“Ulaş’ta Karagöl köyü var. Soğukpınar diye bir yerden su alıyor. Soğukpınar’a açılacak maden projesi için ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verildi. Kararda maden projesinin olduğu yerde herhangi bir su kaynağının bulunmadığı yazıyor. Bir kere adı Soğukpınar. İnsan adına bakınca şüphelenir, gerçekten pınar var mı acaba diye. Bu projeye dava açınca mahkeme projeyi iptal etti”
Türkiye’de madencilik: Yağma ve direniş panoraması” dosyasındaki diğer söyleşi ve yazılara erişmek için tıklayınız.
Sivas Çevre Platformu’ndan Adnan Yılmaz, Hüsnü Engin ve platformun danışma kurulunda yer alan Av. Abidin Tatlıpınar’la Sivas ve çevresindeki maden projelerine, bu projelerin çevreye ve bölge halkına etkisine, halkın projelere itiraz sebeplerine, hukuki süreçlere ve mücadelenin gidişatına dair konuştuk.
Sivas son yıllarda çok sayıda maden ruhsatının verildiği yerlerden biri. Son 10 yılda 700’ün üzerinde proje yapıldı. Yenileri de yolda. Maden projelerine itirazların temel sebebi ise su kaynaklarının yok olması. İsminde “pınar” geçen köylerde bile su kalmamış durumda. Su kalmayınca tarım ve hayvancılık da yapılamıyor tabii.
Mücadele sahnesine atılalı neredeyse bir sene olan Sivas Çevre Platformu, kuruluş hikayelerinden başlayarak projelere karşı yürüttükleri çalışmaları, projelerin etkilerini, karşılaştıkları zorlukları anlattı.
Sivas’taki maden projelerine dair genel bir çerçeve çizmek adına ne söyleyebilirsiniz?
Abidin Tatlıpınar: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın e-ÇED duyuru sayfası var. Buraya bakarsanız eğer, Sivas’ta 2014’ten bugüne kadar, yani son 10 yılda, 70 proje için “ÇED olumlu”, 639 proje için de “ÇED gerekli değildir” kararı verildiğini görüyorsunuz. ÇED gerekli görülse bile, başvuran 70 projeden hiçbirine ret kararı çıkmamış. Şu anda hali hazırda da ÇED süreci başlayan 15 proje var.
Kangal ve Divriği’nde tarafında altın ve bakır madenleri var. Ulaş, Zara ve Kangal’ın Yılanlı Dağı tarafında krom, kömür madeni, mermer ocağı var.
ÇED süreci başlayan proje sayıları, son yıllara göre daha çok artmış gibi görünüyor. Sivaz, Zara, İmranlı, Kangal, Ulaş, Hafik, Yıldızeli, buralarda yoğun olarak maden ruhsatı için başvurular sürüyor.
Adnan Yılmaz: Nasıl Afrika talan edildiyse, sömürgeleştirildiyse bizim topraklarımız da onun gibi. Ordu’nun yüzde 70’i maden sahası, Artvin’de yine öyle. Sivas’ta da benzer bir durum var. Örneğin Divriği’nin yüzde 90’ı maden sahası ilan edildi. Böyle vahşi bir saldırı var.
Ekoloji derneklerinin, çevre platformlarının bir mücadeleleri var. Burada bir birikim oluştu. Yani hem yağma ve talan arttı hem de mücadele arttı. Böyle olunca da daha fazla gündeme gelmeye başladı bu projeler.
Yaklaşık bir sene önce Sivas Çevre Platformu Girişimi için bir çağrıda bulundunuz. Sizi buna iten neydi?
