“Burada esas ihtiyaç güvenli konut. Bunun da borçlandırılarak değil, devlet tarafından yapılabileceğini ve ücretsiz bir şekilde insanlara sağlıklı konutların tesis edilebileceğini düşünüyoruz. Bugüne kadar topladıkları vergiler ciddi bir kaynak. Patronların, sermayenin affettikleri vergiler ciddi bir kaynak. Bunu da bırakalım, deprem zamanı insanlardan paralar toplandı”
“Dayanışma seferberliğinden yeniden inşa sürecine Hatay’da toplumsal hareketler” başlıklı dosyamızın sıradaki söyleşisi Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu üyesi Halil İmrek ile. İmrek parti çalışmalarını Çukurova bölgesinde icra ediyor.
İmrek Hatay’da yeniden inşa çalışmalarının rant odaklı ilerlediğini ve çok sayıda insanın da mağdur olduğunu ve olacağını belirtti. Halkın bu sürece katılım kanalı bulamadığı ve şehir plancıları, mimarlar gibi kente dair bilimsel teknik değerlendirmelerde bulunabilecek meslek odalarının katılımının da çok sınırlı olduğunu ekledi. İmrek, bunun sonucunda esas ihtiyaç olan güvenli konutların ortaya çıkamadığını söyledi. İmrek güvenli konutların istense parasız şekilde halka ulaştırlabileceğini söylerken bunun için kaynak olmadığını söyleyenlerin yalan söylediklerini belirtti.
Emek Partisi olarak deprem sonrasında, akut süreçte ve devamında neler yaptınız?
Deprem öncesiyle başlayayım. Belki klasik olacak ama esas olarak deprem öldürmez, alınmayan önlemler öldürür böyle ifade edebiliriz. Sonuçta iktidar da hükümet de depremin bir gün geleceğini biliyorlardı. Bu bakımdan da bölgenin önemli oranı deprem kuşağı ve Hatay’da tarih boyunca onlarca yaşanan deprem var. Bu açıdan da esas olarak yıllardır alınmayan önlemler böyle büyük bir yıkım yarattı. Zaten Cumhurbaşkanı, sanırım 2019 yılıydı, Hatay’a geldiğinde imar barışıyla ilgili müjdeler veriyordu. İmar barışıyla beraber iktidarın almış olduğu bir karar vardı. Tarım alanları, su ve göl havzaları, birçok alan imara açılmıştı. O açıdan mesela İskenderun örnektir, 2011’de devlet hastanesinin güvenli olmadığı, yıkılma tehlikesi olduğuna bir rapor var ve bu kamu binası. Sanırım 8-10 yıl öncesinde inşaat mühendislerinin, meslek odalarının yaptığı çalışmalar vardı. Sonuçta muhalif basında da bunlar yazıldı, çizildi. Hatay’da yaşanacak bir depremin 40-50 bin insanın yaşamını yitirmesine yol açacağı belirtiliyordu. Sonuçta bir deprem yaşandı ve alınmayan önlemlerden kaynaklı büyük bir yıkım oldu ama hükümet ‘asrın felaketi’ vs. dese de burada esas olarak hiçbir önlem almadı.
Bu bölgede bir sürü fabrika var. Bu fabrikaların iş makineleri envanterleri var. Devletin bütün imkanları seferber edilebilirdi. Bırakalım bunları madencilerin gelişi bile engellendi ve ilk üç gün ortada bir devlet yoktu; çünkü devlet aygıtı esas olarak halkın yaşamını merkezine alan, yaşamını kolaylaştıran, bu tip afetlere müdahale üzerine kurulmuş değil. Bu bakımdan ciddi bir problem ortaya çıktı ve insanlar enkazların altında bağıra bağıra öldüler. Kendi imkanlarıyla kurtulan insanlara bir tas sıcak çorba verilemedi, başlarını sokacak bir çadır ulaştırılamadı ve esas olarak o dönem sosyalistler halkımızın dayanışmasıyla insanların kurtarma çalışmalarına katıldı.
