YÜZLEŞME Devrimci Yol’un çıkış bildirgesindeki sorumluluk bilinciyle yüzleşebilmek için mütevazı bir adım olmayı amaçlıyordu. Eleştirmenimizin YÜZLEŞME’nin konusu dönem mücadelesine kendi coğrafyalarında damga vurmuş aktörlerin aktarım ve düşüncelerini ezip geçerek, yukarıdan ağızla kendi spekülatif kurgularını ikame etmesi gerçekten ilginç bir çaba
“Söylediklerimizi pratikte gerçekleştirmek için bütün gücümüzle çalışmalıyız. Bu yoldaki pratiğimiz bizim devrimciliğimizin mihenk taşı olacaktır. Tarih bizi içinde bulunduğumuz bu süreçte bu görevi yerine getirip getiremediğimize bakarak yargılayacaktır.”
Devrimci Yol Bildirge [1]
YÜZLEŞME[2] yayınlandığı günlerde kitaba katkı veren arkadaşların kitabın içeriğini gölgeleyecek hiçbir tartışmaya taraf olmaması önemliydi.
Ama daha çalışma yayınlanmadan kitapta yer verilen isimler üzerinden içeriği tamamen olumsuzlayan, okumama, okutmama ile yasaklama noktasına varan tam bir provokasyon ortamı tetiklendi. Sohbetlere katılan kişiler ve yazar hakkında karşı devrimciliğe kadar varan hakaretlerle kampanya yürütüldü. Hakaret ve aşağılamalar arasında provokasyon amaçlı uydurma iddialar ile kitap tamamen olumsuzlanmışken, provokasyona gelen çevre ve kişiler içine düştükleri durumu anlayamadan bazı eşikler geçilmişti. Bir merkezden yayılan sahte iddialar, travmatik bazı kişilerin saldırganlıkları ile örtüştükçe kendileri dışında düşünce ifade eden herkese karşı yasakçı saldırgan bir tutuma dönüştü. Ama etik olmayan saldırgan, kitabı belirli noktalarda engelleyen bu tavırlar ters tepip kitaba olan ilgiyi kısa sürede hızla artırdı. Ve tabi kitap artık okunmaya başlanmıştı. Kitaba yöneltilen sahte iddialar bir anda gündemden düştü ve bazı isimler üzerinden kitabın okunmaması daha düşük sesle ifade edilir oldu. Bir süre sonrada bırakın aptallar okusun noktasına kadar vardı. Kitap hakkında kitapta şu bu suçlanıyor, itirafçılık ve ihanet savunuluyor diye servis edilen yalanlar provokasyonun toz dumanı arasında kaybolup gitti. Kişiler üzerinden yapılan saldırılara, saldıran kişilere ve çevreye cevap vermekten özenle kaçınıp, kişisel çatışmalara ve mahalle kavgasına dönüşecek cevaplara bilerek karşı çıktık. Provoke iddiaları servis edenler istedikleri mahalle kavgasını elde edemediler. Ama yeri geldikçe ve gerektikçe gerek provokasyonu tetikleyenleri gerekse provokasyona kolayca gelen çevre ve kişilerin yaptıklarının anlamını yüzlerine vurma hakkımızı saklı tutarak bir kavgadan uzak durduk.
Dönem ve ilgili tavrımız sürerken Sendika.Org’da yayınlanan “Kırık Aynada Yüzleşme: Şavşat ve Devrimci Yol” başlıklı eleştirilere cevap verilmesi için arkadaş çevremiz ve okuyuculardan çeşitli öneriler geldi. Çalışmanın içeriğini tamamen karartma amaçlı iki bölüm[3] halinde bir “bilir”[4] kişi tarafından kaleme alındığı anlaşılan uzun metinde YÜZLEŞME hakkında tek olumlu ifade, “söyleşileri ilgiyle ve yararlanarak okudum” ile sınırlı…
Eleştirmenimiz daha yazısının girişinde YÜZLEŞME hakkında nesnel olmama vurgusu yapmaktadır. Hiçbir bağlantı ve açıklama getirmeden kitabı taraflılıkla suçluyor. Niye taraf, hangi taraf, tarafın açılımı nedir? Sonuçta taraf suçlaması yazı boyunca kullanılan birçok kavram ve sıfat gibi boş laf olarak kalıyor. Geçmişle yüzleşme amaçlı çalışmamız günümüzde var olan Devrimci Yol geleneğinden gelen hiçbir çevre ile bağlantılı olmadığı gibi söz konusu siyasal konumlanışların eleştirisini de amaçlamaktadır. Aslında kırık aynalı eleştirmenimiz çalışmanın düşünsel dayanaklarını iğdiş ederek kitabı okumayı / dağıtmayı / paylaşmayı öfkeyle yasaklayanlarla düşünsel olarak aynı safta yer alıp taraflı bir başlangıç yapıyor.
