bir ülkedir. Bu savaşta Ukrayna’nın, bazı emperyalist ülkelerin desteğini alarak Rusya’yı zorlaması yüzünden haksız olduğunu ve Rusya’nın da bu sebeple haklı olduğunu söyleyemeyiz.
Kapitalist savaşlar sınıf mücadelesi perspektifinde ele alınabilir. Elbette ezilen, yok sayılan ulusun, ulusal haklar için verdiği mücadelesini her zaman her koşulda destekleriz. Günümüzde Kürt halkı ve Filistin halkı için bu görüşün geçerliliği açıktır. Ancak Ukrayna için bunu söyleyemeyiz. Ukrayna’da olan, kapitalistler ya da emperyalistler arasında savaşımdır. Burada ülkelerin hangi gerekçelerle yan yana geldiğinin bir önemi yoktur. Bizim için önemli olan, ulusal bağımsızlığını ilan etmiş kapitalist bir ülkedeki sınıf mücadelesidir. Biri kalkıp Ukrayna’da ana vatanı Rusya’ya karşı koruyalım veya Rusya’yı emperyalist ülkelerin Ukrayna üzerinden sıkıştırmasına karşı duralım dediğinde, onu, bu ülkelerdeki sınıf savaşını burjuvazinin yanına çekmekle suçlarız. Ama aynı şekilde, Kürt halkı ve Filistin halkının mücadelesinde de ulusal haklarını kapsayan demokratik mücadelesini desteklemeyi öne çıkarırız.
Elbette sosyalistler olarak ulusların ayrılığını ve sınıf mücadelesi yerine ulusal mücadeleyi öne çıkarmayı önermeyiz. Fakat bu demek değildir ki ulusal olarak ezilen ve her türlü demokratik hakkı baskılanan halklar için mücadele etmeyeceğiz.
Ekonomik devrim, her türlü siyasal baskıyı ortadan kaldıracak önkoşulları yaratacaktır. Bu nedenledir ki, her şeyi ekonomik devrime götürüp bağlamak mantıksız ve yanlıştır. Çünkü soru, ulusal baskı nasıl yok edilecek sorusudur. Ulusal baskı, ekonomik devrim olmaksızın yok edilemez. Bu, su götürmez bir gerçektir. Ama bununla yetinmek, saçmaya ve rezil emperyalist ekonomizme saplanmaktır.[6]
Ulusal baskı da dahil tüm haksızlıklara söz söylemeyenler emperyalist ekonomisttir. Çünkü kapitalizmin yıkılması için üretici güçler üretim ilişkisi çatışması, kar oranlarını düşme eğilimi yasasının işlemesi gibi, Marx’ın belirttiği tüm koşullar oluşmadan, yeni topluma geçiş olamaz. Ama tüm bunlar olurken de, işçi sınıfına demokratik haklar için mücadele öğretilmeden ve yeni topluma geçişi sağlayacak olan işçi sınıfı ‘eğitilmeden’ mücadele kazanılamaz.
Demokratik haklar, ne reformlara ne de geçmişe ait görülemez. Geleceğe giden yolda yeni topluma göre ele alınırlar.
Kautskicilerin hatası, doğru demokratik istekleri, geleceğe, toplumsal devrime göre değil, geçmişe, barışçıl kapitalizme göre tasarlamasındadır.[7]
Emperyalist ekonomizm ise bu istekleri reformlara da bağlayabilir, gereksiz de görebilir.
Kautskicilerin hatası, ancak devrimci bir tutumla öne sürülebilecek bu tür istekleri, böyle bir zamanda reformcu bir tutumla ortaya atmalarındadır.[8]
Demokrasi, kapitalizmin bir yönetim biçimi olmasına rağmen demokratik haklar için mücadele sınıf mücadelesi dışına çıkarılmamalıdır. Demokrasi ile kısmi kazanımlar elde ederek zamanla tüm taleplerin karşılanacağı yanılgısına kapılmak ile demokrasi mücadelesi yapmayan işçi sınıfının tam olarak kendini gerçekleştiremeyeceği gerçeğinin farkında olmak iki ayrı uçtur. İşçiler, işyerinde veya ülkesinde yaşadığı ekonomik sıkıntıları ve bunlara yönelik mücadelesinde karşılaştığı baskıyı ve burjuva sınıfının tüm temsilcilerini görür, bilir, yaşar ve öğrenir. Ama sınıf mücadelesinin bütünlüğü içinde yer alan toplumsal sorunlara nasıl yaklaşacağı konusunda dışardan aktarıma ihtiyacı vardır. Burjuvazi bu alanları kendi çıkarı için deforme ederek kullanırken; sınıfın öznesinin, bu sorun alanlarına, gerçekliği ile yaklaşıp bugünden tüm hakların karşılanması için mücadeleyi örgütlemesi ve toplumsal mücadelenin tüm alanlarını, sınıf mücadelesinin bir alanı olarak belirlemesi beklenir.
Emperyalizmin, kapitalizmin son aşaması olduğu ve değindiğimiz ekonomik özellikleri içerdiği yaygın olarak dile getirilir. Çok cılız dile getirenleri duysak da, kapitalizmin bu aşamasının sosyalist bir topluma geçiş için en yakın dönem olduğunu güçlü bir şekilde özellikle belirtelim. Emperyalizmin gerici, baskıcı, bütün demokratik hakları yok sayan ve savaş çıkartmak zorunda kalınan bir aşama olmasına rağmen yeni topluma geçişin ön günü olabileceği de unutulmamalıdır. Emperyalist ekonomizmden kurtulmuş bir akıl için ‘yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği ve yönetenlerinde eskisi gibi yönetemediği’ bir topluma Suriye’den daha iyi bir örnek bulunabilir mi?
[1] http://proleter.org/deger-biciminin-nesnelligi/
[2] V.İ. Lenin, Emperyalist Ekonomizm Marksizmin Bir Karikatürü, çev. Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Ankara,1991, s.24
[3] a.g.y. s.25.
[4] a.g.y. s.20.
[5] a.g.y. s.21.
[6] a.g.y. s.73.
[7] a.g.y. s.12.
[8] a.g.y. s.12.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.