Asgari ücret görüşmelerinde asgari ücretliler hem yerli hem de uluslararası bir sömürü koalisyonu ve şebekesi tarafından kıskaca alınmış durumda. Türkiye işçi sınıfının ise fiili meşru eylem alanlarını büyütmek ve toplumsal grev dalgasını yaymaktan başka çıkar yolu yoktur
2025 yılı için asgari ücret görüşmeleri bu hafta içerisinde başladı. Görüşmelerin başladığı esnada Cevdet Yılmaz ülke genelinde asgari ücret ile çalışan işçilerin oranını yüzde 42 olarak açıkladı. Bu açıklamanın en dikkat çekici yönü ise Çalışma Bakanı’nın asgari ücretin Türkiye’de genel ücret seviyesi olmadığına dair iddiasının bir nevi boşa düşürülmesiydi. SGK’nin son verilerine Türkiye’de 16 milyon 947 bin işçi statüsünde istihdam edildiğini düşündüğümüzde, işçilerin 7,1 milyonu resmi verilere göre asgari ücret düzeyinde çalıştığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Tabii bu oran resmi verilere göre oysaki kayıtdışı istihdamı da eklediğimizde ülke de çalışan işçilerin ezici bir çoğunluğunun asgari ücret hatta daha altı bir ücrete çalıştığını da unutmamamız gerekir.
Zira en son 2023 yılı Ağustos ayında Merkez Bankası tarafından açıklanan üçüncü enflasyon raporunda; sanayi sektöründe çalışan işçilerin yüzde 50’si, inşaat sektöründe ise yine işçilerin yüzde 70’i asgari ücret ve altında bir ücrete çalıştığını görebiliyoruz. Bu da bize resmi verilerde dahi ülke genelinin nasıl ucuz ve güvencesiz bir istihdam alanına dönüştüğünün de en net kanıtı durumunda.
Asgari ücret görüşmelerinde tarafların bulunduğu masa; işçi temsilcileri, işveren temsilcileri ve hükümet temsilcileri bulunmakta. Lakin bu üçlü masaya bu yıl bir dördüncü tarafta eklemlenmiş durumda. Masada yer alan dördüncü ortak ise IMF şefleri. Son 1,5 yıldır Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı’nın esas yürütücüsü konumunda olan IMF, bu yıl asgari ücret görüşmelerinde en etkili rolü oynamaya hazırlanıyor. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen sonra başta Orta Vadeli Program ve Kalkınma Planı olmak üzere, Merkez Bankası’nın tüm enflasyon raporlarında enflasyon-ücret ilişkisi sıklıkla vurgulanırken, enflasyonun esas nedeni ücret artışları olarak zaten sürekli olarak vurgulanıyor. Lakin burada dikkat çekici bir diğer husus ise yine IMF direktiflerinin ve sermaye kesimlerinin sözcüsü konumunda olan Merkez Bankası’nın kendi raporlarında enflasyon etkisinin ana dinamiği olarak döviz kuru artışlarını ücret artışlarının önüne koymasıdır. Bu tutarsızlığın tek sebebi olsa olsa servet aktarımı yaptıkları devasa şirketleri açıktan karşılarına almak istememeleridir. Zira sermaye sahiplerinin kaderi ile iktidar aygıtlarının kaderi birbirine bağlıdır. İşte bu yüzdendir ki Merkez Bankası Başkanı asgari ücret görüşmelerinden hemen önce sermaye temsilcilerine daha fazla ses çıkarmasını ve daha fazla baskı yapmasını istemektedir. İslamcı sermayenin örgütlü gücü MÜSİAD ile sözde iktidar politikalarına muhalif (muhalifliğinin özü servet aktarımında daha fazla pay kapma isteğidir) TÜSİAD’ı ücret tartışmalarında bir araya getiren şey işte tam olarak budur; daha fazla sermaye birikimi adına daha fazla sefalet.
IMF Türkiye için hazırladığı ekonomik görünüm ön raporunda ücret artışlarının beklenen, yani bir diğer ifadeyle hedeflenen enflasyona göre yapılmasını belirtmiştir. Bu açıklama Merkez Bankası Başkan Yardımcısı’nın “ileriye dönük hedefleme” açıklamasında açık açık yer alıyor. Türkiye 2006 yılından itibaren neoliberal politikaların bir aracı olarak hedef enflasyon rejimine geçmişti. Aradan geçen 20 yıla yakın sürede hedeflenen enflasyon hedefi ile gerçekler arasında bu süre zarfında herhangi bir tutarlılık sağlanamadı. Sermaye lehine tutmayan her hedefin bedeli ise kimi zaman yapısal reformlarla kimi zaman ise mali reformlarla emekçilere ödetildi. Son yıllarda ise ücret ve gelir dağılımı eşitsizliği üzerinden bu hesap ödetme süreci daha baskıcı ve otoriter bir şekilde kendini gösteriyor. Bu düzenin moda ismi ise “hedeflenen enflasyon” olarak vurgulanıyor.
Asgari ücret görüşmelerinde asgari ücretliler hem yerli hem de uluslararası bir sömürü koalisyonu ve şebekesi tarafından kıskaca alınmış durumda. Tabii burada işçileri temsilen masada yer alan yetkili konfederasyonun durumuna dair de bazı saptamalar yapmak gerekir. Bundan önceki kimi zam pazarlıkları sürecinde masadan kalkan ya da şerh koyarak imza atmamasına rağmen işçi temsilciliğini üstlenen yetkili konfederasyon, bu baskılara yıllardır boyun eğmiş durumda. Türkiye’nin en büyük toplu iş sözleşme masası olan asgari ücretin belirlendiği mevcut komisyonunun antidemokratik ve baskıcı yapısına yıllardır yetkili konfederasyon açıktan teslim olmuş durumda. Bu yüzden yapılan her açıklama ise dostlar alışverişte görsün mantığıyla işlemekte. Asgari ücret görüşmelerinde grev sözcüğü ise yasal sınırlara hapsedilerek ağza dahi alınmamakta. Kısacası asgari ücretli masada üçlü değil, dörtlü bir kıskaca alınmış durumda.
İşte burada asgari ücret tespit komisyonu ya da sözleşme masası bir aktör, yapı ya da form halinden çıkmakta, sömürüyü ve sermaye adına birikimi daha fazla arttırmak için bir ilişkiler bütünü veyahut strateji odağı haline gelmektedir.
İşte bu ilişkiler bütünü tarihsel misyonu gereği anayasal haklarını kullanmak isteyen ve açlık grevinde olan Polonez işçilerine yolu kapatmaktadır. Merkez Bankası katılımcı anketinde dahi yıllık enflasyon beklentisi yüzde 70’e ulaşan emekçi yoksul halkı yüzde 26’lık hedef enflasyona mahkûm etmek istemektedir. Türkiye işçi sınıfının ise fiili meşru eylem alanlarını büyütmek ve toplumsal grev dalgasını yaymaktan başka çıkar yolu yoktur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.