Hüsnü Engin: Bizim bir su davamız vardı. Bizim köyümüzü, iki de mezrayı ilgilendiren bir dava. Koç Holding’e bağlı Demir Export’un burada bir demir madeni var. 1956’dan beri var maden. O maden çalışmalarında dinamitler de kullanılıyor. Dinamitlerden dolayı yatak değişti, bize gelen su maden sahasından çıkmaya başladı. Oradan çıkınca kullanamaz olduk. Demir Export bize suyu verdi ama arsenik çıktı suda. Sağlık Bakanlığı tam üç kez test edip tescilledi suda arsenik olduğunu. Öyle olunca mahkemelik olduk. Mahkemeyi de kaybettik. Ne şahitlerimiz kabul edildi ne raporlarımız ne delillerimiz. Dosyayı kapattılar. Yargıtay’da şu an dosya.
Biz devamlı bu su davası için Sivas’a gidip geliyorduk. O davada çok zayıf kaldık. Duruşmada sadece benim olduğum veya sadece 3-4 köylünün olduğu davalar oldu. Bir de Halkevleri’nden, EMEP’ten veya çeşitli sendikalardan destek için gelenler vardı.
Dedik ki, bizim bizden başka kimsemiz yok. Biz örgütlenelim, bir çevre platformu etrafında bir araya gelelim, dedik. Dört kurucu üyemiz vardı: Ali Taçyıldız, Sivas merkezde doktor kendisi; Ruşen Sümbüloğlu, Sivas merkezde doktor yine; Adnan Yılmaz, Halkevi’nden; bir de ben. Biz dördümüz çağrıcı olduk. Hâlâ girişim aşamasındayız. Bir yandan meclis de kurmaya çalışıyoruz.
Madenler kâr marjı çok yüksek işletmeler. Kendi muhaliflerini bloke edecek çalışmaları da oluyor. Devasa bütçeler ayırıyorlar bunun için. Böyle olunca muhalefetin içine de sızıyorlar. Biz dört çağrıcı, buna çok dikkat ediyoruz. Aramıza işverenlerden ya da onların etkisi altındaki kişilerden kimseyi almamaya çalışıyoruz. O yüzden biraz yavaş ilerliyor. Ama bir yandan da çok sağlam adımlarla ilerliyoruz. Türkiye genelinde örnek oluşturabilecek düzeyde bir çalışmamız olduğunu düşünüyorum.
Platform olarak da destek aldığımız yerler belli. Halkevleri, EMEP, Umut-Sen, DİSK/Enerji-Sen, Bağımsız Maden-İş destek oluyor. Böyle bir destek ağımız var.
Mesela bugüne kadar bir tek kişiden bir lira olsun destek almadık. Çünkü biliyoruz, parayı veren yarın emri de verir.
Adnan Yılmaz: Bu sorunları yaşayan insanların bizzat dahil olması gerektiğini düşündük. Halk arasında bir tabir vardır, kavurganın yananı sıçrar. Yani sorunların odağında olan insanlar bu işin içinde olduğu sürece bu mücadeleleri kazanabiliriz. Buradan hareketle Çevre Platformu Girişimi’ni kurduk.
Abidin Tatlıpınar: Bu konuda ben de bir şey söylemek istiyorum. Sivas Çevre Platformu’nun kurulması bence çok güzel oldu. Çünkü göç nedeniyle bu bölgedeki köylerde çok az nüfus var. Bu insanların bu tür projelerin ne ne olduğunu anlama şansları var ne de anlasalar bile bunlarla mücadele edecek teknik, mali ve hukuki güçleri. O yüzden mücadele etmek, bu projelere karşı çıkmak isteyenler için bir mecra yaratılmış oldu.
Hüsnü Engin (solda) ve Adnan Yılmaz (sağda)
Bu projeler insanların hayatını nasıl etkiliyor, neden karşı çıkıyor insanlar?
Hüsnü Engin: Esas mesele su meselesi. Su biterse yaşam da biter. Yaşam biterse kimse orada kalmaz. İnsansızlaşınca projeler de hızlı ilerliyor tabii. Toprak değersiz deniyor, evler değersiz deniyor. Şirketler de ucuza kapatıyor her yeri. Zaten kanunlar da çok müsait. Güya kamulaştırma yapılıyor. Acele kamulaştırma adı altında tarlalara el konuyor resmen.