“Kırık Aynada Yüzleşme” yazıları, dönem mücadelesi ve Şavşat / Artvin üzerine karikatürize edilmiş kaba betimlemelere dayalı bir girişle başlıyor. Bu giriş “Şavşat, 1975 sonrası dönemde Artvin’in merkez ve diğer bazı ilçeleriyle birlikte devrimci hareketin güçlendiği, 1977 sonrasında halklaştığı” gibi bir güzelleme ile taçlandırılıyor. “…devrimci hareketin… 1977 sonrasında halklaştığı” gibi bir tanımlamanın anlamı nedir? Bunu vurgulamadan geçmeyelim. Kırık aynalı eleştirmenin temel kaygısı ve travmatik arka planı bu cümlede saklı. “1977 sonrasında halklaş”mak hangi siyasi analizden ya da literatürden geliyor? Böyle bir kronoloji, tarih kurgusu yani Devrimci Yol’un kuruluşuna toplumsal siyasal hareketin yükselişini endeksleme gibi eşzamanlılık yaklaşımının dayanağı nedir? Toplumsal siyasal hareketin yükselişini Devrimci Yol bir öncel etken olarak belirlemedi. Süreçle örtüşen çizgisi toplumsal siyasal mücadele yükseldikçe hızla kitleselleşti. Devrimci Yol siyasi çevresinin anti-faşist mücadele çizgisinin süreçle örtüşmesi toplumsal siyasal mücadeleye önemli bir ivme kazandırdı. Bu noktada da tartışılması ve yüzleşilmesi gereken boyutlara rağmen öyleydi diyebiliriz. Ama bıçak sırtı gibi “devrimci hareketin… 1977 sonrasında halklaştığı” gibi bir süreçten söz etmek birçok açıdan yanlış ve anlamsızdır. Bu Devrimci Yol güzellemesinin ardından kitabı toptan iğdiş etme amaçlı düşünceler sıralanıyor. Bunların ilk örneği Erden Aydın’ın görevden alınması konusu…
Erden Aydın, saldırıya karşı yeterli güvenlik önlemi alınmamış olunmasından sorumlu tutularak görevden alınıyor. Bu kararın haklılığı-haksızlığı tartışılabilir olsa da böyle bir karar alınması abes bir durum değil. Anlaşıldığı kadarıyla Erden Aydın’dan sonra sorumluluk üstlenen kadrolar da onunla benzer nitelikte kadrolardır.
Eleştirmen YÜZLEŞME’yi dikkatli okumamış ya da bilerek gerçekleri tahrif edici bir yorum yapıyor. Erden Aydın neden görevden alındı? Miting günü kendisine verilen görevi aksatacak biçimde bulunması gereken yeri terk ettiği için. Yani “Erden Aydın, saldırıya karşı yeterli güvenlik önlemi alınmamış olunmasından sorumlu tutularak” görevden alınmadı. Hatta “yeterli güvenlik önlemi alınmamış olmasından” sorumlu olanlar dahil olmak üzere hiç kimse “sorumlu tutulma”dı. Erden Aydın’ın görev yerini terk ederek yaptığı yanlış, asıl sorumlu ve sorumlulukları örtülemek için kullanıldı. Kitap boyunca, işleyişteki bu yanlışların zamanla devrimci dinamizmi nasıl yok ettiğini okuyucu sorgulayıp değerlendirsin diye “taraf” olucu vurgulardan kaçınılarak ele alındı. Eleştirmenimiz konuyu anlayamamış ya da bilerek çarpıtmaktadır. Neden?
Eğer “Erden Aydın görevde kalsaydı Şavşat mücadele düzeyinin çok daha yükseldiği, darbeye karşı da daha kuvvetli direniş olan bir yer olurdu” iddiası varsa, ne Erden Aydın’la yapılan görüşmelerde ne de diğer kişilerle yapılan görüşmelerde bu iddiayı destekleyecek bir belirti yoktur.
Böyle bir iddia YOK. Kitapta eleştirmenin bu “iddiası varsa” iddiasını destekleyecek hiçbir düşünce ya da “belirti” yer almıyor. Bu alıntı görüntülü cümle neden çift tırnakla veriliyor? Kendisinin vurguladığı gibi;
… değerlendirmeler ve sorgulamalar genel olarak spekülatif iddialar olarak kalıyor.
Ve bilir kişi “genel olarak spekülatif” iddialarına devam ediyor.
