Proleter hegemonya genel bir çoğunluğa değil, tayin edici çoğunluğa ihtiyaç duyar. Tayin etmek için kritik noktalarda ve yerlerde güç olmayı başarmak gerekiyor. Öncü ve mücadeleci olanların birlikte hareket etme, inşa etme yeteneği çağrı gücü yüksek, kulak verilen bir odağı işaret edebilir
Bu yazı kendi sınırlarını zorlayan, aynı zamanda taşıdığı ve tanıştığı yeni imkanlar ile başka şeyler deneyen bir işçi hareketinin muhataplarına seslenmek için yazıldı. Kabul edilen genel doğruların ya unutulduğu ya da ikame edilerek ezbere dönüştüğü ikili yaklaşımda kimi tartışmaları açmakta fayda var. Asıl niyetimiz kimin ne beklediğinden, yeni girişimleri nasıl algıladığından ziyade bağımsız bir emek inisiyatifi oluşturma amacıyla hedefleri öne çıkarmak. Bu da tabii başlı başına yönteme dair konuşmayı gerektiriyor.
Tüm örgütlenme çalışmalarında olduğu gibi işçi sınıfı örgütlenmesi de ince işler istiyor. Ortak bir politik programa, ileri unsurların birliğine dayanmayan, üstelik farklı ilişkileri ve düzeyleri bir araya getirmek için çaba gösteren işçi örgütlenmesinin diğer örgütlenme biçimlerinden ayrı ele alınması zorunlu. Herkes tarafından tanımlanan bu zorunluluğa, iç içe geçen görevler ve mücadele araçları ile tanık olmaksa büyük bir çelişki.
Zayıfız! İşçi sınıfı hareketi politik olarak zayıf durumda. Örgütlerinin çok başlıklı zayıflığı bir sonuç olarak bunu tespit eden ve değiştirmek isteyenlerin sayısını arttırıyor. Bir kurumsal artış da söz konusu. Yeni sendikalar, muhalefet grupları, işçi birlikleri, platformlar vb. hepsi nihayetinde bir zayıflığın sonucu. Zayıflık güç istiyor, çoğalmak istiyor. İstiyor ama genişlemeyi dar ve grupçu yöntemlerle sağlayabileceğini düşünüyor. Bu imkansız!
Yazının yer yer alıntılara başvurmak zorunda olacak olması tartışmayı yürütenlerin kimler olduğu ile de ilgili. Bu nedenle yazı herkese seslenmiyor. Muhatap ileri, öncü işçiler ve politik çevrelerdir. Bu belirtmeyi “alıntıcılığa” başvurmanın çoğu kez işe yaramadığını, gerçek ile güncel arasındaki bağı kurmak için fazlası ile bugünden konuşmak gerektiğini bilerek yapıyorum. Anlaşılmak için de basit yazmayı tercih etmiyorum. Çünkü konu hafif değil.
“…dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı her türlü bilim gereksiz olurdu.”
Marks, Kapital C.3
Emek hareketine politik bir yön ve içerik katılmak istendiğinde buna uygun formu yaratmak için çaba göstermek gerekiyor. Politik mücadelenin ikame edildiği ya da partisiz kitlelerin politik mücadelenin dışında tutulduğu yerde oluşabilecek bir sonuç var: Daralma!
Bu daralma politikada kendi aydın çevresini yaratırken söz konusu genişlemeye de kitlelerin geri eğilimleri ile beraber onları ikna etmek üzerinden ulaşmaya çalışıyor. Bununla da bitmiyor. Söz konusu anlayışın kendini gösterme biçimi kendini deklare etmek üzerinden kurgulanıyor. Siyasal öznenin varlığını görüntü verme ve imza koyma gayreti ile sağlamaya çalıştığını görüyoruz. Halihazırdaki zayıflığın ortak alanlarda çok sayıda önlük ve bayrak ile başka bir zayıflığı da yansıtıyor oluşu başka bir problem. Bu “buluşma” emek hareketi ile doğrudan biçimlenmiş bir gündem üzerinden yapılmaya çalışıldığında ise araçlar birbirine karışıyor. Üst üste binen bayraklar ve birbirinin önüne geçmeye çalışan katılımcılar… Emek örgütlerinin dikkate almak zorunda olduğu özgün ve zorunlu tercihleri bir eylem alanında tuzla buz eden yaklaşımlar… Tüm bunları yaşayarak deneyimliyoruz. Ne de olsa sosyal medya var, ne de olsa sınıf hareketi ile kurulacak bağın yöntemi zor ve karmaşık. Üstüne bir de “grup sendikası” aracılığı ile söz ve eylem üretme şansına sahipsek sınıfın parçası olma duygusunu da taşımamak elde değil(!) Ama bunlar ne yazık ki yanılgıları da barındırıyor. Bu sadece biçimsel bir problem değil.