Çetinkaya var burada, bir nahiye. Kışın 1500-2000 kişinin yaşadığı, yazın bu nüfus 3500’e çıkıyor. Suyu tam proje alanından geliyor. Hakime de defalarca söyledik, videolar gösterdik. Defalarca dile getirmemize rağmen bilirkişi raporuna Çetinkaya’nın suyunu sokamadık. Hiçbir şekilde kayıt altına almıyorlar. Resmi görüşmeler dışında duyuyoruz, şirket, kaymakamlık hepsi birlikte çare arıyorlarmış. Bu suyun kesileceğini biliyorlar, su kesilirse perişanlık olacağını da biliyorlar. Alternatif su arıyorlar, onu da bulamıyorlar. Çünkü zaten bulsalardı oralardan, şu ana kadar alırlardı.
Demir, krom, altın madenlerinin hepsinde böyle. Aksu Madencilik var burada. Divriği’ne giden Çaltı Çayı’na giden suları kestiler. Yatağı eştiler, suyu kendi fabrikalarına getirdiler. Divriği’ne gidince arkadaşlar şunları anlattı. Biliyorsunuz, Divriği tarihi bir yer olunca tarihi çeşmeler var. Divriği’ne gelen kaynakta şimdi sondaj yapıyorlar. Yani sondajda cevhere rastlarlarsa o su kaynakları gidecek. Sondaj sırasında bile gidebilir. Çetinkaya’nın suyu kesilecek.
Adnan Yılmaz: Bugün Tekke köyüne gidip oradakilerle de bunları konuşacağız. Bugün Pınargözü Köyü’ndeyiz. Köyün ismi Pınargözü ama köyde su yok. Karşıdaki krom madeninden dolayı iki değirmeni döndüren su yok olmuş. Her yeri köstebek gibi didik didik ediyorlar.
Abidin Tatlıpınar: İnsanların geçimlerini nasıl sağlayacağı, su kaynaklarına nasıl ulaşacağı, hayatlarını nasıl idame ettirecekleri gibi hiçbir kaygı gözetilmeksizin, “Maden çıksın da nasıl çıkarsa çıksın” mantığıyla projelere onay verdiler. Bu projeler yargısal denetimden geçmezlerse tarımsal faaliyet kalmayacak. Su kalmıyor çünkü.
Ağırlıklı olarak su kaynaklarının tahribatına yönelik bir tepki var. Bir de o bölge Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerler. İnsanların kutsalları da projelerden zarar görüyor. Sivas, Ulaş, İmranlı, Kangal, özellikle Yılanlı Dağı çevresi. Yılanlı Dağı bölgede kutsal bir bölge. Kutsal olmasının yanı sıra avcılık da Alevilik’te pek makbul görülmediği için dağda yabani hayvan çeşitliği oluşmuş. Vaşak var, dağ keçisi var, yaban ayısı var….
Dağın zirvesinde de Sultan Melek Ziyareti var. Dönem dönem buraya ziyarete gidilir. Orası proje alanı ilan edilirken insanların ziyaret yerine nasıl çıkacağı düşünülmüyordu. Dava açtık. İnsanların ibadetlerini yapmalarının önünde bir engel oluşturacağını ileri sürdük. Proje iptal edildi. İptal edilme nedenlerinden biri de buydu. Karar Danıştay tarafından da onaylandı. O yüzden başka dosyalar için de emsal olarak gösterilebilecek.
Bir ÇED projesi hazırlanırken civarda cami olup olmadığına bakılıyor. Egemen din anlayışına göre türbe bile olmayan ama inananlar açısından kutsal olan ziyaretler var. Bu ÇED raporunda da gözetilmiyor. Tabii belgede sahteciliğe varacak usulsüzlükler de var.
İstanbul’da büyük bir deprem olacak diye insanlar bu köylere yönlendiriliyor. Ama bir yandan da bu köyler insansızlaştırılıyor. Böyle bir tutarsızlık var.
