“Yoksullaştırmaya, düşük ücretlere, zamlara, vergilere karşı, sorun her nerede nasıl yaşanıyorsa, deneyimlerimizden süzülen örgütsel kıvraklığımızda halkın tepkilerini örgütleyeceğiz. Bu Adana’da yaptığımız gibi gençlere ucuz ulaşım hakkı talebiyle bir kampanya yürüterek de olabilir, Hatay’da Yaşam Merkezleri kurmak ve yaşanabilir bir kent hakkını merkezi ve yerel yönetimlerden talep etmek biçiminde de olabilir ya da ülke genelinde eş zamanlı örgütlediğimiz yaşam pahalılığı protestoları biçiminde de olabilir. Bir şablonumuz yok, kitle çalışması içindeki devrimcilerin yaratıcılığına ve iradi müdahalelerine ihtiyacımız var. Farklı içerik ve nitelikteki pratikleri ve girişimleri bütünleştirecek olan kolektif irademizi temsil eden örgütümüzdür”
Halkevleri, 21 Temmuz pazar günü Ankara’da 28. Olağan Genel Kurulu için toplanacak. Genel Kurul öncesinde Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk’le güncel toplumsal siyasal duruma, sosyalist harekete, kendi konumlanışlarına ve önümüzdeki mücadele süreci üzerine konuştuk.
Devrimci bir siyasallaşmaya açık toplumsal çelişkilerin emeğe yönelik sermaye saldırıları ve onun dolayımları olarak gerçekleşen faşist saldırılar ekseninde geliştiğini belirten Merttürk “Bizim açımızdan günün temel politik sorununu tespit edeceksek emek hareketi içindeki, toplumsal muhalefet içindeki mevcut inisiyatif merkezlerinin düzeltilmesi değil yeni ve devrimci bir inisiyatif merkezinin yaratılması görevidir önümüzde duran. Attığımız adımları, yığınaklarımızı, artılarımızı, eksilerimizi değerlendirirken aklımızda bu görev olmalı hep” diyor.
Bir yandan sınıf temelli toplumsal çelişkilerin şiddetlendiği, AKP iktidarının gerici ve baskıcı politikalarına karşı güçlü bir toplumsal direncin kendini koruduğu diğer yandan emek hareketinin ve sosyalist hareketin bu koşullarda kendinden bekleneni gerçekleştiremediği bir manzarayla karşı karşıyayız. Sizin gerek bu manzaraya gerek bu manzara içindeki kendi durumunuza dair değerlendirmeniz nedir?
Özel bir tarihsel kesit olarak 2020 de dahil olmak üzere son beş yıllık sürece bakalım. CHP’nin pek çok büyükşehir belediyesini AKP’nin elinden aldığı 2019 yerel seçimlerinin ardından, seçimler yoluyla iktidarın değişeceği yönünde bir beklenti oluşmuş, çok da şaşırtıcı olmayan bu beklenti toplumsal muhalefet üzerinde pasifize edici bir etki de yaratmıştı. Hatta bunun kendiliğinden değil, AKP iktidarından düzen muhalefetine bütün sistem içi aktörlerce örgütlenmiş bir durum olduğunu, emek hareketinin ve sosyalist hareketin büyük bölümünün de maalesef bu süreçte bu düzen içi beklentilere eklemlenip siyasetsizleştiğini, hareketsizleştiğini ve halkı da örgütsüz bıraktığını gördük.
Oysa bu süreç aynı zamanda Covid 19 salgını ve Maraş depremleri gibi toplumsal hayat üzerinde önemli etkileri olan, işçi sınıfının giderek ağırlaşan yaşam ve çalışma koşullarına mahkum edildiği, milyonların yaşamının önce salgınla kuşatılıp sonra depremin enkazı altında bırakıldığı, kamusal hakların gasp edildiği, sermaye kâr rekorları kırarken yaşam pahalılığının ve düşük ücret politikasının kural haline geldiği, faşizmin ideolojik saldırılarının, baskı ve şiddet politikalarının da tırmandığı bir dönemdi. Yani halkın hoşnutsuzluğu bir potansiyel isyan kaynağı olarak büyüyordu. Ancak yalnızca iktidarın baskıları değil düzen muhalefetinin sokağı kontrol altında tutmaya ve mümkün mertebe hareketsiz kılmaya yönelik çabaları bu hoşnutsuzluğun kitlesel ve sürekli bir sokak hareketine dönmesinin önündeki iki engel olarak maalesef etkili oldu.
Bu koşullarda halk elbette tepkisiz kalmadı. Yeni tipte işçi direnişleri, kadın hareketi, öğrenci hareketi, büyük ölçüde parçalı ve süreksiz biçimlerde sokağa çıktı. Büyük bir potansiyel kendini gösterse de bir başka siyasal odaklaşmayı taşıyacak süreklilik, kitlesellik ve programatik hareket yoktu. Seçim odaklı siyaset üzerinden düzen içi siyasete eklemlenen herkes bu sorunun bir parçası oldu. Biz ise bu konuda eleştirel bir tutum aldıysak da durumu tersine çeviren güçlü pratik bir etkide bulunamadık. Ancak devrimci siyaseti günün sınıf mücadeleleri içinde yeniden inşa etmek için, akıntıya karşı yürürcesine, kararlı bir yönelim içerisine girdik.