Söz konusu olayda Erden Aydın, Emin Karaosmanoğlu’nun kitapta savunduğu gibi tavır alsa ve İl Komitesi’nde alınan karara uymasaydı ne olurdu? Muhtemelen Şavşat’ta bir ayrılık olurdu. Şavşat’taki Devrimci Yolcular ayrılıp başka bir gruba geçse Devrimci Yol’a göre çok daha tepeden inmeci örgütsel yapılar içinde kalırlardı ve pasifize olurlardı. Ayrı bir örgüt kursalar ülke çapındaki çalkantılı ortamla baş edemezler ve büyük olasılıkla darbe olduğunda Şavşat’ta mücadele çok daha zayıf bir noktada olurdu. Yani, ayrılma seçeneği Erden Aydın’ın yaptığı “alınan karara uyma” tavrından daha iyi bir alternatif olarak görünmüyor.
Erden Aydın’ın “ayrılık” vurgusu Kars’taki -Kars Kalesi Kızıl Bayrak[5], Hasan Alıcı ile Kars kitabında ayrıntılı ele alınan- yaşanmışlıklara bir vurgu iken, eleştirmen bu düşünceyi kendi spekülatif kurgusuna dönüştürüyor. Net olarak, Erden Aydın’ın görev yerini terk etmesinin, “yeterli güvenlik önlemi alınmamış olması” gibi bir gerçeği örtmek için bahane yapılmasına karşı çıksa Şavşat’ta bir ayrılık olmazdı. İl sorumlusu ya da diğer sorumlular var olan durumdan dolayı sorumlu tutulurlardı. Erden Aydın’a alınan tavır ve biat biçimindeki bu davranış kalıbı önemsiz bir ayrıntı olarak değerlendirilebilir. Sorgulamadan biat etme tekil bir olayda çok önemsiz ve basit görünebilir ama atanmış sorumlularla örgütsel yapıyı ve kilit kararları belirleyen bir maraza dönüştükçe devrimci bir hareketin sonunu hazırlar. Söyleşiler sırasında okuyucunun kendi yorumunu geliştirebilmesi için bu konular ucu açık bırakılarak ele alındı, metinler karşılıklı tartışma ve sohbet kayıtları ile oluşturuldu.
Kitabı okurken Şavşat’taki süreci ve görevlendirmeleri doğru anlasaydı, Adnan Keskin’in görevden alınması ile Erden Aydın’ın görevden alınmasının aynı olgular olmadığını anlardı. Eleştirmenin bu konudaki yorumu bilgisi-görgüsü dahilinde bir konu olamaz. Böyle bir yorum manipüle edilmiş bir düşünceyi ifade etmektedir.
Erden Aydın’dan sonra sorumluluk üstlenen kadrolar da onunla benzer nitelikte kadrolardır.
Kişileri tanımıyorsun, dönem Şavşat’ını bilmiyorsun, üstüne üstlük kitabı anlayarak okumamış ya da içeriği karartma işini çok abartmışsın…
Karaosmanoğlu kitap için yaptığı söyleşilerde ‘biat kültürü’ dediği, siyasal merkezden yapılan uygulamalara yerellerin uymasına eleştiriyi merkeze almış.
“… siyasal merkezlerden yapılan uygulamalara yerellerin uyması…” gibi bir yaklaşım kitap boyunca ortaya konan biat kültürünü ifade etmiyor. Olsun yine de eleştirmenimizi anlayabilmek için kendimizi empatik bir düşünce durağında beklerken hayal edelim ve soralım eleştirmen neden kitaba ait olmayan bir biat kültürü yaklaşımı ortaya koydu? Çabamız ne yazık ki sonuçsuz kalacaktır. Yine de bu yaklaşımın kaynağını anlamak isteyebiliriz? Çalışmalarımızda ayrıntılı olarak ele alındığı halde, neden tamamen uydurma, spekülatif ve kitaba ait olmayan bir “biat kültürü” tanımı ile karşı karşıyayız? Çünkü eleştirmenimiz kırık aynasında mantığını ancak böyle sürdürülebilir.
Başka bazı çalışmalarda olduğu gibi bu çalışmada da konuşulan kişilerin bazılarında ve yazarda da “yereldekiler her şeyi çok iyi yapacaktı ama “merkez” müdahale ederek bozdu” şeklinde bir temel yaklaşım görünüyor.
“…görünüyor”? Eleştirmenimiz kırıp dökmeye devam ediyor. Kurgu tutarlı ama YÜZLEŞME ile bir ilgisi yok. Eleştirmenimiz kendi kırık ayna evreninde merkez-yerel tartışmasını, “…merkez müdahale ederek bozdu” biçiminde gören arkadaşlara yukarıdan ağızla devam ettiriyor.