Usulsüzlüklerden bahsettiniz. Açar mısınız biraz, neler yapılıyor mesela?
Abidin Tatlıpınar: “ÇED olumlu” kararı verilen projelerden üçüne dava açtık. Mahkeme üçünde de kararı iptal etti. “ÇED gerekli değildir” kararı verilen projelerin de sekizine dava açtık. Mahkeme yine sekizinde de kararı iptal etti. Yani bu projeler yargısal bir denetime girdiklerinde yeterince denetlenmeden onay aldıkları anlaşılıyor.
Sivas Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü projelerde ÇED gerekli olup olmadığına, bakanlık ise gerekli olan projelerdeki ÇED süreci hakkında olumlu ya da olumsuz kararını veriyor. Bazen bakanlığın vermesi gereken kararlar il müdürlüğünden geçiyor, bir dava açılmadığı için de bu dosyalar geçip gidiyor.
Hemen somut birkaç örnek vereyim. ÇED raporu hazırlanırken projenin bölgeye olası zararları tespit edilir ve bu zararların nasıl engelleneceği belirtilir. Bunun için de hidrojeoloji raporu alınması lazım. Yani madenin su kaynaklarını nasıl etkileyeceğini gösterecek bir rapor. Ulaş’ta Boran Madencilik bir mermer ocağı için izin almış. Proje dosyasında hidrojeoloji raporu da var. Ama proje sahasının oradaki köylere su giden pınarları da kapsadığını biliyoruz. Güneşli köyüne ve diğer köylere oradan su gidiyor. Ama rapora bakıyoruz, burada madencilik için herhangi bir sakınca olmadığı belirtilmiş. Bilirkişi raporunda ortaya çıktı ki, bu maden sahası aslında bu bölgeye ait değil. Tecer Dağı’nda bir bölgedeye ait raporu sanki maden faaliyeti yürüttüğü bölgeye aitmiş gibi göstermiş. Bilirkişi de bunu teyit etti, ya bu raporun ÇED dosyasına girmesine onay veren İl Özel İdaresi çalışanları hidrojeoloji raporu nedir, bilmiyorlar, bu kötü bir şey. Ya da bildikleri halde onay veriyorlar, bu daha kötü bir şey.
Yeni bir proje var. Proje alanı o kadar büyük ki, bir tarafı Zara’da, bir tarafı Hafik’te, bir tarafı da Ulaş’ta. Buna rağmen projede herhangi bir biyolog olmadan “ÇED gerekli değildir” kararı verilmiş. O bölgede endemik bitki, nesli tükenmekte olan hayvan olup olmadığına bakılması gerekir. Bütün raporu maden mühendislerine, çevre mühendislerine hazırlatıyorlar. Bunlar da meslek gereği ne endemik bitkiden ne de nesli tükenmekte olan hayvandan anlar.
Yine Ulaş’ta Karagöl köyü var. Soğukpınar diye bir yerden su alıyor. Soğukpınar’a açılacak maden projesi için “ÇED gerekli değildir” kararı verildi. Kararda maden projesinin olduğu yerde herhangi bir su kaynağının bulunmadığı yazıyor. Bir kere adı Soğukpınar. İnsan adına bakınca şüphelenir, gerçekten pınar var mı acaba diye. Bu projeye dava açınca mahkeme projeyi iptal etti.
Başka bir proje örneği daha vermek istiyorum. “ÇED olumlu” kararı verilmiş. Bölgenin araştırıldığına, bitiki örtüsünün ve hayvan popülasyonunun incelendiğine dair fotoğraflar koymuşlar. ÇED dosyasını okurken içindeki fotoğraflar tanıdık geldi bana. Meğer daha önce baktığım projenin dosyasındaki fotoğraflar bu dosyaya da konmuş. Evrakta sahtecilik yapmışlar. Bir kere gitmişler, o fotoğrafla her dosya için “Gittik, inceleme yaptık” diyorlar. Mayısta gittiklerini iddia ediyorlar. Fotoğraflarına bakıyoruz, kısa kollu giyinmişler. Yılanlı Dağı eteğinde mayıs ayında kısa kolluyla gezemezsiniz. Soğuk olur. Bilirkişi fark etti bunu da. Muhtemelen mayısta da gitmemişler.
