“1940 yılında kapatılmış bir kurşun madeni vardı Balya’da. Oradaki su havzalarında hâlâ korkunç miktarda arsenik var. Sağlık Bakanlığı’nın sudak kabul edilebilir arsenik oranı söz gelimi 10 birim ise o havzadaki oran 17-18. O su hâlâ kullanılamıyor. Bunun 60 kilometre etki mesafesi var, Arhavi’nin genişliği 20 kilometre. Yani bu demektir ki Arhavi bitti. Proje engellenmezse Arhavi, girişinde ‘Maden kentine hoş geldiniz’ yazan bir kent olacak. Bu doğallıktan eser kalmaz”
Artvin Arhavi’de 10 köyü içerecek bir alanda yapılacak olan altın ve bakır arama ihalesini Cengiz Holding’e bağlı Eti Bakır kazanmasının ardından bölge halkı maden projesine karşı mücadele için kolları sıvadı.
Arhavi Çevre Koruma Derneği’nden Tekim Selim ve Elif Subaş ile Arhavi’de yürütülen madencilik projeleri, bunlara karşı geçmişten bugüne yürütülen mücadeleye dair konuştuk. Projelerin hayata geçirilmesi durumunda tüm Arhavi’nin suyunun zehirleneceğinin altını çizen Selim, sadece Arhavi’de değil tüm kentteki projelere karşı birlikte mücadelenin şart olduğunu söyledi.
Belli kişilerin geçim kaygısı, işsizlik gibi sebeplerle bu projeye destek verdiğini belirten Selim, projelerin kısa süreli iş imkanları sağlasa da uzun vadede köylülerin tüm topraklarını kaybetmelerine sebep olacağını söyledi. Balıkesir Balya’da 1940’larda kurulan bir maden dolayısıyla hâlâ o bölgedeki suların kullanılamadığı örneğini veren Selim, projelerin hayata geçmesi durumunda yıllar boyunca telafi edilemeyen bir tahribat ile karşı karşıya kalacaklarını söyledi. Subaş ve Selim, tüm kentin birlikte yürüttüğü bir mücadele çağrısını yinelerken 8 Ekim’de Ankara’da Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) önünde yapacakları eylemi hatırlattı.
Arhavi’de daha önce de maden ve HES projeleri gündeme gelmişti, akıbetleri ne oldu?
HES projeleri için arkadaşlar bir direngenlik gösterdiler ama sonuçta belli projeler yapılmış oldu. Enerji Bakanlığı’nda “Küçük HES’leri artık yapılmayacak” diye bir karar var ama şimdi yeni bir HES’in peşindeler. Vazgeçip kapattıkları iki HES’ten daha büyük bir HES’i yapmaya çalışıyorlar. Bizim Çifteköprü dediğimiz yerin orada bir santral yeri arıyorlar. Hemen yanında da bir yere niyetlenmişlerdi ama orada ÇED olumlu raporunu babalarının oğlu olsa da alamazlardı. Bundan dolayı uzak bir noktada yer arıyorlar ki o da önümüze gelecek.. HES’i tekrar gündeme getirecekler, HES orada duruyor. Danıştay iptal etmiş olsa da bunların Türkiye’de nasıl ilerletildiğini herkes biliyor. Bundan dolayı yorumda bulunmak çok doğru olmaz ama sonuç itibariyle HES yine önümüzde gelecek.
Suyu kontrol altına almak için uğraşıyorlar. Suyu istedikleri gibi yönlendirebilmek için uğraşıyorlar. Vatandaş adına değil tabii, şirketler adına. Şu anda maden ocaklarında yaklaşık iki milyon kişinin kullandığı suyu kullanıyorlar. Cerattepe’de gördünüz, belediye başkanı onların kaçak olarak aldıkları suyu kapattı. Ama bu sefer de 32’lik borular takarak almaya çalıştılar. Bunu da iptal ettiler. Şirket bunun üzerine “Biz damacana ile getiririz” dedi ama damacana ile o işi yapabilmenin imkanı yok. Orada bir inatlaşma oldu “biz yapacağız” diye, halk da “biz yaptırmayacağız” diyor. Aynı şey burada da gündemde. Onun için HES’lerin ikisi iptal ettirilmiş olsa da yenileri için girişimler devam ediyor. Raftan kalkmış durumda değil.
Yürütülen projenin nasıl etkileri olacağı öngörülüyor, bu projeye neden itiraz ediliyor?
