Hayatlarını herhangi bir biçimde iyileştirmekten umudu kesen insanlar, önemli olan şeyin kendilerini ruhsal açıdan geliştirmek olduğuna inandılar. Bir programa dönüştürülerek otantiklik ve farkındalık ambalajına sarılmış bu uğraşlar zararsız da olsalar, politikadan bir kaçışa ve yakın geçmişin reddedilmesine işaret ederler
Narkissos, gördüğünün bir yansıma olduğunu hiç anlamadan kendi yansımasında boğulur. Hikayenin özü Narkissos’un kendine aşık olması değil, kendi yansımasını tanıyamadığı için, kendisi ve çevresindekiler arasındaki farka dair hiçbir fikri bulunmamasıdır.
Lasch, “Narsizm Kültürü” kitabında tartışılan kötülüklerin çoğunun, krallar, rahipler, otoriter babalar, köle sahipleri ve derebeylerinin eski ataerkilliğin yıkıntıları üzerinde yükselen yeni bir tür ataerkillikten kaynaklandığını söyler. Feodalizm ve köleliği deviren, ardından kendi kişisel ve ailesel biçimine geçen kapitalizm, bireyleri ahlaki sorumluluktan kurtaran ve onlara sosyal koşulların kurbanları olarak davranan yeni bir politik ideoloji olan refah liberalizmini geliştirdi. Normalden sapanları, bir hasta olarak ele alan ve cezanın yerine tıbbi rehabilitasyonu koyan yeni sosyal kontrol modelleri oluşturdu. Bireycilikten ziyade bencilliği öven, kendine düşkünlüğü özgünlük ve farkındalık olarak meşrulaştıran yeni bir kültüre, günümüzün narsistik kültürüne yol açtı.
Lasch’a göre; altmışlı yılların politik çalkantısından sonra, Amerikalılar kişisel meşguliyetlerine geri çekildiler. Hayatlarını herhangi bir biçimde iyileştirmekten umudu kesen insanlar, önemli olan şeyin kendilerini ruhsal açıdan geliştirmek olduğuna inandılar: Duygularıyla bağlantı kurmak, sağlıklı besin tüketmek, bale ya da oryantal dans dersleri almak, kendilerini doğu bilgeliğine kaptırmak, koşmak, “ilişki kurmayı” öğrenmek, “haz korkusunu” yenmek. Bir programa dönüştürülerek otantiklik ve farkındalık ambalajına sarılmış bu uğraşlar zararsız da olsalar, politikadan bir kaçışa ve yakın geçmişin reddedilmesine işaret ederler. Şu anda en baskın tutku yaşamaktır. Önceki ya da sonraki kuşaklar için değil, kendin için yaşamak. Tarihsel devamlılık duygusunu, geçmişten doğan ve geleceğe uzanan bir kuşaklar silsilesine ait olduğumuz duygusunu hızla kaybediyoruz. Tom Wolfe, yeni narsisizmi, “üçüncü büyük inanış, hazcı esrik dindarlığın ortaya çıkışı” olarak yorumlar. Peter Marin, “Yükselmeye başlayan dünya görüşü yalnızca benliğe odaklanır ve bireysel hayatta kalışı biricik fayda olarak alır” der.
Anksiyete, depresyon, anlaşılmaz hoşnutsuzluklar, içsel boşluk duygusunun pençesindeki yirminci yüzyıl psikolojik insanı giderek aleyhine dönen koşullar karşısında huzur arayışındadır. Onun bu dinginlik mücadelesindeki baş müttefiki terapistlerdir. Terapistler, anlam ve sevgi ihtiyacından bahsettiklerinde sevgi ve anlamı, hastanın duygusal gereksinmelerinin karşılanması olarak tanımlarlar. Hastalarını kendi ihtiyaç ve çıkarlarını başkalarınınkine, kendi dışında herhangi birine ya da bir davaya tabi kılmak için yüreklendirmek nadiren akıllarına gelir.
Narsisistlerin büyüklenmeci benliği, ruhsal iç dünyalarında çok az şey yer aldığından, şiddetli boşluk ve sahtelik duyguları yaşarlar. Onlar gündelik dünyada faal olabilmesine ve sıklıkla diğer insanları cezbedebilmesine rağmen, başkalarını değersiz bulması ve onları merak etmemesi, onların kişisel yaşamını fakirleştirir ve “öznel boşluk” yaşantısını pekiştirir. Dünyayla herhangi bir gerçek entelektüel bağı olmayan narsisistin yüceltme yeteneği de çok düşüktür. Dolayısıyla, aralıksız onay ve beğeni telkinleri için başkalarına bağımlıdır. Aynı zamanda kişisel ilişkilere çıkarcı, istismarcı yaklaşımının eşlik ettiği duygusal bağımlılık korkusu, bu ilişkileri tatsız, yüzeysel, tatminkar olmayan ilişkiler haline getirir.
