Mersin’de 19. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali devam ediyor. “Emek mücadelesinin bugünü” konulu söyleşi Akdeniz Belediyesi Kültür Merkezi’nde Duygu Ergen’in moderatörlüğünde Öğretmen Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali ve Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin’in katılımıyla yapıldı
Akdeniz Belediyesi Kültür Merkezi’nde bugün (20 Ekim) yapılan film gösterimlerinin ardından, saat 17.00’de moderatörlüğünü Duygu Ergen Ekinci’nin yaptığı, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali ile DİSK/Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin’in konuk olduğu “Emek mücadelesinin bugünü” başlıklı söyleşi yapıldı.
Söyleşide söz alan Eren Edebali, özel sektörde çalışan öğretmenlerin, asgari ücret düzeninde, süreli iş sürecinde, mobing ve baskılarla çalıştığına işaret etti. Eğitimin piyasalaştırılmasıyla birlikte özel okulların sayısının gün geçtikçe arttığını belirten Edebali, bunun öğretmen emeğini dönüştürdüğüne de dikkat çekerek şunları söyledi:
Mesleğin kutsallığı, öğretmene verilen değer sadece söylemde bir güzelleme olarak kaldı. Öğretmenlerin gerçek koşulları ise bu değeri ifade etmiyordu. Buna karşı pandemide online toplantılarla bir araya geldik. Demokratik zemini online toplantılarda sağladık.
Yürüttükleri mücadele hattının belirlenmesi kapsamında pek çok tartışma yürüttüklerini söyleyen Edebali, “Arkadaşlarımız işyerlerinde çalışıyordu. Bir patron vardı ama kendisini saklıyordu. Bir müdürdü veya kurum başkanıydı mesela. Bunun bir patron cephesinin olduğunu mücadelemizle kabul ettirdik. Özel okullar artık sadece zengin ailelerin çocuklarının okuduğu yerler değil. Kendisine ekonomik bir havuz yaratan bir sistem söz konusu. Sistemin yarattığı çelişkiler içerisinde öğretmen de başka çelişkiler yaşıyordu. İşkolu noktasında tartışmalar yürütülüyordu. Yer aldığımız işkolu bir torba, kaçış işkolu halini aldı. Birçok meslek grubu bu işkoluna atılmış durumda” diye konuştu.
Kendi işkollarında var olmak üzere mücadele de yürüttüklerini söyleyen Edebali, işkolu tartışmalarının sonucunda toplu iş sözleşmesi barajlarının aşılmasının zorluğuna işaret etti. Edebali, şöyle devam etti:
Örgütlenemez denilen bir öğretmen kitlesi için bu barjı aşmak zor görünüyordu. Biz sendikayı kurduğumuzda bir işkolu tartışmasını bütün emek hareketini açmak olarak düşünmüştük. Bu hedefe de ulaşmış durumdayız. Biz bir işçi statüsündeyken bir taraftan da bir eğitim hareketinin parçası olmak istiyoruz. Şu ana kadar kamu özel fark etmeksizin bizi kapsaması gereken bir eğitim hareketi olmak zorundaydı. Bir taraftan eğitim hareketinin içinde yeni gelişen, gençliği yakalayan bir yaklaşımla ilerledik. Bir hayli görülmedik. Bu göbeği kendimiz kesmeliyiz dedik ve kestik. Burada meselemiz, öğretmenin kendisini, emek karakterini tanıması, işçi olduğunu fark etmesiydi. Sermaye karşısında eğitim mücadelesinin bu kanaldan yürüten bir mücadele yaratmak istedik. Artık çalışma hakkı olmayan, atanamayan bir öğretmen kitlesi var. Bütün bunlara yanıt verecek bir eğitim örgütlenmesini gerçekleştirmek istedik.
Hükümetin ve Meclis’teki iktidar vekillerinin özel sektördeki bağlantılarına ve ortaklıklarına işaret eden Edebali, kamusal eğitimin önemine vurgu yaptı. Edebali şöyle devam etti:
Kamusal eğitimin hayatta olması demek Özel Sektör Öğretmenlerinin varlığını tahrif eden bir konumda. Yani bu sendika, varlığından vaz geçen bir yerde duruyor. Taleplerimizde de sermaye denen bir patron gerçekliğinden bahsediyoruz. Sadece rica ederek bu taleplerin hayata geçmesi mümkün değil. Bizler sürekli talep eden, olmadığında kurumlara baskın yapan, olmadığında hakkını sokakta arayan bir mücadele yürüttük. Nihayetinde 13 bin üyeye ulaştık. Bu üye sayısı, toplu iş sözleşmesine sahip olmayan en kitlesel sendika olmamıza neden oldu.
Türkiye’de pek çok farklı işkolundan işçinin harekete geçtiğini söyleyen Edebali, ortak paydanın “Güvencesizlik” ve “süreli çalıştırılma” biçimi olduğuna işaret etti. Edebali, “Biz tek başına hareket eden değil, dönemin bize dayattığı şekilde, birlikte mücadelenin örülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yine bir yöntem sorunu olarak da bu yan yana gelişlerde anonimleşmeyi hedefleyen, halkın katıldığı bir kampanyayı örüyoruz. Bunu da ‘Hakkımı Ver’, ‘Taban maaşımı, ücretsiz eğitim hakkımı, ücretsiz sağlık hakkımı, barınma hakkımı ver’ gibi söylemlerle örgütlüyoruz. Biz bir zayıflığın ürünüyüz. Bunu somut bir güce çevirmek, muhatapları baskılamak üzerine yeni dönem mücadelesi yaratmak istiyoruz. Burada bizi dinleyenlere de sesleniyoruz. Herkesin Hakkımı Ver çalışmasına katılabileceği, geniş bir mücadele kulvarı yaratmak istiyoruz” diyerek sözlerini bitirdi.
Ardından konuşan Süleyman Keksin, Enerji-Sen örgütlenme alanında yaşanan zorluklara da işaret etti. İşçilerin günümüz koşullarında güvencesizleştiklerine işaret eden Keskin, mücadele motivasyonunun da buradan kaynaklandığına işaret etti. Pandemi sürecinde “bir şeyler yapabiliriz” diyerek örgütlülüğü güçlendirmeye dönük çalışmalar yaptıklarını söyleyen Keskin, “İşçilerin yaşadığı ekonomik krizin oluşturduğu tabloda işçilerin bir de sendikal örgütlenmeyi barındıran bir koşuşturma çemberin içinde olduğunu görüyoruz. Bazen sendikasını değiştirdiği, bu yapamadı diğer sendika daha iyi yapar dediği, koşturduğu bir yapının içinde işçiler” diye konuştu.
Türkiye’de seçim dönemlerinde kamuda işçi alımlarının olduğuna işaret eden Keskin, şunları söyledi:
Her seçim döneminde özel sektördeki işçilerin alımı yükselmiyor ama kamuda yükseliyor. Doğal olarak seçim dönemlerinde kamudaki işçilerin sendikalaşması da şişerek büyüyor. Ama çözüm üreten bir akıl var mı diye baktığımızda da tabandan zorlama mitinglerin yapıldığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Sarı sendika dediğimiz sendikalar akla uygun bir çözüm önerisi sunmazken, mücadeleyi de sönümlendiren bir yerde duruyor. Bizim çözüm üretecek, mücadele edecek ortak bir akıl ile bir araya gelmemiz gerekiyor. Aksi takdirde özel sektördeki güvencesizlik gün geçtikçe artacak. Bu anlamda mücadele alanlarını genişletmek gerekiyor.
Söyleşi katılımcılara plaket verilmesiyle son buldu.
Sendika.Org