Siyasal iktidar, kolluk güçleri, yargı ve yürütme organları, uluslararası maden şirketleri ve yerli işbirlikçileri eliyle halka, doğaya ve üzerinde yaşayan tüm canlılara topyekun savaş açılmış durumda. Bu savaşta, Çifteköprülüler gibi direnmekten başka yol yok
“Türkiye’de madencilik: Yağma ve direniş panoraması” dosyasındaki diğer söyleşi ve yazılara erişmek için tıklayınız.
Çifteköprü köylülerinin Cankurtaran Ormanlarının talanına karşı direnişi ve Reşit Kibar’ın katledilmesinin ardından yapılan eylemlerle yurdun dört bir yanında halkın Reşit Kibar’a sahip çıkması üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Ormanına, suyuna sahip çıkanlar neden sahip çıkması gerektiğini biliyor. Madencilik faaliyetleri için yaşam alanlarına göz dikenler ve onlara her türlü imkanı sağlayan devletin resmi dairelerinde görevli resmi kişiler de artık birlikte fotoğraf vermekten çekinmiyor. Artık gri bir alanın olmadığı, her şeyin siyah ve beyaz olarak ayırt edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Özellikle son 20 yılda Artvin Cerattepe’de, Kazdağları’nda, Erzincan İliç’te ve birçok yerde madencilik adı altında yapılan faaliyetlerde doğal yıkımlara, geri dönüşü olmayan tahribata, işçi kıyımlarına ve bunların karşısında yaşamı savunan direnişlere tanık olduk.
AKP’nin iktidarda olduğu yıllarda İslamcı sermayenin özellikle inşaat, enerji ve madencilik alanında şirketler kurmasına ve kısa sürede karlarını katlamasına şahit olduk. İnşaat şirketleri özellikle kentsel dönüşüm adı altında kentlerin yağmasına sebep olurken, enerji ve maden şirketleri ise doğal yaşam alanlarının, su havzalarının, ekosistemin tahribatına neden oldu.
AKP, iktidarda olduğu 22 yılda madenlerle ilgili yasalarda 21 kez değişiklik yaptı. Bu değişikliklerle, ormanları ve su havzalarını koruyan yasaların arkasından dolanarak maden şirketlerine yeni alanlar açıldı.
Cumhuriyet tarihi boyunca verilen maden ruhsatı sayısı 2.000’in altındayken son 22 yılda 300.000’in üzerinde maden ruhsatı verildi.
Maden yasalarındaki değişiklikler ve verilen maden ruhsatlarıyla yaşadığımız coğrafyada ormanlarımız, sularımız, köylerimiz, tarım arazilerimiz uluslararası maden şirketlerinin ve yerli işbirlikçilerinin yağma ve talanına açıldı.
Maden ruhsatı verilecek olan bölgelerde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna yönelik itirazlar yok sayılıyor. Hatta bazı bölgelerde valilikler eliyle “ÇED gerekli değildir” şeklinde kararlar çıkarılarak proje bölgesinde oluşabilecek zararlar göz ardı ediliyor.
İktidarın işçi düşmanı politikaları ülkemizi ucuz emek cennetine dönüştürürken uluslararası maden şirketleri ve yerli işbirlikçileri kârlarına kâr kattı. 1 ons altını toprak altından çıkarıp işleme maliyeti dünya genelinde yaklaşık 800 dolarken maden şirketleri, aynı kütledeki altını ülkemizde 400 dolardan daha az maliyete çıkarabiliyor. Maden şirketlerinin altını bu kadar ucuza mal etmesinin ardında uzun yıllara varan emek sömürüsü, düşük ücret ve güvencesiz çalıştırma politikaları yatıyor.
Madencilik yapılması planlanan bölgelerde bu projelere karşı çıkan insanlara, toprak altından çıkarılan altın ve diğer madenlerin devletin kasasına gireceği söyleniyor. Peki, “Son 23 yılda toprak altından çıkarılan 453 ton altın bugün nerede” diye sorsak ne cevap verirler? Cevabı biz verelim, uluslararası maden şirketlerinin kasasında.
Yaklaşık 10 ay önce Trabzon, Muğla, Antalya, İstanbul, Mersin, Kütahya, Balıkesir, İzmir, Manisa, Sivas ve Yozgat illerinde toplamda 1 milyon metrekareden fazla ormanlık alan orman vasfı dışına çıkarıldı. Milli parklar maden sahası haline dönüştürüldü, yurdumuzun yarısından fazlası maden sahası olarak belirlenerek maden ruhsatı tehdidine açık hale getirildi.
Ülkemizde yakın tarihte Erzincan İliç’te yaşanan maden faciasının yıkıcı sonuçlarını önümüzdeki yıllarda daha belirgin bir şekilde yaşayacağız. Bu bir kehanet değil. Dünyada yaşanmış benzer örneklerden biliyoruz. Madencilik projeleri, sadece bulunduğu bölgenin doğasını, ekosistemini yok etmekle kalmıyor, ülke sınırlarını aşarak küresel bir doğa katliamına yol açıyor. Tarihten bir örnek verecek olursak; Romanya’da 30 Ocak 2000 günü yoğun yağış sonucu Baia Mare altın madeninde siyanür havuzu taştı. Taşma sonucunda 100.000 metreküplük siyanürlü akışkan Macaristan ve eski Yugoslavya topraklarını kapsayan geniş bir alana yayıldı. Bu çevre katliamı, nehirlerde ve doğal yaşam alanlarında geri dönüşü olmayan boyutlarda tahribata yol açtı.
Siyasal iktidar, kolluk güçleri, yargı ve yürütme organları, uluslararası maden şirketleri ve yerli işbirlikçileri eliyle halka, doğaya ve üzerinde yaşayan tüm canlılara topyekun savaş açılmış durumda. Bu savaşta anayasa, kanun, hukuk göz ardı edilip yok sayılıyor. Ormanlarımız ve üzerinde yaşayan canlılarla tüm halkların yaşamı tehdit ediliyor. İşçiler ölümle burun buruna, sefalet ücretleriyle çalışmaya zorlanıyor. Bu savaşta, Çifteköprülüler gibi direnmekten başka yol yok. Bu savaşta yaşam alanlarımızı ve emeğimizi savunmaktan başka yol yok…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.