Bağımsız bir emek inisiyatifinin ya da odağın oluşması bir geçiş aşamasının talep ettiği yöntemlere ikna olmayı gerektiriyor. Herkesin kabul ettiği, yazıya döktüğü bir ihtiyacı sadece fikir ile karşılamak mümkün değil. İnşa için somut çalışmalar örmek, biriken güçleri yan yana getirecek kampanyalar örgütlemek önemli. Fakat stratejik bakıştan yoksun olduğumuzda sadece işi ve bir eleştiri olarak eksiklikleri konuşuruz. Dayanışma ise bir zorunluluk olarak baki kalır. Daha iyi mücadele etmenin, daha direnişçi pozisyonda olmanın anlamlı olduğu ama yetmediği bir dönemdeyiz. Bu kaba girişten sonra amacı ve yöntemi biraz daha açabiliriz.
“Stratejik davranışın unsurları değişmemiştir, değişen yalnızca bunların uygulanacağı durumların çok daha karmaşık hale gelmiş olmasıdır.”
Freedman, Strateji
Geleneksel anaakım sendikalar ve bulundukları konfederasyonlar geçmişin mirasını taşıyor. Bu mirasın içinde sendikaların büyük bir fiili mücadele ile kurulması kadar dönemin politik mücadelesinin yansımaları ve bu sendikalarla kurulan bağın sonuçları da var. Örneğin DİSK’in kuruluşunda pay sahibi olanlar kimler? Yaratılan 15-16 Haziran’la, MESS’in ezilmesi ve çok sayıda sınıf kalkışması ile anılan DİSK’i sadece bir sendika olarak açıklayabilir miyiz? Ya da eski DİSK’i ararken bugün onda olmayan şey sadece geçmişi midir? Bu sorulara uzun uzun cevaplar vermek mümkün. Ayrıca bu sorulara tek başına geçmişin sözleri (şiiri) ile yanıt vermek de mümkün değil.
Konfederasyonların uzunca bir süredir geride kaldığı, işçi hareketinde “mücadeleci sendikalar” denilen sendikaların iradi çabaları ile parlak örnekler verdiği ve geliştiği bir durumun içinde çeşitli eylem pratikleri ile yan yana geliyoruz. Yan yana gelişimizi sadece protesto biçimleri sınırında tutmadan ileriye taşımak zorundayız. Ancak bunu hayata geçirirken geleneksel yan yana gelme biçimlerini tekrar etmeyi değil, gerçek anlamda bir mücadele kulvarı oluşturmak için geleneksel alışkanlıklarımızı, örgütlerimizin gerçekliğini gözden geçirecek bir ilkesel çerçeve belirlemek de zorundayız.
“İlkeler araştırmanın başlangıç noktası değil, nihai sonucudur; doğaya ve insanlık tarihine uygulanmazlar, onlardan çıkarılırlar. Bu ilkelere uyan doğa ve insanlık tarihi değildir, tersine, ilkeler ancak doğaya ve tarihe uygun oldukları ölçüde geçerlidir. Meselenin tek materyalist kavranışı budur.”
Engels, Anti-Duhring
Katmanları, kişileri kategorize etmek, farklılıkları kesin sınırlar çizerek birbirinden ayrı tutmak çoğu zaman doğru sonuçlar vermez. Bunu bilerek üç işçi niteliği üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Bu bir çelişki değil, gereklilik. Çünkü işçi hareketi içinde politik karakterleri barındırırken işçi sınıfının taşıdığı duygular, istemler ve (kimi zaman eylemli) eleştiriler üzerinden politikleşme eğilimi de taşıyor. Burada kritik nokta mücadelenin ilerlemesi ve hareketin örgütlenmesi için hangi düzeyin temel alınacak olmasıdır.