Biz de ikinci gün itibariyle daha çok İskenderun bölgesinde konumlandık. Şehir dışından gelen arkadaşlarımız oldu. İlk yardım vb. konularda daha önce bir eğitim almış, tecrübesi olan arkadaşlarımızın katıldığı enkaz çalışmaları oldu. Mesela yedi insanı bizzat bizim gençler o dönem İskenderun bölgesinde enkazdan çıkardılar. Ben depremi Adana’da yaşamıştım. Ben birinci gün İskenderun’a geldim, geri döndüm. İkinci gün Antakya’ya geldik. Sonra üçüncü günden itibaren İskenderun’da konumlandık. İlk başta 20-25 kadar arkadaştık ve orada tek ayakta kalan İskenderun Cemevi’ydi, biz de Emek Partisi olarak hem ülke dışından hem ülke içinden gelen yardımların tasnif edilmesinde ve dağıtılmasında cemevinde görev alıyorduk. Bir hafta kadar öyle yaptık.
Sonra da insanların barınma sorunları vardı. Orada burada, binalarının önünde yatıyorlardı. Cemevi karşısında Mustafa Kemal Semt Pazarı’nda çadırları kurmayı düşündük. Önce bir iki çadır, sonra yabancı bir sivil toplum örgütü geldi, ellerinde bir lojistik çadır da vardı. Biz onu da yemek için oraya kurduk sonra biz kendimiz de büyük bir lojistik çadır temin ettik. Birini yemekhane olarak kullandık. Öğrenciler 60 tane 24 metrekarelik çadır gönderdi. O çadırları kurduk. O ara Rotary 13-14 kişilik 70-80 çadır kurdu. Çadırkentte toplamda 200 çadır kuruldu ve 1500-2000 arası bir nüfus vardı.
İki şey yapıyorduk. Bir çadırdakilerin günlük ihtiyaçları, yemek, hijyen, giyim malzemeleri vs. ikincisi o depoda gelen malzemeleri de İskenderun’un belli mahallelerine; Sarayılan’dan, Payas’tan Gültepe, Esentepe, bütün mahallelere yayıyorduk. Ekmek ve Gül, Emek Gençliği, DİSK’e bağlı İletişim-İş ve Gıda-İş, BİRTEK-SEN sendikalarının temsilcileri vardı. Çadırkentlere atanan müdürler Whatsapp gruplarına; “Buraya asker gelsin, burada özyönetim oluşturuluyor” vb. bir kara propaganda başlatmıştı. Eğitim-Sen’den öğretmenlerden de yer yer bilgi geliyordu. En son kaymakam gelmişti. Kaymakamın geldiği zaman CHP milletvekili Suzan Şahin vardı. Bir müdahalede bulunmak istediler. Milletvekili de olunca o gün caydılar. Bir gün sonra, 38. gün, yağmur yağıyordu. 38 gün boyunca ortada olmayan, gelip çadır kurmayan devlet, AFAD, 38 gün sonra gönüllü çadırlarının hepsini söktü, bizi oradan çıkardı ve yeni çadırlar kurulacak dediler. O ara biz tabii tepki gösterdik. Ahmet Şık gelmişti, TİP milletvekili. Beraber açıklama da yaptık. Orayı önce kaldırdılar, sonra yeniden kendileri AFAD olarak kurdular. İnsanların çok tepkileri oldu. Hatta birkaçının böyle tepkisi üzerine bir gözaltı ve müdahale olmasın, deprem mağdurları yine bir sorun yaşamasın diye biz onları bir mukavemete de sevk etmedik ve orada 38 gün sonra bizi çıkarmış oldular. Kendi denetimlerini almış oldular.
Ankara’dan Heykeltıraş Orhan Uygur geldi. Çocuklarla çamdan heykeller yaptı. Resim etkinlikleri de oldu. Kadın kuaförleriyle iletişime geçildi, onlar çadırkente geldiler. Bir ayı geçmişti kadınların kuaförlere gitmemesinin üzerinden. Oradaki kadınların saçlarını kestiler. Akşamları yemekhanede söyleşiler, sonraki günün planlanması gibi çalışmalar oldu. Aslında ciddi örnekler de çıktı ama devletin acizliği ortaya çıkmasın diye hızlıca engellenmeye de çalışıldı bu çalışmalar. Bize “Devletten bağımsız bir şişe su bile verilmez” diyorlardı. Malzemelerin de çoğuna el kondu. Kimi AFAD’ın etiketi yapıştırılarak dağıtıldı, kimi AKP ve tarikatlar üzerinden dağıtıldı. AFAD görünsün, yani “devletimiz” burada algısı yaratılsın diye. Ama işte onu da 38 gün sonra yaptılar. İşte halkın devleti olmayınca bu işleri maalesef yapmadılar. Yapanları da böyle müdahalelerle engellemeye çalıştılar.