Merkezi yapının bozucu etkisi değil, ön açıcı olmasının gereklerini tartışan çalışmamıza yöneltilen tamamen uydurma bir suçlama… “Bilir” kişiye soralım, neden bu çalışma konusunda bu kadar çok kurgu üretip, “taraf oldun”? Biat kültürüne ve atanmışlara dayalı bir örgütsel yapının devrimci mücadeleye vermesi gereken katkıyı veremediği, mücadelenin devrimci dinamizmini yok ettiği gerçeği yaşamın içinde işlenerek ortaya serilip yüzleşilmek isteniyorsa seni neden, niye kitaba karşı “taraf” yaptı?
Merkezi örgütlenmelerin “bürokrasi ve biat zinciri” şeklinde değerlendirilmesi de bu nedenlerle yanlıştır. Merkezi örgütlenme bürokrasiyi azaltmalı ve biat zincirine yol açmamayı hedeflemelidir ancak her merkezi politika bürokrasi ve biat ile ilişkilendirilemez.
Çalışmanın temel düşüncelerinden biri daha bilerek anlamsızlaştırılıp, karartılıyor. “Merkezi örgütlenmenin bürokrasi ve biat zinciri şeklinde değerlendirilmesi” düşüncesi eleştirmenin kendisine ait bir düşüncedir. “…her merkezi politika”nın “bürokrasi ve biat ile ilişkilendirilme”si YÜZLEŞME’ye ait düşünce olmayıp eleştirmenin kendi mantıksal kurgusudur.
Karaosmanoğlu kitap boyunca Devrimci Yol’un kitleselleşerek bir tuzağa düşmüş olabileceği anlamına gelen tezlerini ve önderliğin ülkedeki gelişmeleri anlayıp yönetecek kapasitede olmadığı tezini defalarca vurguluyor. Komplocu yaklaşıma cevabı ilgili bölümde vermiştik.
Eleştirmenin, “Karaosmanoğlu kitap boyunca Devrimci Yol’un kitleselleşerek bir tuzağa düşmüş olabileceği anlamına gelen tezlerini … defalarca vurguluyor” ifadeleri yine kitaba ait olmayan bir spekülasyondur. “Kitap boyunca” “defalarca” vurgulanan “tuzağa” düşme “… anlamına gelen tezler” eleştirmenin kendi uydurmasıdır. Karşılıklı sohbetler sırasında söylenenler ve okuyucunun kendi eleştirel bakışını geliştirebilmesi için yapılan ucu açık yorumlara dayandırılarak “defalarca vurgulan”dığı söylenen, “Devrimci Yol’un kitleselleşerek bir tuzağa düşmüş olabileceği” gibi bir “tez” YÜZLEŞME’ye mal ediliyor.
… dolayısıyla Fatsa’daki gelişmenin egemenlerin tuzağı olduğunu iddia ediyor.
Dolayısıyla YÜZLEŞME’de böyle bir iddia YOK. Bu kurmaca aklın bir sınırı yok mu?
Temur da “Fatsa’yı toplumsal mücadelenin vitrini haline getiren bizdik. Kolay bir yenilgi eşiği avantajını kendi ellerimizle sunmuştuk” ifadesiyle bu görüşü destekliyor.
Dolayısıyla bir tahrifatlar kurgusu kolayca yapılabiliyor. Sohbet anında söylenen “kolay bir yenilgi eşiği avantajı” vurgusu, eleştirmenin “Fatsa’daki gelişmenin egemenlerin tuzağı olduğu” görüşünü gerçekten destekliyor mu? Destekliyormuş gibi yaparak böylece iddialarına çok sağlam bir destek sağlamış oluyor. Kendi kurmacalarını kitaptan alıntılarla desteklemiş gibi sahnelemekte sakınca görmüyor. Etik olmayan bu üslup ve çaba gerçekten merak uyandırıcı. Neden böylesine bir çaba?
“Hedef olabileceği düşüncesiyle başarılı çalışma yapmamak” diye bir seçenek ise yoktur.
Yine YÜZLEŞME adına eleştirmenin kurguladığı çift tırnakla süslenmiş bir seçenek daha. Bu seçeneksizlik seçeneği eleştirmenimize yakışacak bir mantık oyunudur.
Buradaki diyalogun bir başka yönü ise 12 Eylül yenilgisinin travmasını yansıtmaktadır. Seyfettin Temur darbe anındaki durumu sanki önceden belirlenmiş bir durum gibi ele alıyor. “Biz toplumsal mücadelenin ana siyasal akımı olarak sürecin üstesinden gelememe durumuna bir anda düşmedik” derken ne zaman ve nasıl “toplumsal mücadelenin ana siyasal akımı” haline gelindiğini atlıyor. Söz konusu konum Devrimci Yol’a miras kalmamıştır.
