“Biz, işçilere üye oldukları sendikalarından istifa edip başka bir sendikaya geçmelerini önermiyoruz. Bunun da çare olmadığını deneyimlerimizden biliyoruz. Biz tabanda işçilerin bağımsız örgütlenme zeminini sağlamak zorunda olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Bu, sendikalarından istifa etmelerini gerektirmez. Ama mevcut sendikal yapıların ya da toplu sözleşme düzeneklerinin de işçilerin ihtiyaçlarını karşılamayacağını söylüyoruz”
İstanbul’da peş peşe yaşanan belediye grevlerine dair Taşeron Belediye İşçileri Birliği’nden (TABİB) Kadim Fırat’la konuştuk. DİSK’e bağlı Genel-İş’in örgütlü olduğu Kartal, Maltepe ve Kadıköy Belediyelerinde grevler sendikanın genel merkezinin şube yönetimleri ve işçilerin taleplerini görmezden gelerek imzalamasıyla sona erdi. Sözleşmelerin imzalanması işçilerin tepkisiyle karşılandı.
Fırat, hemen her toplu sözleşmesi döneminde tekrarlanan bu durumun kırılması için belediye işçilerinin sendikalarından bağımsız olarak bir ağ kurması ve hem belediye yönetimlerine hem de sendika merkezlerine bir basınç oluşturması gerektiğini vurguluyor. Mevcut sendikal yapıların ve toplu sözleşme düzeneklerinin işçilerin ihtiyacı olan mücadele hattını kuramayacağını vurgulayan Fırat, bir sendikadan istifa edip diğerine geçmenin de bir çare olmayacağını ekliyor.
Genel tabloyla başlayalım. Ne istendi, ne alındı, ne alınamadı?
Çok düşük ücretlerle çalışılan yerler aslında bahsettiğimiz yerler. Kamuda en düşük ücretleri alan işçiler, belediye şirket işçileri. Kadıköy’deki işçiler bordrolarını paylaşmıştı. Toplu iş sözleşmesinden önce yan haklar dahil net aldıkları 25 bin liraydı. Giydirilmemiş olsa, yani yan hakları çıkarsak 18-19 bin lira bandında olacak.
Kadıköy’de taban brüt yevmiyesi olarak 2100 lira talep edildi, 1500 liraya imza atıldı. Kartal’da 1900 lira istendi, 1430 liraya imza atıldı. Aylık taban yevmiye net kazanç 28-30 bin liraya denk geliyor.
Yoksulluk sınırının yarısı bile olmayan sözleşmelerle toplu iş sözleşmesi süreci sonlandırılmış oldu.
Sözleşme taslaklarının hazırlanması sürecinde işçi katılımı nasıldı?
İstediğimiz düzeyde bir işçi katılımı olmadı. Normalde toplantılar işçilerin tamamının katılımıyla yapılmalıydı. Daha çok temsilciler üzerinden yürüdü. Talepler oluşturulduktan sonra da Whatsapp gruplarına atıldı.
İşçilerle çok daha etkileşimli bir süreç işletilebilirdi. O yapılmadı. Ama temsilciler de işçilerin ne yaşadığını, neyi sorun ettiğini bilen kişiler. Bu yüzden işçilerin tamamen dışlandığı bir toplu sözleşme taslağı oluşmadı.
Katılımcılık işçi örgütlenmesinin daha ileri olduğu yerlerde taslaklara yansıyor, zayıf yerlerde yansıyor. Genel İş Sendikası üyesi işçilerin daha teşkilatlı olduğu yerlerde pek çok konu tartışılıyor.
Bu durum Hizmet İş şubelerinde çok daha zayıf ilerliyor. Örnekleri İstanbul için veriyorum.
Sözleşmelerin imzalanması sonrasında işçilerin tepkileri kamuoyuna yansıdı. İşçilerin tepkileri kimeydi?
Tepkilerin bir kısmı işverene, bir kısmı sendika şube yönetimlerine bir kısmı da sendika genel merkezineydi.