99 Gölcük depreminden bu yana sadece toplanan deprem vergileri bile trilyonları buluyor. ve bütün milyonlarca ülkedeki konu yani güvensiz konutun şey yapılabilir yeniden inşası yapılabilir ama bu bakımdan da yani işte hani kimin devleti ve kim için bunu yapacaklar meselesi gündeme geliyor. Esas olarak hani depremde yeniden hükümet sermaye güçleri bir iştahlandılar. Yani yeniden kentin inşasında iştahları kabardı ve bu bakımdan kim hangi ihaleyi alacak, nereye bu ortaya çıkan kent merkezlerindeki işte sahil kenarlarında, nehir kenarlarında, kent merkezlerinde meydana çıkan boşlukları nasıl burada bir ranta, yeni binalar şey yaparak paraya tahvil edebiliriz şeyleri eğilimleri öne çıktı.
Şu anda kentin yeniden inşa sürecini ve uygulanan politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kentin yeniden inşası başta bu kentte yaşayan insanlarla, yani depremde enkazlarının altından çıkanlarla olabilir. Bunun bir yanı halkın fikrinin alınması, halkın katılacağı mekanizmaların kurulması. İkinci yanı ise, bir kentten bahsediyorsak doğal olarak aynı zamanda bilimsel ve teknik bir meseleden bahsediyoruz, bilimin, bilim insanlarının, meslek odalarına kadar bütün kentin teknik ve bilimsel kurumlarının katılımı olmalı. Bu iki temel yan olmadığında, yani halkın denetlemediği, halkın inşa sürecine katılmadığı, bilimin söz ve etki sahibi olmadığı bir yerde iki şey açığa çıkar. Biri hırsızlık ve rant, ikincisi güvensiz binalar.
Hızlıca bir kamulaştırma yaptılar, bir rezerv alanları oluşturdular. Burada insanların zeytinliklerine, narenciye bahçelerine, verimli tarlalarına ya da yıkılan binanın konumundan kaynaklı rant oluşturmasından kaynaklı malına çökme operasyonu yaşandı.
Burada esas ihtiyaç, güvenli konut. Bunun da borçlandırılarak değil, devlet tarafından yapılabileceğini ve ücretsiz bir şekilde insanlara sağlıklı konutların tesis edilebileceğini düşünüyoruz. Bunun için de biz kaynağın olduğunu biliyoruz ve kaynak yok diyenler bu işi bıraksınlar. Bu ülkenin işçi-emekçilerine, bu ülkenin sosyalistlerine bu işi bıraksınlar; çünkü yalan söylüyorlar.
Bugüne kadar topladıkları vergiler ciddi bir kaynak. Patronların, sermayenin affettikleri vergiler ciddi bir kaynak. Bunu da bırakalım. Deprem zamanı ve eski depremlerden beridir toplanan vergileri de bir yanına koyalım. Onun üstüne deprem zamanı insanlardan paralar toplandı. Yapılan açıklamalarda bu paraların faizde olduğu söylendi. Bu insanların ihtiyaçları için kullanılmayacaksa ne için kullanılacak?
İkinci yıl dolacak ve Hatay’da hala 150 bin konut ihtiyacı var. Hatay’da en temel ihtiyaçlar olan ulaşım, barınma, temiz su, hastane, sağlık, eğitim gibi bir dizi sorun var. Örneğin ulaşım meselesi. Ben depremin ikinci günü İskenderun’a geldim. Oradan Antakya’ya iki üç saatte vardık ama İskenderun’a geri gitmemiz yedi saat sürdü. Bir saatlik yol yedi saat sürdü. Çünkü İskenderun’dan Hatay’a bir demiryolu yok.
Örneğin iletişim sorunu… Telefonlar çöktü. Neden, çünkü binaların üstüne kurulan baz istasyonları vardı ve binalar yıkılınca baz istasyonları da çöktü.
Sağlık ocakları eskiden kamunundu ve bağımsız yapılardı. Şimdi ne yaptılar? Aile sağlığı merkezleri adı altında apartmanlara koydular. Onlarca aile sağlığı merkezi yıkıldı.