Kırık aynanın kırıklarının güzel hatırına kitapta yer alan sohbetlerdeki kişilerin hepsi mirasyedidir diyelim. Bugün miras diyebileceğin o mücadeleyi o süreçte sorumluluk alarak yürüten insanlara bu sözleri söylemen nasıl bir duygu? Bu yukarıdan ağız neden?
Süreci açık faşizme gidiş olarak değerlendiren, politik hattını buna göre çizen siyasi çizgimizin darbeyi önceden tespit edip ki öyle, eleştirmenin eleştirdiği, Devrimci Yol’un “… önceden belirlenmiş bir durum gibi” politik analiz yapması siyasi çizgimizin bir artısıydı. Bunları atlayarak eleştirmenimiz bir “atlama” eleştirisi ile müthiş bir atlama yaparak “miras” konusunu gündemine alıyor. Ardından talihsiz çektikçe uzayan bir nutuk geçmişi dümdüz ediyor.
Bütün politikaları yanlış, örgütlenme mantığı yanlış, kadro seçimleri yanlış olan bir hareketin nasıl olup da bu konumda olduğu ya tesadüflerle açıklanmalı ya da “Deus ex machina” (“tanrı makinası”, bir anlamda “tanrının eli”) ile açıklanmalı ya da egemenlerin toplumsal muhalefeti tuzağa düşürmek için ona yol vermesi ile açıklanmalıdır. Bunlar da pek materyalist ve devrimci açıklamalar sayılamazlar.
Eleştirmenimizin bu düşünceleri “pek materyalist ve devrimci açıklama” mı? Yoksa YÜZLEŞME’de açıkça ortaya çıkan geçmişin yüzleşilmesi kesinlikle zorunlu boyutlarını, başlıklar halinde tek tek ele alıp anlamsızlaştırmaya dönük kuralsız/biçimsiz çabası mı?
Bu tür durumlarda tepkisellik savrulmaya yol açıyor.
YÜZLEŞME’yi bütünüyle anlamsızlaştırıcı bu çaba eleştirmenimizi fazlasıyla savuruyor. Eleştirmenimizin yazısının ikinci bölümü “Siyasetsiz siyaset” başlığıyla, bir alıntı ile desteklenmiş gibi başlıyor.
Karaosmanoğlu, geçmişte oldukça siyasal temelde yaşanan ve ayrışmalara neden olan tartışmaları yok sayıp meseleleri kişilik çatışmalarına indirgemeyi tercih ediyor… 1975-76’larda Maoculuğu tercih edip, THKP-C’nin tüm ideolojik politik hattını yadsıyıp Halkın Yolu çevresini oluşturanlarla Devrimci Yol arasındaki meselenin sadece “sen değil, ben-biz formatında” bir ayrılık olduğu nasıl iddia edilebilir?
Böyle bir iddia kitapta yok ama komplocu akıl kitap adına kırık aynasından bize yansıtıyor. Başlık bir alıntı ile desteklenmiş gibi yapılıp kitapta konu edilmeyen Halkın Yolu süreci ile besleniyor. YÜZLEŞME’de hangi ayrılıkların kastedildiği çok açık. Özellikle “Maocu” Halkın Yolu süreci ele alınarak vurguladığımız yaşanmışlıklar ve gerçeklik çarpıtılıyor.
1975 ortalarına kadar birlikte hareket edip sonrasında Devrimci Gençlik/Devrimci Yol ile Kurtuluş’u oluşturanlar arasındaki “Kesintisizleri savunup savunmama” tartışması nasıl olur da politik bir tartışma olarak değerlendirilmez?
Evet “politik tartışma olarak” değerlendirmemek söz konusu değil zaten. Ama bu çelişki kitaba değil eleştirmene ait. YÜZLEŞME’de bu noktada ele alınan politik ayrılıkların, daha sonraki bazı ayrılıklarda da olduğu gibi ayrılık öncesinde ideolojik-teorik ayrılık olmadığı iddia ediliyor. Bunu da mı anlamadın? “Tokat efekti” diye bir politik vurgu yapalım. “Tokat efekti” tabii ki politiktir, ideolojik kısmı sonradan gelir. Devrimci Gençlik-Devrimci Yol sürecinde iki tokat çok önemlidir.