Harekete geçmeyen, harekete geçmesi için ikna edilmesi ve örgütlenmesi gereken, bu koşul sağlanmış olsa dahi ancak hareketin çizilmiş sınırları içinde dolaşabilecek olan bir çoğunluk var. Bu çoğunluğa işçiler diyoruz. Bu çoğunluğun içinde öne çıkan, kişilik özellikleri ve hızlı kavrayışı sayesinde bir işçi topluluğuna önderlik etme yeteneği olan işçiler var. Bu işçilere öncü işçiler diyoruz. Bu ikisinin daha ilerisinde politik hedefleri benimseyen, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünü savunan, işçi örgütlenmesinin dışında politik aidiyeti de olan işçiler var. Bunlara da ileri işçiler diyoruz. Fakat sonuncusuna “ileri” derken tereddüt de etmeliyiz. Neden mi?
Çünkü bu ileri işçiler kendi rollerini oynayabilecek bir zemine sahip değil. Çoğu ekonomik ve demokratik haklar mücadelesinin sınırlarını aşamıyor. Görev aldıkları aracın niteliği, ilişki kurduğu kitle ve bu kitlenin günübirlik sorunları buna izin vermiyor. Tekrara düşen ve rutine dönen faaliyet bu ‘ileri’ işçiyi de bir süre sonra kendine doğru çekiyor. Daha çalışılabilir bir iş ortamı, daha fazla ücret mücadelesi, toplu iş sözleşmesi ve yetki hakkı sorunsalı sendikal aracın bir yöneticiye sunduğu sınırlar. Kaygıları, politik sınırları, geri eğilimleri temel almaya başlayan bir akıl. Bu işçinin ileri olmasını sağlayabilecek, onu öncü işçiden farklı kılacak hiçbir nüans yok. Bu işçi, işçi sınıfının programını hareketin bir parçası haline getiremiyor. Bunu ya zamana ya da bir yeterlilik algısı üzerinden en uygun koşullara havale ediyor. İşçi politik olduğunu iddia ediyor. Çevresi tarafından da öyle tanınıyor. Fakat bu tanınmanın “tarih yapma bilinci” ile başka bir işçi hareketine dönüşmediği yerde bu işçilere aydın, entelektüel ve mücadeleci olmak dışında bir farkındalık atfedilmiyor. İleri işçinin siyasi özne yetkisi ile tanımlanmış bir göreve sahip olması da bu işi kotarmaya yetmiyor. Onun, “ileri ilkeleri” benimsemesi, karakteri haline getirmesi değerli olsa da tekil kalıyor.
Üç işçinin birliğini sağlamak için samimi, ısrarcı, kapsayıcı olmakta ve ufku geniş tutmakta fayda var.
“… zincirin, tüm zinciri tutabilmek için olanca kuvvetle kavranması gereken özel halkasını bulabilmek ve bir sonraki halkaya geçiş için istikrarlı bir biçimde hazırlık yapabilmek gerekir; halkaların sırası, formu, birbirlerine bağlanma tarzı, olayların tarihsel zincirlemesinde birbirlerinden farkları, bir nalburun yaptığı sıradan bir zincirdeki kadar basit ve anlamsız değildir.”
Lenin
Sınıfın harekete geçen kesimleri var. Ortaya çıkan direnişlerin sendika ve örgütlenme hakkı, toplu iş sözleşmesi ve yetki hakkı, ücret başta olmak üzere demokratik talepler üzerinden şekillendiğini görüyoruz. Birbirinden kopuk olsa dahi birbirinden beslenen, diğerini yüreklendiren, başlamak için motive eden direnişlere tanık oluyoruz. İşyerinde patronla arasında yaşadığı çelişkiyi işyerinin dışına, merkeze, iktidara doğru yönelten bir hareketin örneklerini de izliyoruz. Direnişçi emek kitlesinin eylem dinamiği sırasında elbette yaşadığı bir değişim var. Fakat bu bilinçlenme, eylemliliği oranında oluşuyor. Sonuç almak ve kazanmak, bir haysiyet mücadelesine girişmek güncel ve ihtiyaç olanla ilişkili. Bu nedenle ne kadar coşkulansak ve gururlansak da bu direnişlerin ufku kendiliğindenliği aşma becerisinde sınıfın merkezi gücünü yaratmayacak. İşçilere tek başına, içerden bu yönde bir çaba olmadığı müddetçe rol yüklemek de bizi idealizme savurur. Sınıfın tüm kesimlerinin “genel bir bahane” ile harekete geçebileceği, isyana kalkışacağı bir durum elbette söz konusu. Bu duruma hazırlıklı olmak tam da o hareketi kavrayabilecek bir odağı öncesinden şekillendirmeyi şart koşuyor.
