Rakam konuşmamak gibi sendikal taktik mi var? Varsa bile bu taktik kime daha çok yarar? Hükümet ve işverene yaramaz mı bu durum? Misal aralık ayındaki son toplantı da işçileri hiç tatmin etmeyecek bir rakam açıkladığında bu rakamı nasıl olup da değiştirecekler ya da artıracaklar?
Yaklaşık sekiz milyon işçiyi doğrudan ilgilendiren Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını 10 Aralık 2024 günü yaptı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu; işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden beşer kişilik heyetlerin toplamı on beş kişilik bir komisyon. İlk toplantının ardından iki veya üç toplantı daha yapıyor ve asgari ücret saptanıp açıklanıyor. Bazı yıllarda Cumhurbaşkanı son bir kere araya girer, küçük bir artış (küçük bir “güzellik/iyileştirme”) daha yapılır, dostlar demokratik süreç görsün kabilinden, adet yerine getirilir. Milyonlarca çalışan ve onların aileleri önlerindeki koca bir yıl açlık sınırında bir ücrete boyun eğerek buruk bir şekilde ayrılırlar bu komisyon toplantılarından. Büyük ümitlerle oturulan masadan sessizce kalkar gündelik hayatlarının sıkıntılı rutinlerine döner milyonlarca emekçi.
Asgari ücret tespit edildikten sonra Çalışma Bakanları çıkar “sağduyulu” bir açıklama yaparlar. Tabii ki önlerindeki bir iş yılını daha kazasız belasız atlatmanın verdiği sevinçlerini belli etmeden konuşurlar. İlk sözleri doğal olarak iş barışının çalışma hayatı için ne kadar önemli olduğuna dairdir. Cumhurbaşkanı veya Çalışma Bakanlarının ikinci cümleleri ekonomik program ve ekonomik dengeler üstünedir. Söylemeye gerek var mıdır bilmiyorum ama asgari ücrete daha yüksek seviyelerde artış yapmayı canı gönülden arzu ettiklerini ama bunun işverenlere ve ekonomiye getireceği yüklerin ekonomik istikrarı bozacağını, enflasyonu azdıracağını ve her kesimin kaybedeceğini ancak en çok kaybedecek olanların ücretliler olacağını tatlı sert dillendirirler. Haa! O ara muhalefet partileri asgari ücret konusunda açıklanan rakamları yetersiz bulan açıklamalar yaparlarsa da onlara yönelik de birkaç tanıdık söz vardır yedeklerinde. Muhalefet sorumsuzluk örneği sergiliyordur. Ülke gerçeklerinden bihaberdir. Üç koyunu bile güdecek becerileri yoktur ve mutlaka “bekâra karı boşamak kolaydır” gibisinden..
Bakan veya Cumhurbaşkanı konuşur dedik asgari ücret için ama aslında artış oranı düşük ise bakan, artış oranı kamuoyu beklentilerin bir tık üzerinde bir rakam olursa Cumhurbaşkanı tarafından açıklanır demeliydik. Toplu iğne ucu kadar beklentilerin üstünde bir asgari ücret açıklanırsa bu ücret allanır pullanır yeni PR çalışmasına dönüştürülür. Cumhurbaşkanı açıklamalarının sonuna doğru da mutlu bir gelecek hayalleri serpiştirir. Nedir bu hayaller? Önümüzdeki yıllarda daha yüksek artışlar/iyileştirmeler yapılacaktır. Refah payı verilecektir. Destek ödemeleri ve çeşitli sosyal yardım kalemlerinde de artışlar olacaktır. Büyüyen ülke ekonomimiz her kesimi hatta bölge ülkeleri için bir cazibe merkezi olmaya devam edecektir. Eğer açıklamalar sırasında “Biz halkımızı hiçbir zaman enflasyona ezdirmedik/ezdirmeyeceğiz!” cümlesi yeterince telaffuz edilmediyse birkaç kez daha telaffuz edilecektir. Bu açıklamaların amacı, vatandaşta “Para olsa niye vermesinler, çok samimi ve içimizden biri gibi konuşuyorlar” duygusunu uyandırmak içindir.