Toplumsal siyasal mücadelenin gelişimi açısından çok önemli olan “Kurtuluş”, “Dev Sol” ayrılık süreçleri gibi birçok kopuş da politik-propagandaya dayalı söylemleri sıyırdığımızda ideolojik-teorik gerekçeler ayrılıklardan sonra temellendirilmiştir. Bu ayrılıklarda “politik tartışma olmadığı” gibi bir iddia kitaba ait olmayıp eleştirmenin kendisine ait bir çarpıtmadır.
THKP-C’nin ideolojik-politik hattını dar kadroların silahlı eylemine indirgeyerek kitle mücadelelerinin önemini yadsıyan MLSPB, Acilciler gibi gruplarla, aktif savunma çizgisi izleyerek kitleleri politize etmeyi hedefleyen, kitleleri anti-faşist mücadele içinde örgütlemeye çalışan, Direniş Komiteleri fikriyatını geliştiren Devrimci Yol arasında politik bir ayrılık olmadığını iddia etmek nasıl mümkün olur? Eğer bunlar politik ayrılıklar değilse politik ayrılık nedir? Karaosmanoğlu politik tartışmaları “politik söylemler” diyerek görmezden geliyor ve geriye kalan şey ona “kontrol etme ve belirleme mantığı” olarak görünüyor.
YÜZLEŞME’ye ait olmayan bir kurgu ifrat noktasına vardırılıyor. Ne zaman “Direniş Komiteleri” THKP-C’yi ve Kesintisizleri daha iyi savunmanın ölçüsü oldu? Bu tarih karmaşasını ve zaman bükmeyi ele alıp tartışalım mı? Devrimci Yol ve Direniş Komitelerinin ortaya çıkış tarihleri de eleştirmenimizin kırık aynasında birkaç yıl erken mi gerçekleşti? Süreci adım adım yaşayan kuşaktan kişilerin gözlerine bakarak kronolojiyi ve yaşanmışlıkları kırıp dökerek çarpıtmanın amacı ne? Kurtuluş, MLSPB, HDÖ gibi ayrılıklar bir yana Devrimci Yol-Devrimci Sol yol ayrımından önce Direniş Komiteleri gibi bir kavram var mıydı? “Direniş Komiteleri”ni kabul ya da red üzerinden bir politik ayrılık kurgusu çok ilginç olmuş. Biz eleştirmenin kırık aynasından yansıyan paralel evrende yaşamadık. Bilmiyoruz.
Kurulu düzen savunucuları ve reformistler de meseleleri böyle tartışıyor zaten. Ama bu görüntüler gerçekliği çarpıtmaktan başka hiçbir şey ifade etmezler… Olayların politik içeriği yok sayıldığında her alakasız durum birbirine benzetilebilir ama bundan herhangi bir devrimci eleştiri ve politik hat çıkmaz.
Esas önemli olan ise şudur: Devrimci Yol ile Devrimci Sol ayrılığının politik nedenleri var. Devrimci Yol’un Direniş Komiteleri önermesi ayrılığın önemli politik nedenlerinden birisi. Ayrılığın olmaması için ya Devrimci Yol’un Direniş Komiteleri fikriyatından vazgeçmesi gerekiyor ya da Devrimci Sol’u oluşturan kadroların bunu kabul etmesi gerekiyor.
“Devrimci Sol ayrılığının politik nedenleri de yok sayılıyor” başlıklı bölüm tamamen kurgusal bir çarpıtmaya dayanıyor. Hem Devrimci Yol-hem Devrimci Sol tarafı ayrılığa ideolojik-politik gerekçelerini sonradan oluşturdu yönündeki yaklaşımımız tartışılabilir ama Direniş Komiteleri üzerinden ayrılık kurgusu tamamen çarpıtma ve uydurmadır. Yaşananları ve kronolojiyi tersyüz etmek eleştirmenin sahte kurgusundan öte anlamlı olamaz.
Bir lider ya da siyasi çevrenin etkinlik ve kontrol çabası çok önemli bir politik nedendir. İdeolojik farklılıklar, bazı ayrılıkların önceli değildi düşüncesi kitapta özellikle vurgulandı. Apolitiklik, kurulu düzen savunuculuğu, reformistlik gibi ayarsız nitelemelerle olayın tartışılması yine saçmalıkları örtüleyen sıfatlardan öte anlamlı değil.
“Kemalizm ve elit meselesi” başlığı altında şu ifadeler var:
Karaosmanoğlu burada Türkiye’deki siyasal İslamcı ve liberal düşüncelerin etkisi altına girmiş gibi görünüyor. Bu bakış açısıyla, ön yargıdan başka herhangi bir dayanağa ihtiyaç olmadan, her şey tümüyle ters çevrilebilir. … Karaosmanoğlu, Devrimci Yol’a ilişkin yaklaşımlarında da benzer zorlama mantıklar yürütüyor. Ezilen sınıf ve tabakalar arasındaki farklılıkları abartmak egemenlerle ezilenler arasındaki çelişkileri önemsizleştiren sol liberal yaklaşımın parçası olmaya götürür.