Kulağa şaşırtıcı gelebilir. Lenin, bir sınıf partisinin ihtiyacı üzerine “gevezelik” yapan yazara, hegemonya partisi gerekliliği üzerinden cevap verdiğinde anlatmak istediği tam da bu hazır olma durumu ile ilgiliydi. Sınıfın “ortalamasına” seslenerek, onlarla bir araya gelerek bu hegemonyayı kuramazsınız. Yani işçilerin politikleşmesi, politik bir işçi hareketi “doğal” bir yolla oluşmaz. Bu yolu kurabilecek yaklaşımı yine hegemonya fikrinde görüyoruz. Bir terimi liberallerin, aydınların elinden alıp proleter mücadelenin yöntemine sunmak unutulanlar arasında. Bu kısmı hatırlamakta fayda var. Gramsci’nin İşçi Konseylerini pratik bir gereç olarak nasıl anlayabiliriz yoksa? 1917 Şubat’ında iktidarı “burjuvaziye gönüllü olarak terk eden” Sovyetlerin birkaç ay sonra iktidar organı olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Bu soruları bizde eksik olanı vurgulamak ve bir buz pistinde yürümeye çalıştığımızın farkına varılması için soruyorum. Engel ve karşıt olarak gördüğümüz unsur ve aygıtların kuşatması sadece sendikal mücadele ile (en doğrusu ile bile) kırılamaz. Bunu tüm siyasal mücadeleyi ‘omuzlayan’ ve işçilere kendi örgütlerinde “nesnel ve öznel koşullar gereği” ekonomik mücadele sınırı çeken siyasi parti ve örgütlerde başaramaz.
Petersburg Bolşevik Komitesi, Sovyetlere karşı olumsuz tavır sergiledi. Bazı üyeler “ortada parti varken Sovyet’e ne gerek var” türünden bir düşünceyi sahiplendi. Bogdanov dahi çeşitli siyasi görüşlerdeki insanları kapsayan Sovyet’in kolaylıkla anti-sosyalist bağımsız bir işçi partisinin çekirdeği olabileceğini ileri sürdü. Nina L’Vovna birim toplantısında konu hakkında alınan kararları aktarırken, “Bu kararlar ya Sovyet’in kendisini bir sendika örgütüne dönüştürmesini ya da bizim programımızı kabul edip sonuç olarak parti örgütü ile birleşmesini talep ediyordu” dedi. Lenin yurt dışındaydı ve alınan bu karara müdahale etti:
“İşçi Temsilcileri Sovyeti mi parti mi? Bence soruyu bu şekilde koymak yanlış ve karar kesinlikle hem İşçi Temsilcileri hem parti olmalı… Bence Sovyet’in tek bir partiye bağlı olması makul olmaz.”
(Editöre Mektup)
Sovyet, 1905 genel grevinin ürünüydü ve onun ele alınmasındaki farklılık tarihe damga vuracak bir tercih anlamına gelecekti. Lenin, 1917 Şubat’ında meşhur “mühürlü tren”den indiğinde onu karşılayan kalabalığa devrimin formülünün eskidiğini ve geride kaldığını açıkladı. Parti içindeki önder kadroları dahi şaşırtan ve Lenin’i bir süre parti içinde yalnız bırakan bu yenilik asıl kaynağını Sovyetlerden aldı. Bir kısım tarih yazımı bu değişimi burjuvazinin iktidara gelişi şeklinde sadece sosyo-ekonomik bir tahlilde buluyor. Oysa Lenin; hazırladığı tezlerde bir ikili iktidardan bahsetmiş, ikinci iktidarı “sokaklarda egemen olan” Sovyetlere vermişti. “Silahlı halk gücüne dayanan” bu Sovyetler “iktidarı burjuvaziye gönüllü olarak terk etti.” Buna rağmen bu Sovyetler “komün tipi” bir iktidar olma özelliğini taşıyordu. Sovyetler içinde çoğunluğu elde etmek için bu durumu yaratabilecek bir programı oluşturdu. Lenin’in yaptığı şey diyalektiğin ve politikada yaratıcı esnekliğin en mükemmel örnekleri arasında yer aldı. Hem “burjuvaziye iktidarı gönüllü olarak terk eden” hem “komüne” benzetilen Sovyetlere yüklenen anlam delilik olarak karşılandı. “Tezler” koşullarla sınandı ve parti içinde çoğunluk tarafından kabul gördü. Bolşevikler imza atmadıkları, doğrudan sahiplenmedikleri kitle gösterilerinde “Bütün iktidar Sovyetlere!” sloganı etrafında kitleleri bir araya getirdi. Şubat ile ekim arasında yedi aylık süreçte Sovyetler içinde çoğunluk kazanıldı. “Sosyalizme doğru götürecek olan önlemler” anlamına gelen talepleri/programı Sovyetlere bakarak yazmak müthiş bir akıldı. Türkiye’de siyasi özne ve çevrelerin en büyük eksikliği bakabilecekleri böylesi bir odak olmamasıdır. En küçük ihtimali ve nüveyi de kendine bağlamak, kendine dönüştürmek başarı sayılıyor.