Hüsnü Engin: Şirket usulen bir toplantı yapıyor. Ama toplantı 15 dk sürüyor. Kimisi daha gitmeden bitiyor. Şirketin avukatı diyor ki, tarlasını satmak isteyen gelsin, satın alalım. Tarlalar da çok ortaklı. 40-50 ortaklı tarlalar bile var. Hani satayım dese bile hemen orada satamaz. Biri bile istemese anlaşmazlık çıkacak. Satmak istemeyenin tarlası hakkında da kamulaştırma kararı çıkıyor. Böyle acayip bir yağma düzeni var.
Başka bir konu da hukuki süreçlerin yavaşlığı. Bakırtepe’de 6 Haziran’da bir keşif yapıldı. Bir ayda hazırlanması gereken rapor, 3,5 ayda hazırlandı, daha yeni çıktı rapor. Sürece yayıyorlar ki bu süre zarfında maden de çalışabilsin.
Av. Abidin Tatlıpınar
Mücadelede sizi en çok zorlayan şeyler ne oluyor?
Hüsnü Engin: En büyük sıkıntımız yalnız kalmamız. Özellikle de hukuki alanda. Abidin bey gibi duyarlı, bu davalara bakan çok az avukat arkadaşımız var. Daha önce benim kızım gelip bakmıştı, Sevda hanım var avukatımız, o gelip bakıyor sağ olsun.
İlgili odaların hepsine, Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Maden Mühendisleri Odası, ulaştık, dilekçe verdik, yardım talep ettik. Hiçbirinden dönüş olmadı. Odalar da ilgi göstermiyor. Madenle ilgili işkollarında çalışan üyeleri olduğu için bu alanda çok öne çıkmak istemediklerini düşünüyoruz. Abidin bey gibi avukatlardan ve vicdanlı, dürüst mühendis arkadaşlardan destek alıyoruz. İsimlerini açıklanmayacak şekilde bize gerekli dökümanları veriyorlar, yardım ediyorlar. Odaların boşluğunu onlar dolduruyor.
Odaların bu konuda çok destek vermesi lazım. Bizi en çok hayal kırıklığına uğratan odalar oldu. Avukat desteği, maddi destek vermesi lazım. Ama yok. Örneğin dava paraları, keşif paraları bizi çok zorluyor. Bir dosyada keşif parası 64 bin liraydı, yatıramadık, dosya kapandı. Bir de değil, başka dosyalarda da oldu bu durum. Halkın durumu da belli, emekli maaşları düşük, insanlar yoksul, toplayamıyoruz da o yüzden. Hiç değilse dava parası konusunda destek olsa odalar, elimiz çok rahatlayacak.
Abidin Tatlıpınar: Az evvel bahsettim, bir sürü usulsüzlük de var. Bunlara dava açabildiğimiz ölçüde açıyoruz. Ama az evvel bahsedildi. Dava ücretleri, bilirkişi ücretleri, keşif masrafları çok yüksek. Şu anda 60-70 bin liralardan bahsediyoruz. Her yıl da artarak gidiyor. O bölgedeki insanların bu ücretleri ödemesi çok zor. Mesela bir köyde iki proje vardı. Konuştuk, hangisi daha önemli diye, seçip birine dava açtık. Diğerine açamadık, paramız yetmedi.
Adnan Yılmaz: Şirketler halkın tepkisini de bölmek için çeşitli hamleler yapıyorlar. Örneğin servis işini köylüye veriyor, köyden birinin market açması için yardımcı oluyor. İnsanların geleceği karartılıyor ama şirketten daha keskin şekilde şirketi savunacak duruma gelinebiliyor.