Genel merkez şubeleri ve işçilerin iradesini atlayarak bir süreç işletti. Bu çirkin sicil bilinen bir şeydi zaten. Daha önce de defalarca yaşandı, şubeler bu gerçeklikleri bile bile bir oyun kurdu.
Şube yönetimlerine yönelik tepkiler ise şöyle: Bir talepler dizisi konuyor ortaya. Bunu kazanmak için her şeyin yapılması bekleniyor. Bu beklenti karşılandı mı? Fazlaca tartışma konusu. İşçiler şube yönetimlerine genel merkez gelip imza atarsa ne yapacaklarını soruyordu. Anadolu yakasındaki dört şube, genel merkezin asla kendilerini atlayıp imza atmayacakları yönünde vaatte bulundu işçilere. Kartal, Ataşehir, Kadıköy ve Maltepe işçilerini kapsayan şubeler yani. Kartal’da imza atıldığı anda bu politikanın yerle bir olduğu görüldü. Daha önce Maltepe ve Kadıköy’de de Genel Merkez işçilerin iradesine rağmen imza atmış, grevi bitirmiş, işçileri ortada bırakmıştı, bugün o şube koltuklarında oturan arkadaşlar bu acı gerçeklere acı bir şekilde tanık olmuşlardı. Buna karşı bir önlem alınmaması tepkilerin sebepleri arasındaydı.
Kartal’da imza atılmasının ardından temizlik işçileri fiili olarak iş bırakmaya devam edeceğini açıkladı. Anadolu yakasındaki dört şube de ortak açıklamayla bu iş bırakma eylemine destek vereceğini ve süresiz iş bırakma eylemine geçeceğini açıkladı. Ancak bu eylem planından vazgeçilmesi tepkileri artırdı. “Bunu yapmayanlar, yarın bizim grevimizde de gerekli iradeyi gösteremez” algısı kuvvetlendi.
Dört belediyede aynı anda süresiz iş bırakma elbette kolay değil. Daha büyük bir örgütlülük gerektirir. Ancak işyerlerinde işçi komitelerine dayanılarak verilebilecek bir karar. İşçi komiteleri öncülük ederse başarılabilir. Sendika genel merkeziyle paralel politikalara teşne olmuş yapıların bunu yapabilme olanağı yok. Belediye başkanlarının, parti bürokrasisinin baskısı bu süreci işletmedi. Geri adım atıldı. Ve TİS’ler işverenin istediği çerçevede bitti.
Bu süreç daha farklı şekilde yaşanabilir miydi?
Kuşkusuz başka türlü de yaşanabilirdi. Şubelerin daha direngen olması, geri adım atmaması sağlanabilseydi daha iyi olurdu. Örneğin, dört şubenin ilk açıklamasındaki karar uygulansaydı ve dört belediyede eş zamanlı iş bırakma eylemi yapılabilseydi, son dönemdeki en parlak mücadele örneklerinden biri sergilenebilirdi. Burada geri adım atılmamış olsaydı Kartal’da da daha ileri gidilebilirdi, diğer toplu sözleşmelerde de hem sendika genel merkezi hem de belediye yönetimleri bu kadar rahat hareket edemezlerdi.
Şubeler geri adım atabilir, fakat iş yeri komiteleri bu geri adıma karşı direnebilir. Eksiklik budur.
Sendikanın içinde olanlar olarak biliyoruz ki, delegelerin, şube yönetimlerin mevcut hali bu kadar ileri düzeyde bir mücadeleyi sürdürmenin önünde engel. Maddi hayatın gerçekliği böyle hareket etmelerine sebep oluyor, kişisel bir mevzu değil bu. Sendika yönetiminde olan, ücretleri işçinin ücretinin 3-4 katına tekabül eden ve ciddi bir konfor alanına sahip olanların bu süreci yönetemeyeceğine dair bir sonuç çıkarmıştık daha önce. Bence işçiler de bu sonucu çıkarmaya başladı.