Ara başlığın bir ihtiyacı vurguladığı kesin. Arzu edilen düzeye ulaşmak kolay değil. Yazının başında muhatapları sınırlamıştım. İşçi sınıfının ağırlıklı kesiminin “sağ muhafazakar kitleden oluştuğunu”, bir kısmının “son seçimlerde Yeniden Refah’a yöneldiğini” biliyorum. Bu tür analizleri ben de okudum. Sendikalar çeşitli yöntemler aracılığı ile kontrol altında. İleri ve öncü işçiler zamanında tasfiye edildi. Bunları da ya gözlemledim ya da tasfiye edilenlere denk geldim. Tüm geri yanlarımızın, sınırlı imkanların, dağınıklığın ve koşullar açısından öznel yetersizliklerin farkındayım. Fakat tüm bunlar sadece buraları dikkate alarak aşılamaz. Burjuva siyaset, bir düşünce tarzı olarak kitlelere çoğunluk fikrini sunar. Burjuva topluma biçimsel çoğunluğu aşılar. Güç olmak, kazanmak, yenmek ancak bu çoğunluğa ulaşmak ile mümkün olabilir. Bu algının mutlak bir karşılığı var. İşte seçimler, işte parlamento, işte muhalefetçilik! Oysa proleter hegemonya genel bir çoğunluğa değil, tayin edici çoğunluğa ihtiyaç duyar. Tayin etmek için kritik noktalarda ve yerlerde güç olmayı başarmak gerekiyor. Çeşitli direnişlerde, eylemlerde en önde olan, sorumluluk alan, işyerinde, örgütlenmede arkadaşlarının güvenini kazanan, birlikte hareket ettiği kitle içinde söz ve eylem üretme becerisi gösteren çok sayıda insan var. Bu insanların bir sorun karşısında (eylemde) ayrı noktalardan birbirine seslenen ve diğer(ler)inden dayanışma bekleyen konumda kalmaması gerekiyor. Öncü ve mücadeleci olanların birlikte hareket etme, inşa etme yeteneği çağrı gücü yüksek, kulak verilen bir odağı işaret edebilir.
Çalışan yığınların eylemini yükseltmek, elle tutulur sonuçlar vaat eden çalışmaları örgütlemek elbette önemli. Bu işleri organize edecek sendikaları ve kitle örgütlerini hırpalamadan, buraları dar ve kestirmeci yaklaşımlarla zorlamadan muhafaza etmek de önemli.
Yazılanların bir kısmını dikkate aldığımızda mevcut durumumuzun oldukça geride, benzer yanlarımızın da az olduğunu düşünebiliriz. Oysa Gezi’de eksikliği bariz olan tam da böylesi bir inisiyatif merkeziydi. Momentleri, sıçrama ve yükselme anlarını sistem içinde taşıyor. Bu (farklı) durumlara sadece katılımcı, eylemci olarak dahil olmak en vahim olanı. İşçi hareketi emek eksenli bakabilen, birleşik yürüyebilen; birleştiği an da kendisini bu yeni ve başka pozisyona uyumlu hale getirebilen, diğer aidiyetleri ve unvanları ile konuşmayan, onları başka yerlerde başka şekilde var etmesini bilen, bu hali ile silikleşebilen mücadeleci karakterlere ihtiyaç duyuyor. Her işkolunda farklı mesleklerden bu tür insanların olduğunu biliyoruz. Emek hareketi hem kendisine hem nüfusun tüm tabakalarına seslenebilecek bir aklı kendi içinde taşıyor. Ortak akıl ve eylem zamanı!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.