Emekçi halkın sırtındaki büyük borç yükü ve bu yükün artık daha büyük boyutlara ulaşması, düşük ücretlere ek olarak işsizliğin daha fazla artması, çalışma yaşamının yapısal reformlar eli ile daha fazla kuralsızlaştırılması, kamu harcamaların daha fazla kısıtlanması, 2025 yılı bütçesinin ana omurgasını oluşturuyor
2025 yılı bütçe görüşmeleri Meclis Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. Bütçe en basit tanımıyla devletin o yıl içerisinde yapacağı harcamaları ve buna bağlı olarak da toplayacağı gelirler ile kamuya sorumluluğunu ne kadar yerine getireceğinin yasal bir belgesi özelliğini taşımaktadır. Bütçenin sahip olmuş olduğu bu nitelik bazı tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Bütçe hakkı ve demokratik katılım, bütçenin hazırlanmasında ve uygulanmasında merkezi iktidarların siyasal yaklaşımları.
Türkiye, Mehmet Şimşek ve ekibinin yeniden göreve geldiği ilk günden itibaren uluslararası sermaye ile uyumlu, içeride geniş halk kesimlerine kemer sıktıran ve yerli sermayeye yeni olanaklar sağlayan bir ekonomik modeli uygulamaya başladı. Modelin en önemli yasal belgesi ise IMF destekli Orta Vadeli Program ile oluşturulurken, geride bırakmaya hazırlandığımız 2024 bütçesinde emekçilerin payına ise baskılanan ücretler ve enflasyonun ağır yükü düşmüş oldu.
2025 bütçesinin son 5 yıla nazaran en önemli farkı ise IMF destekli Orta Vadeli Program denetiminde oluşturulmasıdır. IMF‘nin yakın dönemde Türkiye için hazırlamış olduğu değerlendirme raporlarına göre ücretlerin gelecek yıldan itibaren geçmiş enflasyon yerine hedef enflasyon oranında belirlenmesi ve enflasyonun kalıcı düşüşü için daha fazla sıklaştırma önerisi 2025 yılı bütçesinde izlerini göstermektedir. İşte tam da bu noktada bütçe hakkının gerçek sahibi olması gereken emekçilerin, emeklilerin ve işsizlerin bütçe hakkından nasıl dışlandığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. IMF destekli Orta Vadeli Program, kamu harcamalarının milli gelire oranının 2025 yılında yüzde 4,3’e, 2026 yılında ise yüzde 3,6’ya düşeceğini öngörmektedir. Bir başka deyişle hem önümüzdeki yıl hem de bir sonraki yıl iktidarın zaten elini eteğin çektiği kamu harcamalarının oranı daha da düşecek. Merkez Bankası Başkanı’nın uluslararası yatırımcılar ile yaptığı toplantıda asgari ücrete yüzde 25’lik zam yapılacağına yönelik ifadesini de göz önüne aldığımızda ücretlerin daha da fazla baskılanacağını görmek için elbette kâhin olmaya gerek kalmayacak.
Bütçeden payını alamayan emekçiler ve geniş yoksul halk kesimleri 2025 yılında da bütçe kaynağının en önemli gelir kapısını oluşturmaya devam edecek. 2025 yılı için bütçe gelirleri kaleminde vergi ödemelerinin payı 11 trilyon 139 milyar TL. Yani içerisinde bulunduğumuz 2024 yılına göre merkezi yönetim bütçesinde yaklaşık yüzde 50’lik bir vergi artışı hedefleniyor. Vergi kalemlerinde çalışanların sırtına yüklenecek gelir vergisi oranındaki artış 2024 yılına göre yüzde 43,9. Bir diğer ifadeyle 2025 yılında da emekçiler düşük ücretlerle çalışıp en yüksek vergiyi vermeye devam edecek. Tabii buna ek olarak da 2025 yılı bütçesi geçmişte olduğu gibi hem gelir dağılımı adaletsizliğini daha fazla derinleştirecek hem de sosyal harcamaları daha fazla kısacak.