Yerel seçimlerde şirketler kendilerine yakın muhtar adayları için çalışmalar yaptı, kazanmalarını da sağladı. Bunlar da mücadelenin önünde engel oluyor tabii.
Örneğin şöyle durumlar da yaşanıyor. Kurtlukaya köyü var. 300-400 metre ileride yıllardır işleyen bir kum ocağı var. Tarlaları, bostanları, bahçeleri, evleri, her yerleri toz altında kalmış. Şirket ama köylülerden imza almışlar, buna rızalarının olduğuna, itiraz edilmeyeceğine dair. Rahatsızlık var ama harekete geçemiyorlar.
Tekke köyünde Samut Baba Türbesi var. Mermer ocağı var aynı zamanda köyde. Proje alanı da çok geniş. Hem su kaynakları ortadan kaldırılıyor, o kutsal yer de kullanılmaz hale geliyor. İnsanlar tepki gösteriyor ama bu tepki örgütsüz. Tepki ancak örgütlenirse karşılığı olur. Bu haliyle pek etkili değil.
Gidişatı nasıl görüyorsunuz?
Hüsnü Engin: Burada sanki şöyle bir hedefleri var. Artık devlet de şirketler de insanların yaşam alanlarına, su kaynaklarına falan aldırmıyorlar. Zaten burayı boşaltmayı kafaya koymuşlar. Burayı enerji bölgesine çevirmek istiyorlar. Önce yerin altını yağmalıyorlar. Bütün kaynakları çıkaracaklar. Bu süre zarfında zaten su, toprak, hava kirleneceği için insanların burayı terk edeceğini düşünüyorlar. Terk ettiklerinde rüzgar enerjisi, Güneş enerjisi, bunları kuracaklar.
Olan buranın halkına oluyor tabii. İstanbul’da deprem olacak diye insanlar korkuyor, bir köyüm var diyor. Bunlar yok oluyor. Buradaki halkın gideceği bir yer yok. Nereye gidecekler, nerede çalışacaklar? Buralar Alevi ve Kürtlerin yaşadığı yerler, sosyalistler de nispeten fazla. O yüzden boşalmasında bir sakınca da görülmüyor.
Adnan Yılmaz: Ben karamsar değilim. Doğasına sahip çıkanlar da var. Kararlı şekilde mücadele içinde yer alabiliyorlar. Tabii bunu açığa çıkarmak, bunu örgütleyebilmek için güven verebilmek gerek. Güven verebilmek için de bir güç odağı yaratabilmek gerekiyor. Ben örgütlü olarak mücadele ettiğimiz sürece, belki aynı Cankurtaran’da olduğu gibi bedel de ödememiz gerekebilir, bunun üstesinden gelebileceğimize inanıyorum.
Reşit Kibar’ın katledilmesinin ardından Karadeniz’de çeşitli yerlerde yaşam nöbetleri başlatıldı. Çünkü oralarda da bu sorunlar yaşanıyor. Bunu büyütmemiz gerekiyor. Sadece Karadeniz’de değil, Sivas’ın dağlarında da olmalı. Başka bir yolu da görünmüyor zaten.
Abidin Tatlıpınar: Bizim ülkede adalete olan güven çok aşağıda. Bir ÇED süreci olduğunda insanlar bu güvensizlikten dolayı dava açmayı düşünmüyor. Oysa ki sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı bize bahşedilen bir hak değil. Bizim suya erişimimizi engelleyen, bizim sağlıklı bir çevrede yaşamımızı engelleyen bir projeye karşı adalet talep etmemiz gerek. Biz herhangi bir mücadeleye girmezsek zaten baştan kaybediyoruz.
Adalete olan güvensizlik varsa bile bu davaların açılmasını sağlamamız lazım. Çünkü bu haklar mücadelelerle kazanıldı. Mücadele etmeden de vazgeçmeyelim bunlardan.