Daha ileri bir hamleler dizisi ancak temizlik, park-bahçeler, fen işleri, veterinerlik vb. gibi en kritik hizmet üretiminde yer alan işçilerin daha ileri bir örgütlenme formuyla mümkün olur. Bu alanlarda hizmet üretiminin durdurulması daha büyük bir toplumsal huzursuzluk yaratır. Toplumsal huzursuzluk da grev yapan işçilerin istediği bir şey, çünkü böyle olursa mesele politikleşir ve toplumsal basınca dönüşebilir. Bu olmadığı zaman parti bürokrasisiyle sendikanın genel merkezi anlaşıp sorunu tek taraflı şekilde bitirebiliyor.
Kartal’da imza atılması Maltepe ve Kadıköy grevlerine nasıl bir etkisi oldu?
Elbette işçileri olumsuz etkiledi. Şube yönetimlerinin temel vaatlerinden biri genel merkezin kendi iradeleri dışında sözleşme imzalamaması yönündeydi. Kartal’da imza atılınca işçiler kırıldı tabii. Sürecin şube yönetimi tarafından nasıl sürdürüleceği konusunda şüpheler arttı.
Bu şüphelerin giderilmesi için şube yönetimlerinin fiili grev hazırlığı yapması gerekiyordu. Ama ne Kadıköy’de ne de Maltepe’de böyle bir hazırlık yapıldı. Bu aynı zamanda çok daha direngen bir mücadelenin örgütlenmesi anlamına geliyordu.
Bu hazırlığın olmaması ve Kartal Belediyesi temizlik işçilerine destek amaçlı iş bırakmanın yapılamaması işçilerde ciddi bir huzursuzluk yarattı.
Hep Genel-İş’in örgütlü olduğu belediyeleri konuştuk. Ama Hizmet-İş’in örgütlü olduğu yerlerde de toplu sözleşmeler yapıldı. Buralarda durum ne?
Şöyle bir tablo çizebiliriz. Hizmet-İş’in örgütlü olduğu yerlerde taban ücretler çok düşüktü. Brüt yevmiyeler 850 lira civarıydı. MİKSEN ve SODEMSEN bu ücretin üzerine yüzde 20 zam öneriyordu. Bu zam teklifi işçilerin beklentilerini karşılamayınca işçiler arasında bir huzursuzluk doğdu. Bu huzursuzluk işçileri grev oylamasına kadar götürdü. İşçiler bu süreçte Hizmet-İş’e müthiş bir pas attı. AKP’nin yönettiği beş belediyede ( Kağıthane, Sultangazi, Zeytinburnu, Ümraniye, Esenler) belediye yönetiminin bütün baskılarına rağmen grev oylamasında işveren tarafını ağır ezerek sendikaya grev yetkisi verdiler. Ama sendika, bu yetkiyi işçilerin özlük ve ekonomik haklarını daha da ileriye götürmek için bir fırsat olarak değerlendirmedi. Zam oranını yüzde 40’a çekip brüt yevmiyeyi 1250-1300 bandına getirip sefalet sözleşmeleri imzaladı. Sadece Bayrampaşa’da greve yeltendi Hizmet-İş. İşveren yüzde 25’ten yukarı çıkmıyordu. Greve çıkınca birkaç saat içinde yüzde 40’a çıkarıldı zam oranı ve o noktada imzalandı.
Eyüpsultan’da 31 Ekim’de SODEMSEN’in Hizmet-İş’le yaptığı sözleşme Kartal’daki sözleşme için de düzeyi belirledi. Orada 1240 liraya imza atılınca Genel-İş de onun 100-200 lira üzerine çıkacak şekilde imzalarım diye bir hesap yaptı. Nihayetinde Kartalda brüt 1430 liraya imza attılar zaten. İstanbul için de bir taban oluşmaya başladı böylece.