“Çıkarabiliyorsanız çıkarın madeni ama suyumu zehirlemeyin” diyoruz. Arhavi merkezinin içme suyu rezervleri orada. Şimdi bir sondaj yapacak. Sondaj yapmak için ne yapacak, ağaçları kesecek. Sonra 200 metreye kadar sondajı indirecek, oradaki kaya sistemlerini, yüzyıllardır orada duran kimyasalları yukarı çıkartacak. Bunların çıkartılması için kullanılan kimyasal madde ile etkileşime girecek. Oradan çıkacak zehirli su dışarı dökülecek. Madeni buldunuz, orayı o taşlamadan sonra ne yapacaksınız? 300-500 metre aşağı inecekseniz, çıkardığınız altın olmayan, yani cevheri olmayan o toprağı nereye atacaksınız? Bir yere koyacaksınız. Şimdi bizim coğrafi koşullar nedeniyle öyle dağa falan bırakabilme şansınız yok, yanındaki komşu bir tepeyi aşağı indireceksiniz ki düz alan yapacaksınız ve o toprakları üstüne koyacaksınız. Ve bütün bunlar sonuçta Arhavi’nin su içmesini engelliyor. Orada toplam olarak kullandığınız arsenik, yıllardır bitmiyor.
1940 yılında kapatılmış bir kurşun madeni vardı Balya’da. Oradaki su havzalarında hâlâ korkunç miktarda arsenik var. Sağlık Bakanlığı’nın sudak kabul edilebilir arsenik oranı söz gelimi 10 birim ise o havzadaki oran 17-18. O su hâlâ kullanılamıyor. Bunun 60 kilometre etki mesafesi var, Arhavi’nin genişliği 20 kilometre. Yani bu demektir ki Arhavi bitti. Proje engellenmezse Arhavi, girişinde “Maden kentine hoş geldiniz” yazan bir kent olacak. Bu doğallıktan eser kalmaz. Hep söyledik, yerin üstü altından değerlidir.
Bizim itirazımız şu; yarın bir gün yeni bir teknoloji gelebilir; hiçbir şeye zarar vermeden, kimyasal veya arsenik kullanmadan o madeni oradan alabilirsiniz. Bekleyelim, acelemiz ne? Bir gram altın alabilmek adına bir ton toprağı, bir ons altın alabilmek için 80 milyon kilogram toprağı alacaksınız oradan. O kadar kilogram toprağı nereye koyacaksınız? Taşıma sistemi yapılacak diyorlar, mümkün değil. Oradan kamyona yükleyeceksiniz, Hopa’ya taşıyacaksınız, ardından gemiye bindireceksiniz, Samsun’a gidecek, Samsun’dan İliç’e gidecek. Bir kere maliyetini kurtarmaz. Ama bir peşkeş çekme olayı var, onu durdurmak için elimizden geleni yapacağız.
Projenin karşısında şimdiye kadar neler yaptınız, neler yapmayı planlıyorsunuz?
Şimdiye kadar muhtarlarla iletişime geçilerek öncelikle onların aydınlatılması gerekiyordu. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu bu işin uzmanlarından. Hem de Arhavili kendisi. Nereden, ne, nasıl çıkartılacak, çıktıktan sonra zararları ne olacak, bunlara hakim. Bilgilendirme toplantılarında yardımcı oldu bize.
Ardından bir miting yapıldı, çok güçlü bir miting değildi ama sonuçta halkın duyarlılığını göstermek adına yapılmıştı, iyi geçti. Sonra Vaminon grubu ve muhtarlar Belediye Başkanı’yla da konuşup bir araya geldi, köylerden çarşıya yürüyüp ve burada bir miting yaptılar. Muhtar da madene ve sondaja karşı olduğunu söyledi. Ayın yedisi ve sekizinde ise Ankara’dayız. 8 Ekim’de MAPEG önünde bir basın açıklaması yapılacak.
Tabii bunların öncesinde de iki tane dava açılacak. Birincisi arama ruhsatının iptaline, ikincisi ise ihalenin iptaline dair. Dava süreçleri de devam ediyor, dava süreçlerinden umutlu muyuz? Türkiye’deki yargıdan dolayı çok değil. Biliyorsunuz Cerattepe’de de Anayasa Mahkemesi “bu iş bitmiştir” dedi, valilik “tasınızı toprağınızı alın gidin” dedi ama maalesef yeniden başvurdular. Halkı bilgilendirme toplantısına halkı almamak için başka ilçelerden getirdikleri işçileri, kamyoncuları içeriye doldurdular. Girme imkânımız olsa da toplantıdan çıktık, dışarıda bir basın açıklaması yaptık. Bundan sonraki süreçte bu mücadeleyi halkı bilgilendirerek, birlikte hareket etmenin yolu ve yöntemini bularak devam edeceğiz.
Projelere destek veren kamyoncuların “Hem çevre, hem maden” yazılı pankart asılı kamyonu
Bu mücadele süresince size güç katan şeyler nelerdi, zayıf kaldığınız yönler neler oldu?