Depremden sonra Halkevleri, TİP, TKP, tabip odası, sendikalar belli parkları dayanışma merkezi olarak kurmuşlardı. Biz İskenderun’da Mustafa Kemal Mahallesi pazar yerinde konumlanmıştık. Burada bunu niye söylüyorum? Yani depremde parkların park olduğunu da gördük. Kent inşa edilirken bunlar da düşünülmeli. Birkaç tane park dışında insanların bir araya geleceği, toplanacağı güvenli alanlar yok.
Bu yüzden kentin inşası kentteki bütün eğitimcilerle, sağlıkçılarla, iletişimcilerle birlikte yapılmalı ki insanların kendisini güvende hissettiği bir kent mümkün olabilsin. Ama maalesef hızlıca molozların, enkazların hangi şirketlere verileceği, hangi şirketin ihale alacağı kavgası oldu.
Sizce Hatay nasıl yeniden inşa edilmeli?
İnsanların dayanışmayı örgütlemeleri, birbirine el uzatmaları, enkaz altında birbirini kurtarmaları aslında politik bir örgütlülüğe döndüğünde nasıl bir değer ortaya çıkardığını ve nasıl yeni bir kent ve yeni bir ülke kurulabileceğinin fotoğrafını bize verdi. Türkiye’de gerçekten özellikle Antakya ve İskenderun’da gerçekten sosyalist örgütler, muhalif sendikalar, meslek odaları vb. kuruluşlar ciddi bir sınav verdiler ve bu bizim gururlanacağımız ve ne yapılması gerektiğinin örneği. Bu depremdeki ortaya konulan tutum kalıcı örgütlenmelere, mesela yerel seçimlerde kalıcı birlikteliklere, belediyecilik ve kentin inşasında halkın inisiyatif almasına vb. yönelmedi. Yaptıklarımız istikrarlı, kalıcı ve pozitif örgütlenmeye dönebilseydi, bunda her birimizin kusuru var, o zaman başka şeyler konuşabilirdik.
Defne’de o dönem Emek Partisi’nin de içinde olduğu, Halkevleri, TÖP, TİP vb. kurumlarla “Defne Biziz” diye bir platform kuruldu ama sonra sosyalistler yeniden bölük pörçük oldu. Defne’de deprem sürecinde aldıkları tutumu yerel seçimlerde alamadılar. Ya da diyelim ki rezerv alan, kamulaştırma, kentin yeniden inşası, bunlarla ilgili en geniş bir birliktelik ve platformu kuramadılar.
Mesela biz Defne’de ve İskenderun’da yardımların dağıtılmasında sokak temsilcileri belirlemiştik. O sokak temsilcisi o sokakta herkesi biliyor, onların evlerini gezdiğinde onlarla bir araya gelip hangi ihtiyaç olduğunu belirlediğinde işler kolaylaşıyor. Sonuçta her hareketin, her siyasetin böyle deneyimleri var.
Ama mahalle veya sokak temsilcilerinden oluşan mahalle meclisleri gibi halkın kendi haklarına, kendi yaşam alanlarına ve kendi barınma sorununa sahip çıktığı birleşik bir halk hareketi ve onun yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı mekanizmaların kurulduğu bir durum ortaya çıkarılamadı.
Burada esas olan bu kentte yaşayanların kentin belediyesiyle, muhtarlığıyla ve her türlü mekanizmasıyla kentin yönetim sürecine katılması. Basit bir örnek vereyim. Birçok yerde muhtarlıkların çok olumsuz sınavlar verdiğini gördük. Bazı muhtarların o imkanları kendine devşirdiğine de tanık olduk. Bu mahallede azayı bileniniz var mı, diye soruyoruz. Azayı bilmiyorlar. Yukarıdan aşağı, yani muhtara kadar bir tek adamlık hali var. Eğer o mahalledeki sokak temsilcileri, seçilen azalar ve muhtar orayı birlikte yönetmiyorsa depremde de böyle felaketlerde de emekçiler büyük kayıplarla çıkar. Biraz buna dair atılan adımlar var. Bazı yerlerde muhtar adaylıkları ve azalar belirlerken de esas olarak oradaki halkın örgütü olarak sürece katılmasının zeminini yaratabilir miyiz diye düşündük. Asıl olarak rant ve sermaye odaklı bir halk düşmanı iktidar var ve onun karşısında ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin bir örgütsüzlüğü var. Hal böyle depremi bile Allah’ın bir lütfuna çevirip buradan da yeniden rant devşirebiliyor.