“… siyasal islamcı ve liberal düşüncelerin etkisi altına girmiş gibi görün”mek. Bu cümlenin neresinden tutsak? “… egemenlerle ezilenler arasındaki çelişkileri önemsizleştiren sol liberal yaklaşımın parçası olan” gibi final vurgularla “Yüzleşme”deki eleştirel devrimci düşünsel arka plan ve bakış açısı iğdiş edilip anlamsızlaştırılmaya çalışılıyor. Eleştirmen bu çarpıtma ve bükmelerin sağladığı kurgu ile herhangi bir dayanağa ihtiyaç olmadan kendi kırık aynasında her şeyi tümüyle tersyüz ettiğini sanıyor.
…oldukça zorlama bir yaklaşım.
Ardından yine çok zorlamalı bir “anti-emperyalizme antipati” tespiti var ki tam bir komedi.
Bu yorum da Karaosmanoğlu’nun ideolojik çarpılmasını yansıtıyor.
Ve eleştirmen ardından biçimsiz, ulusalcılığını meşrulaştıran bir mantık yürütüyor.
Bu bir ayıp veya suç değildir, Türkiye’nin somut koşullarının bir ürünüdür.
Somut koşulların ürünü diye sol kendini konumlandırıyorsa bu gerçekten “bir ayıp ve suç”tur.
Kemalizm’le gerekli mesafeyi ve tutumu Mahir Çayan ortaya koymuştur. Daha ötesindeki zorlamalar Kemalizm’den kaçarken İslamcıların ve emperyalist güçlerin kuyruğuna takılmaya götürebilmektedir. Bu tür savrulmalardan kaçınmakta yarar vardır.
Ulusalcılık ne zamandan beri “Türkiye’nin somut koşullarının bir ürünü” oldu? Mahir Çayan’ı bu kurguya neden monte ettin? 1970’lerde yapılan politik analizlerin günümüzde karşılığı olacak bir Kemalizm ve anti emperyalist bir ulusçuluk mu var da biz o evrende yaşamıyoruz? “Türkiye’nin somut koşullarının bir ürünü” şovenizminden başka bir şey olmayan yaklaşımlar anti-emperyalizm diye servis ediliyor. Devrimci Yol ile savrulduğun ulusçuluk arasında bağ kurman çok çarpıcı. Ya İslamcıların ve emperyalist güçlerin kuyruğu ya da şovenizmin kuyruğunun kuyruğu, başka seçenek yok. Dikkat et kırık aynanda görünen her sapakta “Türkiye’nin somut koşulları”ndan kaynaklanan “Taşıt Trafiğine Kapalı Yol” tabelası var. Sen “somut koşullara” uymaya devam et ama kırık aynanı ayar verici bir yol tabelası sanarak kendini kandırma…
Eleştirmenimiz “Komplocu bakış” başlığı altında kendi mantığına devam ediyor. Alıntı sonrası alakasız bir sonuç ve yorum…
Karaosmanoğlu ve Temur’un bakış açısı, o dönemde var olan gruplardan TDAS’çıların (Acilciler) yaklaşımlarında olduğu gibi kitle mücadelelerinin önemsizleştirilmesine denk düşüyor. Acilciler gibi grupların 1975-80 döneminin siyasal-toplumsal mücadelesine yaptığı katkıyla Devrimci Yol’un yaptığı katkı ise karşılaştırılamaz bile. Dolayısıyla Karaosmanoğlu ve Temur’un değerlendirmeleri dönemin Türkiye şartlarını göz önünde tutmayan, sol görünümlü ama pasifist değerlendirmelerdir.
Bu spekülatif-komplocu motivasyon gerçekten merak uyandırıcı. Alıntılanan düşünce ile varılan sonuç ve yorum arasında hiçbir bağlantı yok. Eleştirmen malum aynasında gerçekleri istediği gibi eğip büküyor.
“Yine mi? İşçi sınıfı bir kez daha ortadan kalkıyor” başlığı altında yine kitabı anlayarak okumadığı görülüyor. Israrla tartışılan ve sorgulanan gerçekleri anlamaktan uzak bir mantıkla konuyu karartıyor.