Hasretini çekmeye devam ettikleri idealleştirilmiş bir benlik nesnesine bilinç dışı bir biçimde kilitlenip kalan bu insanlar destek ve onayından güç bulmaya çalıştıkları, harici her şeye kadir güçler arayışını sonsuza dek sürdürürler. Narsisist hastalar Kernberg’e göre genellikle bir kahramana ya da önemli bir insana hayrandır ve kendilerini o önemli insanın bir parçası olarak deneyimlerler. Hayran oldukları insanı “yalnızca kendilerinin bir uzantısı” olarak görürler. Söz konusu kişi onları reddederse, anında nefret ve korku yaşar ve eski idolü değersizleştirerek tepki verirler. Narsisist birey, onu kendisinin bir uzantısı olarak görmeden, onun kimliğini yok etmeden başka biriyle özdeşleşemez.
Lasch, anne çocuk ilişkisinde de narsisizmin izlerini sürer. Klinik bulgular bu türden anneliğin çocuk üzerindeki sıklıkla yıkıcı etkilerini belgeler. Anneyle ilgili sadece onun kaçınılmaz dikkat eksikliklerinden değil çocuğun onun duygularında özel bir yeri işgal etmediği algısından da kaynaklanan hayal kırıkılığı, çocuğun bir yandan onun bölünmemiş sevgisinden vazgeçerken, diğer yandan da anne sevgisi imgesini içselleştirmesini ve onun yaşam verme işlevlerini kendi bünyesine katmasını mümkün kılar. Narsisist annnenin çocuğuna yönelttiği kesintisiz zaman tuhaf biçimde baştan savmadır ve ona her noktada müdahale eder. Sıkılıkla çocuğu kendi uzantısı olarak gördüğü için çocuğa ihtiyaçlarıyla ilgisi olmayan dikkat yönelterek, ona görünürde özenli bir bakım, ama çok az sıcaklık sağlar. Çocuğa özel bir sahiplanmeyle yaklaşarak onun kendisiyle ilgili abartılı bir önem duygusuna kapılmasını destekler, aynı zamanda annenin eksikleri karşısında hayal kırıklığını kabullenmesini zorlaştırır.
Babanın yokluğunda ise durum daha da vahimleşir. Çocuk yetiştirme işinin gıyaben üstüne kaldığı anne, kendiliğindenlik duygusunun etkisini, eksikliğini çocuğu aşırı ilgiye boğarak telafi etmek süretiyle ideal bir ebeveyn olmaya çalışır. Çocuğunun herşeyin en iyisini hak ettiğine mutlak inanan anne, çocuğun yaşamının her ayrıntısını onun inisiyatifini baltalayan ve kendine yardım etme kapasitesine zarar veren titiz bir gayretle düzenler. Kohut’a göre; “çocuğu kendi aklı olmadığı” gerçeğiyle başbaşa bırakır.
Kadın erkek ilişkilerindeki “duygudan kaçış” ise narsisist eğilimlerin başında gelir. Narsisist birey kendi iştahı tarafından tüketildiğini hisseder. Oral açlığının şiddeti onu arkadaşlarından ve cinsel partnerlerinden ölçüsüz isteklerde bulunmaya yöneltir. Ama aynı zamanda kendisi bu istekleri reddeder ve yalnızca her iki tarafın da kalıcılık vaadinde bulunmadığı rastgele bir ilişki arar. Açlık ve öfkesinden kurtulma, duygudan uzak serinkanlı bir kayıtsızlığa ulaşma ve başkalarına bağımlılığı aşma özlemi çeker. Yaşamın kendisine ve insan ilişkilerine kayıtsız kalmayı ister.
Öte yandan yaşlılık ve ölüm korkusu da çağdaş toplumda egemen kişilik yapısı tipi olarak narsisistiğin ortaya çıkışıyla ilintilidir. Narsisistin içsel kaynakları çok yetersiz olduğundan, kendi benlik duygusunu onaylayacak başkalarını arar. Genellikle zaman içinde solup giden güzellik, çekicilik, şöhret ve güç gibi özellikleri nedeniyle hayranlık uyandırma ihtiyacı içindedir. Sevgi konusunda gerekli yüceltmelere ulaşamadığında, gençliği yitip gittiğinde ayakta kalmasını sağlayacak çok az şey bulur. Lasch’a göre; narsisistlerin en önemli özellikleri benlik sevgisi ve kendini abartmadır. Bu nitelikler güçlü, sağlam bir kendilik duygusuna işaret ederken narsisistler bir içsel boşluk ve sahici olmama duygusundan mustariptir. Dünyayla bağlantı kurmakta güçlük yaşarlar.
Lasch “Narsisizm Kültürü” kitabında narsisistlerin dünyasını kapitalist toplumla bağlarını kurmak suretiyle analiz ediyor ve kapitalist toplumun yalnızca narsisizmi ön plana çıkarmakla kalmayıp, herkesin narsisistik özelliklerini de ortaya çıkardığını ve pekiştirdiğini öne sürüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.