İşveren tarafı asgari ücret için imzalar atıldıktan sonraki sözlerine görüşmelerin çok verimli ve demokratik geçtiği şeklinde başlar. Türk çalışma hayatının olgunluğundan dem vurulur, aslında yetersiz görülen asgari ücretin işverene çok daha fazlaya mal olduğu bahsine geçilir. Vergi, sigorta, yemek gibi kalemlerin toplamı ile bir işçinin işverene “yükü” abartılarak verilir. İşçiler/emekçiler hep birer yük ve maliyet kalemi olarak sıralanırken işverenlerin işçilere olan “yükünden”, tüm topluma-doğaya olan yüklerine hiç değinilmez. Yük olan hangi sınıftır gerçekte! Görülmek istenmez, gizlenir. Emekçiler için asgari ücret istemek çok doğal gelir de işverenler için de azami bir ücret/gelir sınırı koyulması neden hiç akıllara gelmez?
İşveren kesimi bu işten en kârlı çıkan olmasına rağmen hep ekonominin tüm yükünü çeken, insanlara ekmek sağlayan, gece gündüz ülke ekonomisi için kendini telef eden, yurda döviz girişi için ülke ülke, kapı kapı dolaşan, teknoloji ve yenilikleri takip eden havariler gibi bir tavır takınırlar.
Onlar üretim ve memleket sevdalılarıdır! Onlar bu işleri para kazanmak, kâr elde etmekten çok boş durmayı sevmediklerinden, aktif, girişimcilik dolu ruhlarından dolayı çalışan, geceleri bile uyuyamayan huzursuz insanlar olduklarından yaparlar tüm bunları. İstihdamı artırmak, ekonomiyi canlandırmaktır tek hedefleri..
Para değildir dertleri, para yan bir getirisidir uğraşlarının. Para, sıradan, vizyonsuz, bizim gibi günlük hayatın içine sıkışmış ufuksuzların işidir. Biz anlayamıyoruz o yüce gönüllülerinin vatan, memleket, iş aşklarını!. Kim inanır değil mi Cengiz Holding’in bu işleri para için yaptığına?
İşçi kesimi beş kişilik heyetiyle devlet ve işveren karşısında komisyon toplantılarında sayıca azınlık durumundalar; devlet ve hükümet heyetleri ise toplam on kişidir. Bir oylama yapılırsa sonuç baştan belli yani!. Bu toplantılarda devlet ve işveren kesimi ne kadar ulvi konulara değiniyorsa işçi kesimi de o kadar dünyevi şeylerden bahsetmektedir: Ev kiraları, gıda, ulaşım, sağlık giderleri, eğitim öğretim masrafları… Geçmiş yıl fiyatları ile bugünün fiyatları ile yapılan karşılaştırmalar… Et fiyatların durmadan artışı yüzünden et giremeyen hane sayıları… Sebze ve meyve bile alamayanların sayısının artması. İnsanların yatağa aç girenlerinden, çocuklarına harçlık veremeyen ebeveynlerden bahseder işçi kesimi. Okul kantininden simit-tost alamayan çocukların okullara gitmek istemediklerini hatırlatır. Asgari ücret altında ücret alan öğretmenleri, nerdeyse bedavaya çalıştırılan meslek liseliler ve iş bulma umudunu kaybetmiş gençler der işçi heyeti.
Kısacası üç taraf da durum tespiti yapar, böyle iken böyle tarzında karşı karşıya gelirler!.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısı öncesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan yaptığı açıklamalarda iki kesim için maksimum faydayı sağlayacak bir ücret düzeyi belirleyeceklerini ama rakam konuşmak için daha erken olduğunu, aralık ayı sonuna doğru rakamın belirlenmiş olacağını söyledi.
İşçi tarafını temsil eden Türk-İş Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar da komisyonda çok haklı olarak işçinin yaşadığı zorlukları, geçinmenin, hatta yaşamanın olanaksızlaştığına değindiklerini ama bir asgari ücret rakamı telaffuz etmediklerini söylemiştir. Ağar, “Rakam söylemek en kolayı ama elimizi zayıflatır diye söylemiyoruz. Rakamı onlar söylesinler biz görüşlerimizi sunarız” diye konuşmuş.