Buradan görüyoruz ki belediye işçilerinin üç sendika arasında, yani Genel-İş, Belediye-İş ve Hizmet-İş arasında bölünmüş olması işçiler açısından büyük bir dezavantaj. Çünkü SODEMSEN’le MİKSEN, AKP ile CHP, Hizmet-İş ve Genel-İş birbirleriyle iletişim halindeler. Bu ağ, çok düşük düzeyde bir ücrette konsensüs yarattı ve her yerde sözleşmeleri bu düzeyde bağıtladılar.
Hizmet-İş’in örgütlü olduğu belediyelerdeki işçiler içinde de sendikalarına yönelik bir tepki oluştu mu?
Oradaki sözleşme süreçlerinde belediye yönetimlerinin ilk teklifleri yüzde 20 zamdı. Grev oylamalarından sonra bu oran yüzde 40’a çıktı. Genel-İş’in yetkili olduğu yerlerde haftalık mesai 40 saatti. Hizmet-İş’in yetkili olduğu yerlerde ilk defa bu sözleşme döneminde 45 saatten 40 saate düştü. Bu ikisi üst üste gelince işçiler arasında rıza üretimi kolaylaştı. Bu yüzden o kadar da büyük bir tepki oluşmadı. Buradaki kritik nokta taban ücretin çok düşük olmasıydı, buna dikkat çektik fakat yüzde 40 manipülasyonu işçileri bir nebze sevindirdi. Bu alanda örgütlenmenin çok zayıf olduğunu eklemeliyim.
Ama tabii taban ücret çok düşük olduğu için yüzde 40 zam da alsa yine açlık sınırında maaş alıyorlar. Bu durum yavaş yavaş kavranıyor. Buna bir tepki olsa da kazanımları, oransal açıdan nispeten yüksek olarak görülünce tepki çok da örgütlü hale dönmedi.
Peki siz bu süreçte işçilere ne önerdiniz?
Biz 2024 TİS’lerinin ana doğrultusunun grev olacağını ve grev hakkını ise fiili grevle kazanabileceğimizi iddia ettik. Belediye yönetimlerinin uyguladığı şimşek programının aşılabilmesinin mücdadele aracı olarak grev, işçilerin en doğal hakkı olan greve yaklaşımı iyi niyetli olmayan sendika bürokrasisinin ataklarına karşı fiili grevle karşılık vermek mümkündü. Bu aşamada bunun geniş emekçi grupları tarafından görülmesini istiyorduk. Gelecek mücadeleler açısından bu halkanın kavranması son derece önemlidir. Belediyelerde grev döneminin başlamış olduğunu açıklamıştık, yaşananlar öngörümüzü doğruladı, ama bizim öngörümüz 2025-2026 yıllarını işaret ediyordu.
Grevin kırılması moral bozukluğu ve öfke yaratıyor. Yaşanan duygu seli ne olursa olsun bizim görevimiz yalan yanlış hedefler önermek değil, uzun vadede sonuç alabileceğimiz politikalar üretmek ve bunun maddi bir güce dönüşebilmesi için çalışmaktır.
Biz, işçilere üye oldukları sendikalarından istifa edip başka bir sendikaya geçmelerini önermiyoruz. Bunun da çare olmadığını deneyimlerimizden biliyoruz. Öyle ya da böyle bir TİS yapılacak. Bu süreçte SODEMSEN’le MİKSEN’in, AKP ile CHP’nin, Hizmet-İş ve Genel-İş’in nasıl koordineli çalıştığını anlatmıştım. Biz tabanda işçilerin bağımsız örgütlenme zeminini sağlamak zorunda olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Bu, sendikalarından istifa etmelerini gerektirmez. Ama mevcut sendikal yapıların ya da toplu sözleşme düzeneklerinin de işçilerin ihtiyaçlarını karşılamayacağını söylüyoruz.
İşçilerin üye oldukları sendikalardan bağımsız olarak bir ağ kurabileceğimizi düşünüyoruz. Bunun da işyeri komiteleri üzerinden mümkün olacağını düşünüyoruz.