Toplanan gelirlerin dağılımı nasıl olacak sorusu da aslında bütçe tartışmalarında merkezi iktidarların siyasal yaklaşımlarını açığa çıkarmaktadır. Neoliberal devlet aklı sermaye kârlılığını önceleyen, kamusal hakkı dışlayan ve emek sömürüsüne dayanan, her şeyi piyasa adına mubah gören bir anlayışa sahiptir. Bu yüzdendir ki mevcut iktidarın bütçe üzerindeki tercihleri ekonomik sömürgeciliğe dayanmaktadır. 2025 yılında sadece şirketlerden alınması gerekirken vazgeçilecek kurumlar vergisi miktarı tam 701 milyar TL.
Erdoğan’ın yaz aylarında uluslararası sermayeye ve onun yerli tekelci şirketlerine yaptığı daha fazla yatırıma karşılık daha fazla istisna sözü de 2025 yılı bütçesinde yer almış görünüyor. Şirketlere yönelik toplam teşvik ve muafiyetlerin bedeli 2,8 trilyon TL. Bu durum aynı zamanda yine Orta Vadeli Program ile uyumlu bir şekilde yeni mülksüzleştirme politikalarının da önünü açacak.
Tabii burada bir gerçekliğinde altını çizmemiz gerekiyor; o da bu şirketlerin yüksek enflasyona yüzde 70 ile kendi kârları oranında etki ettikleridir. Elbette mesele sadece şirketlere bütçe gelirlerinden aktarılan meblağlarla sınırlı değil. Bütçe kalemlerinde servet aktarımının bir diğer adı olan otoyol ve köprülere ödenmesini taahhüt ettiği tutar ise 94,7 milyar TL. Emekçi halkın sırtına zoraki olarak yüklenen faiz ödemelerinin tutarı ise 1,9 trilyon. Sermayeye ek bir kaynak olarak aktarılan faiz ödemelerinin gerçek hayatta geniş halk kesimlerine yansıması ise sosyal harcamaların ve yardımların daha fazla darılmasına neden olacak.
Gelecek yılın bütçesinin görüşülmeye başlandığı bugünlere Türkiye 10,4 milyon gerçek işsiz ile girmektedir. İşsizlerin 4,4 milyonu ise artık iş bulmaktan umudunu kesenlerden oluşmaktadır. 2025 yılı bütçesi ise işsizlere iş bulmak bir yana istihdamı daha fazla daraltıcı bir etkiye sahip olacak. Bununla da yetinmeyip geçici ve güvencesiz çalışmanın önünü açacaktır.
Bir önceki yılın sonuna göre batık kredi kartı borçlarında yüzde 192,4, batık bireysel kredi borçlarında ise yüzde 57 oranında artış oldu. Yıl sonundan bu yana emekçilerin bankalara olan borçlarındaki artış oranı ise yüzde 30’u geçmiş durumda. Faiz oranlarında yaşanan artışlara rağmen emekçiler daha fazla borçlanarak hayatta kalmaya çalışırken, 2025 yılı bütçesi yoksul emekçileri büyük bir borç krizi ile baş başa bırakacak.
Emekçi halkın sırtındaki büyük borç yükü ve bu yükün artık daha büyük boyutlara ulaşması, düşük ücretlere ek olarak işsizliğin daha fazla artması, çalışma yaşamının yapısal reformlar eli ile daha fazla kuralsızlaştırılması, kamu harcamaların daha fazla kısıtlanması, 2025 yılı bütçesinin ana omurgasını oluşturuyor. Kaldı ki 2025 yılı bütçesine iradi yönden müdahale eden, yoksulluğu daha fazla derinleşmesine ön ayak olan ise bizzat IMF direktifleri. Yani 2025 bütçesi, Türkiye kapitalizminin yeni sömürgeci emperyalist sisteme eklenme sürecinin yasal bir belgesidir.
Bu yılın özellikle ikinci yarısında Türkiye’nin dört bir tarafına yayılan işçi ve üretici eylemleri ve 2025 yılı bütçesinin getireceği derin yoksulluk halleri göz önüne alındığında daha fazla yaygınlaşacak. Bugün Türkiye’nin dört bir yanına sıçrayan işçi eylemleri, “Hakkımı ver” diyerek daha fazla yıkıcı ve yaratıcı bir etkiye sahip olacak. Üretenlerin yönettiği bir halk iktidarı kurulmadan ne demokratik bir bütçe hakkına sahip olunacak, ne de sömürgeci siyaset son bulacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.