Birlik ve beraberlik şu anda istenilen düzeyde değil. Bu konuda zayıf kaldık. Bilinen gruplarla bir araya gelemedik. Ama hep böyle gitmeyecek, bu mutlaka o birliktelik sağlanacak. Salt burada değil, Türkiye maden ocaklarından dolayı köstebek yuvasına dönmüş vaziyette. Bursa’da, Kocaeli’nde, İstanbul’da, Zonguldak’ta, Karabük’te de projeler var. Bu mücadelenin sürekli gündemde tutulması adına bu ilginin oraya taşınması lazım. Ayın sekizindeki eylemde bunu amaçlıyoruz. Ankara’dakileri toplayabilmek, sonra Bursa’ya Kocaeli’ne gitme hedefimiz var. Sürekli gündemde tutmak gerekiyor.
Güçlü yanımız ne? Halk projelere niçin karşı çıkıldığını biliyor. Bu anlamda daha iyiyiz.
Bir diğer zayıf kaldığımız noktaya dair örnek vereyim. Artvin’de yaşandı; Murgul halkı ile Artvin halkını Cerattape için yapılan halkın bilgilendirme toplantısında karşı karşıya getirdiler. Murgul projeyi neden istiyor? Murgul’da artık tarım, hiçbir şey kalmadı. İş imkanı yaratacağını düşünerek bu projeyi istiyorlar.
En çok korktuğumuz şey ise içeriden madene destek verebilecek insanlar. Yani köylerde arazisi var, zaten hiç gelmiyor buraya. Arazisinin para ettiğini duyunca sattım gitti diyor telefonda; satarsa, madenci de alırsa onun üstünden aramayı orada yapar. Bunları engellemek lazım. Bunun için çalışıyoruz. İçerideki işbirlikçiler olursa yeni taktik o işbirlikçilerle bu işi yapmaya çalışmak olur.
Kamyoncular iş istiyoruz, bir diğeri çocuğuma iş verdi diyerek projeyi destekliyor. Projeleri yapabilmek için köylülere sıfır araba alıyorlar, sonra o arabaları kiralıyorlar, her şey bittikten sonra arabaları geri verin diyorlar ve gidiyorlar. Ve insanlar bunu kalkınma olarak görüyor, öyle bir sıkıntımız var. Bizim o madeninin Arhavi’ye ve Türkiye’ye bir zenginlik getirmeyeceğini iyi anlatmamız gerekiyor. Afrika’ya bakın, en büyük elmas tüccarlarının bulunduğu alanlar, maalesef dünyanın en fazla açlık çekilen noktaları. Bu zayıf noktaları aşabilmenin yolu birlikten, beraberlikten geçer. Bunu da başaracağız diye düşünüyoruz.
Reşit Kibar’ın katledilmesi, orada yaşanan durum hepimizi tedirgin etti ama bu olaylar direngenlikleri düşürdü mü, düşürmedi. Çünkü orada yeni taktiği anlamaya başladık. Eskiden jandarma dikilirdi, sizi içeri sokmazdı, gaz atardı ama şimdi öyle değil. Şimdi yandaşlar geliyor oraya. Çünkü bütün bilgileri toparladığınızda bunların olacağını aylar önce dilekçe ile bildirmişler, yapacak kişiyi bile bildirmiş üstelik. O silah da vatandaşın silahı değil.
Toplumun kendi içinde karşı karşıya getirebilmek amaç. Dün şirketin ÇED toplantısına toplayıp getirdiği işçilerden bir kısmı Murgullu. Oraya gelip de “Ben maden istiyorum, biz her şeyi biliyoruz” diye pankart açıyor. Ne biliyorsunuz? Ne bildiniz? Ekmeğimizi istiyoruz diyorlar, doğrudur ama şimdi o kişi ile ben yan yana geliyorum, benim mücadelem benim kendi ekmeğim için değil. Orası benim değil çünkü; orası çocuklarımın, torunlarımın toprağı. Onların yarın rahat edebilmesi için mücadele ediyoruz, ama arkadaş bunu görmüyor. Kendi geçimini sağlamak için bunu yapıyor ama çocuğuna ne verecek? Hiçbir katkı koymadan oluşmuş dağları oluşmuş coğrafyayı talan ediyoruz. Sana böyle mi miras bırakıldı bu? Üç gün sonra kamyonunu bırakamazsın çocuğuna, burada taşıyacak tek bir malzeme bulamazsınız. Onun için vatandaş evet bir tedirginlik oldu ama geri adım atmadı, daha sağlam duruyor. Reşit’in katledildiği yerde kadınlar çok ciddi bir şekilde direnmeye başladılar. “Toprağımı vermem” diyorlar.
Sendika.Org/Artvin (Nisan Çıra)