Karaosmanoğlu’nun böyle bir bakış açısıyla tutarlı bir yaklaşım ve eleştiri geliştirebilmesi mümkün görünmüyor…Sözcükleri ve kavramları kendi ağırlıklarına ve anlamlarına uygun olarak kullanmakta yarar var. Geçmişle yüzleşememenin bir “suç ortaklığı” olması için geçmişte bir “suç” olması gerekir.
Eleştirmen suç ortaklığı ile suç arasında bir bağ kurgulayarak, okuyucuyu kendi istediği kurguya yönlendiriyor. YÜZLEŞME kitabının sonuç yerine yazısında alıntıladığımız, bu cevap metnininde başında tekrar yer verdiğimiz, Devrimci Yol bildirgede ifade edilen tarihsel sorumluluğa ilişkin bizler açısından çok önemli ve yaşamlarımızı anlamlandıran sözlerin yol göstericiliği ortadan kalkmadı. Bu sorumlulukla hareket etmek yaşamımızın önemli boyutlarından biriydi. Eleştirmenimiz bu duyguları anlamadan ve kavrayamadan TV programlarının popüler ağzıyla iftiracı suçlaması üretiyor.
Bir “suç” isnadı varsa yazar bunu kanıtlarıyla ortaya koymalıdır aksi halde kendisi “iftiracı” konumuna düşer.
Yüzleşme çalışmasının son cümlesi 1990’lı yıllarda yani otuz sene önce yapılması gereken geçmiş muhasebesinin yapılmamasının tarihsel sorumluluğuna ilişkin bir sonuç vurgusuyla noktalanmıştı. Topluma ve insanlığa karşı işlenmiş suçların gerçekleştiği bir döneme ilişkin sorgulama ve geçmiş muhasebesi yapmamanın geçmişi susturarak bir tarihsel suç ortaklığına dönüştüğü vurgusu, TV tartışma programlarının “uzman bilir kişileri”nin ya da komedi skeçlerinin “iftira”, “iftiracı” gibi söylemleriyle bulandırılıyor.
YÜZLEŞME Devrimci Yol’un çıkış bildirgesindeki sorumluluk bilinciyle yüzleşebilmek için mütevazı bir adım olmayı amaçlıyordu. Bu amacın bulandırılmaması için sohbetlere katılanların kitabın önüne geçecek tartışmalara girmemeleri bir ilke kararıydı. Kitabın okunma ve anlaşılma süreci hazırlık ve yayın süreci kadar önemliydi. Kitap yayınladığında yapılan engellemeler sonrası içeriği karartıcı bu çabalar tartışmalardan uzak durma kararımızla aynı gerekçelerle cevap vermeyi zorunlu hale getirdi.
Eleştirmenimizin YÜZLEŞME’nin konusu dönem mücadelesine kendi coğrafyalarında damga vurmuş aktörlerin aktarım ve düşüncelerini ezip geçerek, yukarıdan ağızla kendi spekülatif kurgularını ikame etmesi gerçekten ilginç bir çaba. Kitabı okumayın benim eleştirimi okumanız yeterlidir deseydi, bazı çevrelerin okumayın-okutmayın diye başlayan sonra da “bırakın aptallar okusun” diyen aklıyla aynı çizgiye gelen bu saçmalaştırma ve çarpıtmalardan daha anlamlı olacaktı. Sonuç olarak spekülatif düşünce silsilesi eleştirmenin kendi kimliğinin kırık aynasından yansıyan Devrimci Yolculara karşı geçmişi sahiplenme densizliği ve dengesizliğinden başka bir şey değildir.
Sanırım okuma, anlama, yorumlama ve kendini ifade etme seviyesinin giderek daha düştüğü ilginç bir tarihsel periyotta yaşıyoruz. Bunun öncelikli sebebi susturulmuş, sorgulanmamış ve yüzleşilmemiş geçmişin kendisidir…
[1] Devrimci Yol Bildirge, Sy.52-53, Nisan 1977
[2] Emin Karaosmanoğlu, Yüzleşme 23 Temmuz 1979 Şavşat Katliamı, Haziran 2024
[3] Kırık aynada “Yüzleşme”: Şavşat ve Devrimci Yol (1), https://sendika.org/2024/08/kirik-aynada-yuzlesme-savsat-ve-devrimci-yol-1-709691
Kırık aynada “Yüzleşme”: Şavşat ve Devrimci Yol (2), https://sendika.org/2024/08/kirik-aynada-yuzlesme-savsat-ve-devrimci-yol-2-709739
[4] Özbil Çoruh rumuzuyla E. Bilir.
[5] Emin Karaosmanoğlu, Kars Kalesi ve Kızıl Bayrak, Hasan Alıcı ile 1970’lerde Kars’ta Devrimci Mücadele, İletişim Yay. Mart 2024
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.