İşçilerin sendika yönetimlerine basıncı olmadığı sürece, farklı belediyelerdeki işçiler birbirlerinin direnişlerine, örgütlenmelerine, gündelik sorunlarına, tasa ve sevincine ortak olmadıkça, birbirine destek amaçlı fiili iş bırakma eylemleri örgütlemediği sürece bizim yol alma şansımız yok. Kartal grevini sadece Kartal işçileriyle kazanma şansımız zaten yoktu. İşçi arkadaşlarımıza bunu söylüyoruz. Tabanda bu örgütlülüğümüzü genişletip İstanbul, hatta Türkiye çapında meclisler oluşturmalıyız.
Bu önermeniz işçiler arasında nasıl karşılık buldu?
Bu politikanın idrak edilmesi, işçilerin zihnine kazınması kolay bir süreç değil. Son 6-7 yıldır sendikalı olan ve toplu sözleşme yapan bir işçi grubu aslında belediye şirket işçileri. Adım adım sendikaları, yönetimleri tanımaya çalışıyorlar. Sendikal bürokrasi içinde yol alınmaya çalışılıyor.
Yakın zamana kadar temsilcilerini, yönetimlerini seçip haklarını arayabileceklerini, alabileceklerini düşünüyorlardı. Ama sözleşmelerde kendi taleplerinin çok altında rakamlara imza atıldığını gördüklerinde bunun mümkün olmayacağını görmeye başladılar.
İşçiler arasında bu önerdiğimiz ağın kurulması yönünde yol da kat ettik aslında. İşçilerin bize teveccühünden, bize malumat göndermesinden anlıyoruz bunu. Bu ağı genişletme ve derinleştirme ihtiyacımız var.
Eğer bu çizgi kuvvetlenirse işçi sınıfının diğer kesimlerine de güç verecektir.
Önümüzde toplu sözleşmelerin olmadığı iki sene var. Toplu sözleşme süreçlerinin olmaması önerdiğiniz mücadele çizgisinin hayata geçirilmesini ne yönde etkiler?
Eskiden sadece toplu sözleşmeden toplu sözleşmeye reaksiyon gösteriyordu işçiler. Şimdi öyle değil. Enflasyon çok yüksek, TÜİK’in açıkladığı rakamlar palavradan ibaret. Bu durum işçileri ister istemez toplu sözleşme dışında da mücadeleye itiyor. Belediyelerde ek protokol süreçleri yaşanıyor artık. Bahar aylarında itibaren işçi arkadaşlarımız hem sendikalarını zorlayacak hem de işvereni. Geçinemiyorum” çığlıkları yükselecek. Giydirilmiş maaşlarınız 35-40 bin lira maaş alınabilir ancak İstanbul için bu hiç yeterli değil.
TABİB’in ilk büyük çıkışı, doların hızlı yükseldiği günlerde ek protokol talepleriyle olmuştu. Biz bu talebi ilk ortaya attığımızda sendikalar bizle dalga geçmişti. Hatta bazı yerlerde bizleri disipline verdiler. Ama işçilerin basıncıyla ve yaşam koşullarının kötüleşmesiyle kendileri de talep etmek zorunda kaldı. Mamak’ta, Altındağ’da, Esenler’de işçiler kendi sendikalarından (Hizmet İş) destek görmeden iş bıraktı, Genel-İş örgütlü olduğu yerlerde basın açıklamaları yapmak zorunda kaldı.
Önümüzdeki dönem sadece TİS beklenecek bir dönem değil. Fiili mücadelelerin de olabileceği bir dönem. Sendikal bürokrasi parti bürokrasisiyle sözleşmeleri bağıtlayabilir ama işçi geçinemiyorsa ayağa kalkar.
Tek dert ücret de değil. Biz güvencesiz çalışıyoruz. Her an işten atılabiliyoruz. Bu konuya dair mücadeleler de önemli ve bu sorunlar toplu sözleşmelerle çözülebilecek sorunlar değil. Kadrolu ve güvenceli çalışma hakkı için hükümete ve Çalışma Bakanlığını hareket ettirecek mücadeleler son erecek.