Yani Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanmış ama rakam/ücret/para konuşulmamış. Kaç kez toplanacak bu komisyon? Üç, bilemedin dört kere! İlk toplantı bir saat falan sürmüş. Aralık ayı sonuna kadar iki kere daha toplanacak komisyon. Bu süre ve toplantı sayısı açısından bakılacak olursa öyle çok sayıda bir toplantı ve zaman yok. Ortada bir taktik savaşı mı var? Rakam konuşmamak gibi sendikal taktik mi var? Varsa bile bu taktik kime daha çok yarar? Hükümet ve işverene yaramaz mı bu durum? Misal aralık ayındaki son toplantı da işçileri hiç tatmin etmeyecek bir rakam açıkladığında bu rakamı nasıl olup da değiştirecekler ya da artıracaklar? Baştan şu kadar asgari ücret istiyoruz demek daha gerçekçi değil midir? Açlık ve yoksulluk sınırını herkesin bildiği bir ülkede ve hükümetin gayri resmi ağızlarının şimdiden komik asgari ücret rakamlarına insanları psikolojik olarak hazırladığı bir ortamda elini belli etmemek ne demek oluyor? Oyun mu oynuyoruz da elimizdeki kağıtları belli etmiyoruz? Yahu işçi sınıfının/emekçilerin/alınterinin ve zihin emekçilerinin bir gizlisi saklısı mı var ki taktik yapsın? En başta söylemem gerekeni sona bırakarak söyleyeyim -o sendikacı arkadaşları da kırmak istemiyorum çünkü- bu tip hiçbir şeye yaramayan yol ve yöntemler emekçi sınıfların mücadele biçimi olabilir mi?
Evet, para konuşmak gündelik hayatımızdan bildiğimiz haliyle pek hoş değildir. Elden para vereceğimiz düğün dernek gibi yerlerde, çocuğunuza ders veren üniversite öğrencisine vereceğimiz parayı da bir zarfa koyarak veririz. Birilerinin maaşını sorarken utanırız, karşımızdakini para konuşarak utandırmak istemeyiz filan. Ama burada konuşulan para o para değildir. Buradaki para, o para ve para yerine geçen/sayılan her şeyi üreten, var eden emeğin karşılığıdır. Yok! Yanlış oldu: Her şeyi üreten ve var eden emeğin çok az bir kısmının karşılığı olan paradır. Çoğuna da asalak kapitalist sınıflar tarafından el konulmaktadır zaten.
Emekçiler, para denilen ve tüm mal ve hizmetlerin eşdeğeri olarak kullanılan kağıt, değerli maden veya hesap biçimine bürünmüş/billurlaşmış şeyi isterken emek ürünlerini istemektedirler sadece. Para biçimin altında emekçinin kendisinin ve kol ve zihin gücü vardır. Şöyle düşünün. Bir an için herkesin elinde kullanabileceği sınırsız miktarda kağıt para, altın, bitcoin ve benzeri para sayılan şeyler olsun. Ama aynı zamanda bu sınırsız paraya karşılık hiç kimse mal ve hizmet üretmesin, nasıl olsa paramız var diye çalışmak gereği duymasın. Neye yarar elimizdeki sınırsız para hiç mal ve hizmet yokken? Sınırsız paraya karşılık gelecek bir mal veya hizmet yoksa? Ama herkesin çalıştığı ürettiği ama hiçbir paranın olmadığı tam tersi bir durumu düşünün! Ne olur? Herkesin bir şekilde ihtiyacı hiç para olmamasına rağmen sağlanabilir. Aslolan para değil emek gücünün, emekçinin var ettikleridir.