Yerel seçim sürecinde büyükşehir belediyesi adaylığınız oldu. Süreci biraz anlatabilir misiniz?
Özellikle Defne, Samandağ ve Arsuz’da iyi tartışmalar, kurultaylar ve modeller çıktı. Biz buradan seçim ortaklıkları ve ülkeye dair güç birliklerine dair bir model oluşturabileceğini düşündük. Bu bakımdan çok önemsedik. Defne’de atölyeler oldu, çalıştaylar oldu. Bizim o dönem Genel Başkan Yardımcımız Selma Gürkan da katılmıştı. O toplantılarda Sol Parti’den TİP’e kadar bütün genel başkanlar, parti meclis yöneticileri, aslolan halkın iradesi ve halk karar verecek, burada yaşayanlar karar verecek dedi. Bu doğruydu ama pratikte partilerin kendi adaylarını dayattığı, her partinin kendi grup çıkarlarını öne aldığı bir durum oldu. Katılanların karar verdiği adaylıklardan ziyade yukarıdan ve masa başı adaylıklar belirlenmeye çalışıldı. Hal böyle olunca aşağıdaki geniş birliktelikler Arsuz ve Defne’de bozuldu. Bir tek Samandağ’da bu yapılabildi. Hatay Büyükşehir Belediyesi de başta olmak üzere her yerde girelim dedik. TİP başta büyükşehir belediyesine adaylık çok düşünmediklerini, bilmediklerini söylüyordu. Bunun nedenleri olarak içerideki iddianın zayıflayabileceği ve CHP tabanından birtakım şeyler olabileceğini söyleniyordu. Biz ısrarla büyükşehirde ve bütün yerlerde birlikte girelim istiyorduk. Bu bakımdan onlar İskenderun, Dörtyol Erzin’i düşünüyordu. Samandağ, Arsuz ve Defne konusunda henüz ittifak dağılmadan önce TİP’in çatısında bir ortaklaşma vardı ancak ittifaklar halka karşı sorumlu olmayan, kendini önceleyen yaklaşımlardan bozulunca biz de mevcut olan yerlerde girmek yerine büyükşehirde girmenin bir sorumluluk olduğunu düşündük.
Lütfü Savaş aynı zamanda Antakya’da da belediye başkanlığı yapmış, büyükşehirde iki dönem belediye başkanlığı yapmış, deprem suçlusu olan ve depremde sorumluluğu alan biriydi ve bu şahsa karşı bir sosyalist alternatif olması gerektiğini düşünüyorduk. DEM, TKP, TİP girmeyeceğini söylüyordu ama daha sonra TİP Gökhan Zan’ı ilan etti, o da daha önce İyi Parti’de milletvekili adayı olmuştu. Bu bakımdan Hatay’daki işçilerin, emekçilerin çözümsüz olmadığı, adreslerinin olduğuna dair Emek Partisi olarak büyükşehir seçimlerine girdik. Daha sonra başkaca giren partiler de olduğunu gördük ve esas olarak büyükşehirde de yine adaylık meselesinde de bir ortaklık sağlanamadı. Biz Emek Partisi olarak gittik ama esas olarak orada bütün çabamız, çalışmamız ve projelerimiz halkın örgütlü olması ve birlikte davranması üzerineydi. Bu seçimlerde hem politik olarak hem de pratik olarak çalışmalarımızı sürdürdük. Bunu biz Gezi’den sonra da yaşamıştık, Gezi en etkili olan bölge bakımından Hatay’dı. Depremdeki dayanışmada da en etkili olan yerdi ama her iki uyumlu halk hareketini ve ona öncülük eden sol sosyalist devrimci güçlerin belediye seçimlerinde de Gezi sonrasında deprem sonrası belediye seçimlerinde, ülke siyasetindeki ortaklaşmalarda aynı sınavı, aynı olumlu süreci maalesef veremediler. Seçimler üzerinde uzun bir zaman geçti, umarım herkes buna dair doğru sonuçlar çıkarmıştır.
Söyleşi: Zişan Gür