Kartal Belediyesi işçisi Belgin Taş’ın grev kırıcılığına itiraz ettiği için işten atılması bunun bir örneği sayılabilir. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Belediye işçilerinin çok sık başına gelen bir durum bu. Bunların çok küçük bir kısmı kamuoyuna yansıyor. Güvencesizliğin ne kadar yakıcı bir sorun olduğunu gösteriyor aslında bunlar. Salı günleri Kadıköy Rıhtımında kadro talebiyle yaptığımız oturma eylemlerinin büyütülmesi ve yaygınlaştırılması gerektiğini gösteriyor.
Belgin Taş meselesine gelince, şunu net olarak söyleyebiliriz: Grev kırıcılığının her türlüsü onursuzluktur. Bu onursuzluğa karşı söylenmiş her şey anlamlıdır ve doğrudur. Belgin’in atmış olduğu adım da son derece haklıdır. 700 bine yakın belediye şirket işçisinin Belgin’in yanında olması gerekir. Asla Belgin’i yalnız bırakmamız gerekir. Pazartesi günleri başta Kartal Belediyesi işçilerinin Belgin’in yanında olması gerekir. Gerekirse yemek yememeleri, 12.30’daki eylemde Belgin’in yanında olmaları gerekiyor. Bu bir onur, haysiyet meselesidir.
Grevler bugün Anayasa’ya yazdırdığımız hakların kazanılmasında en önemli enstrümanlar olmuştur. Grevi suç haline getirmeye, grevi itibarsızlaştırmaya çalışanlara karşı bu gerçeğin aklımızdan çıkmaması gerekiyor.
Sadece Belgin değil, belediyelerden atılmış tüm arkadaşlarımızın yanında durmamız gerekiyor. Burada kazanacağımız bir mücadele işçilerin kendi haklarına daha özgüvenle sarılmasını da sağlayacak.
Bu konudaki bir kazanım az evvel bahsettiğim işçilerin kendi öz örgütlenme zeminini de kuvvetlendirecektir. Çünkü sendikalar zaten bu işçilere sahip çıkmıyor. Örneğin Karşıyaka Belediyesi’nde işten atılan 93 işçiye sendikaları sahip çıkıyormuş gibi yapıyor, eylemini genelleştirmiyor ama işçiler bu pespayeliği görüp kendi eylemlerini ortaya koydukça ilerleme sağlanıyor. Her ay 160 bin işçiden bir yevmiye oranında aidat kesen sendika, işten atılan ve direnişe geçen işçilere para bile vermedi. Grev, direniş fonu böyle kullanılmayacaksa niye aidat toplanıyor? Sendikalar bunu yapmıyorlar, yapmazlar da. Bizim dayanışmayla direnen arkadaşlarımızın yanında olmamız ve kazanımlar elde etmemiz gerekir.
24 Aralık 2017’de çıkarılan 696 sayılı KHK ile belediyelerde taşeron firmalarda çalışan işçiler “kadrolu” hale getirilerek çalıştıkları kurumun bünyesinde istihdam edilmeye başladılar. Sayıları yurt genelinde 700 bini buluyor.
Her ne kadar taşeron çalışma koşullarının önemli bir kısmı belediye bünyesinde sürdürülse de 2018’den beri toplu sözleşmeler yapıyorlar. Üç büyük konfederasyonun genel hizmetler işkolundaki sendikaları da toplu sözleşme yapma yetkisine sahip: DİSK’e bağlı Genel-İş, Türk-İş’e bağlı Belediye-İş ve Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş. İşçi sendikalarının yanı sıra toplu sözleşme masasına işverenleri, yani belediye yönetimlerini temsilen işveren sendikası da oturuyor: CHP’li belediyelerin üyesi olduğu SODEMSEN (Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası), AKP’li belediyelerin üyesi olduğu MİKSEN (Mahalli İdareler Kamu İşveren Sendikası).
Söyleşi: Tankut Serttaş