Paranın bir başına gizli bir gücü olsa, böyle yoktan mal ve hizmet var eden bir özelliği olsaydı tüm ülkeler hiç çalışmaz/üretmez, durmadan darphaneler para basarlardı, bankalar herkese kredi verir kaydi para yaratırdı. Hatta sahte para basmak bile hoş karşılanabilirdi. Hani hep paranın arkasında bir karşılık aranır altın, gümüş, devlet güvencesi gibi. Oysa bir paranın karşılığı o parasal büyüklükleri olduran insan emeğidir, çalışmasıdır. Bu sebepten ötürü de emekçilerin istediği her ücret kendi ürettiklerinin ancak bir kısmıdır ve karşılığı emekleriyle peşin peşin karşılamışlardır.
Para konuşmadan imtina edecekler emekçiler değil, para örtüsünün gizlediği üretim ilişkilerindeki haksız mülk edinicilerdir. Kârın, artı değerin, yani yasal mülk sahibi olmanın, mülksüzleştirmenin yanı sıra uyuşturucudan, kaçakçılıktan, hırsızlıktan, rüşvetten, devlet ayrıcalıklarından, arazi ve imar rantlarından, içerden bilgi sızdıranlar, tefeciler, mafyatik yapılar çekinmeli para konuşmaktan. Devlet; vergi, harç, katkı payı, petrol fiyatları ve alkollü içkiler, sigara, yol ve köprü ücretlerine zam yaparken hiç paradan konuşmayalım dememektedir. Her ay Merkez Bankası faiz kararını açıklarken, yani paranın belli bir zaman dilimi için fiyatını belirlerken bir rahatsızlık duymaz, günü gününe alacaklarını isterken sıradan vatandaştan bir sorun yoktur ama yılda bir kez asgari işçi ücretleri belirlenirken borcunu ödemek istemeyen basiretsiz borçlu tüccar gibi “Ay sonuna daha çok var canım öderiz, aramızda paranın lafı mı olur?” moduna girmektedir.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu 16 Aralık 2024 günü tekrar toplanacak. O gün işçi temsilcileri çok geç kalınmadan ne kadar asgari ücret isteniyorsa halka ve tüm taraflara duyurmalıdır istedikleri rakamı. Emekçilerin isteyeceği her ücret kendi emeklerinin çalışmalarının bir parçasıdır sonuçta. Sınıf tavrına yakışmayan diğer ucuz yollara da tevessül edilmemelidir. Asgari ücret artışının yüksek olması halinde enflasyon olacağına gerçekten inanıyorsa hükümet tarafı o vakit yeni para yaratmadan şimdi paraya konmuş olanlardan bu tarafa doğru, emekçilere doğru bir kaydırma yapmak zorundadır. Bir sınıftan diğer sınıfa gasp edilen geri verilmelidir.
Son söz komisyondaki işçi heyetindeki işçilere olsun! Komisyon görüşmelerinde işveren ve devlet heyetlerine artan fiyatlardan, hayat pahalılığından filan bahsederek onların sizi/bizi/halkı anlamasını, anlayış göstermelerini, o tip konuşmaların etkili olacağını varsayarak yüksek bir asgari ücret beklentisine girmeyin. Onlar sizin söylediğiniz/açıkladığınız/şikayet edeceğiniz artan fiyatlardan haberdarlar! Çünkü kirasını yüksek bulduğunuz evlerin sahipleri o masada karşınızda duranların. Elektrik fiyatlarını belirleyenler de karşınızda oturan kişilere ait dağıtım şirketleri. Sebze ve meyve fiyatlarını belirleyenler de bu masadaki arkadaşlar! Vergileri artıranlar da hastaneleri ve okulları paralı hale getirenler de, kıyıları halka kapatanlar da ormanları yok edenler de tam karşınızda duruyor! Heyetin diğer tarafındakiler yani. Onlardan anlayış beklemeniz güçsüzlük işareti olarak kabul edilecektir. Tam tersine onlara sahip oldukları her şeyin sizin emeğiniz ürünü olduğunu, ellerinizden çıktıklarını, şimdilik bir kısmını güzellikle geri vermelerini hatırlatın! Mırın kırın ederlerse işçi sınıfının üretimden, dayanışmadan gelen gücünü hatırlatın! İşçi sınıfın tok sesiyle selamını iletin onlara! Onlar bilecektir ne demek istediğinizi…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.