Pandemi döneminde işçi sınıfına dayatılan ölümüne çalışma ve kendi haklarını savunmak söz konusu olduğunda sokağa çıkmama siyasetine karşı çıkarak, “Yaşamak İstiyoruz” kampanyasını örgütledik. İşçi sınıfının devrimci potansiyeline ve halka güven ilkesine işaret ettik. Sokağa çıkma yasakları arasında yüzümüzü sokağa, alttan alta kaynayan ve hoşnutsuzluğu büyüyen işçi sınıfına, emeğin direnişine, halkın hak mücadelelerinin yeni dönemine döndük. Sermayenin bütün yaşamı karşısına aldığı ve halka savaş halinde faşist iktidarların yükseldiği bir dönemde sosyalist bir atağa ihtiyaç duyduğumuzu vurgulayarak “Bizden çalınanları geri alacağız” dedik. Şubat 2023 depremleri ise neoliberal faşist bir iktidarın halka açtığı savaşın ve işlediği toplumsal katliamın en çıplak ve sarsıcı deneyimini yaşattı bizlere. Enkazın üstünde bir sınıf savaşı sürer, neoliberal faşist devlete yönelik sorgulamalar yükselirken, yakın tarihin en büyük toplumsal dayanışma seferberliği içinde devrimci siyasetin, devrimci bir yenilenmenin imkanlarını aradık, gördük. Yığınağımızı işte tam da sınıf savaşlarının bu güncel çatışma alanlarına yaptık. Menzile vardığımızı söylemiyoruz ama yola çıktık.
Ne var ki 2023 genel seçimleri, Tayyip Erdoğan’ın Millet İttifakı karşısında iktidarı yitireceği yönündeki beklentilerin hayal kırıklığına dönüştüğü bir başka kırılma noktasına dönüştüğünde, geride işçi sınıfının siyasetsiz, hareketsiz, örgütsüz bırakıldığı gerçeği kalmıştı. Bizim açımızdan bir yenilgi tarif edilecekse seçim sonuçlarının ötesinde tam da buradaydı ve biz de bunun sorumluluğunu taşıyorduk. Bu konuda Halkevleri içinde bir tartışma da yürüyordu. Sınıf ve kitle mücadelelerini önemsizleştirerek, örgütsel birikimimizi temsil alanına yönelik taktiklerin aracı haline getiren politik akıl ve yönetim anlayışı Halkevleri’ni var eden mücadele çizgisiyle, kadro ve kitle gerçekliğimiz ile çelişiyordu ve bu bizi örgüt içinde bir netleşme ve yeniden şekillenme sorumluluğu ile karşı karşıya bıraktı. Seçimlerin ardından geçen yıl temmuz ayında düzenlediğimiz Olağanüstü Genel Kurul öncesinde şöyle demiştik: “Sınıf mücadelelerini, kitle örgütlenmelerini, halkın bağımsız siyasetini ve örgütlü gücünü esas alıp almayacağımız noktasında bir netleşmeye varmamız lazım. Ancak bu netlik sağlanır ve ortak bir hedef belirlenerek bütün örgüt buna seferber olursa yol alınabilir. Ancak bu da yetmez, bundan da önemlisi, bu netliğe sahip olduğunu söyleyenlerin de dediklerini yapabilir hale gelmesidir.”
Peki geride kalan bir yıl içinde bu sözün karşılığı ne oldu?
Bu bir yıl içinde işçilerin, kent ve kır yoksullarının, kadınların, depremzedelerin sermaye karşısındaki yaşam mücadelelerini örgütleyerek bir yol açmaya çalıştık. Bu çabamızın fikri temelini güçlendirmek için Kasım ayında ülke çapında bir katılımla Hatay’da bir Çalıştay düzenledik ve “Yaşamak İçin Örgütlenelim” dedik. Depremin ardından kentte kurduğumuz Yaşam Merkezleri ve onun etrafında örgütlenen Yaşam Meclisleri bizim için bir ilham ve motivasyon kaynağı oldu. Eğitim emekçisi arkadaşlarımız gerek kamuda gerek özel sektörde neoliberal-gerici politikaların yarattığı tahribata karşı kabaran büyük öfkede önemli inisiyatifler aldılar. Enerji işçisi arkadaşlarımızın güvence ve insanca yaşamaya yetecek ücret mücadelesindeki militan hattı devam etti. Sağlık emekçisi arkadaşlarımızın özlük hakkarı ve toplumsal sağlık mücadeleleri yine kamuda ve özel sektörde bir yenilenmenin mayasını atıyor. 1 Mayıs’ta Bozdoğan Kemeri önündeki barikatta mücadeleci sendikaların omuz omuza varlığı emek hareketinde yeni bir inisiyatif merkezine duyulan ihtiyacın ve bu yönde ilk mütevazı adımların yansımasıydı. Bozdoğan Kemeri önünde ve Ankara’da Meclis ve Bakanlık önündeki eğitim emekçileri, bugün bu faşist iktidara karşı halkın öfkesinin hangi yığınak noktalarından en güçlü, meşru ve kitlesel biçimlerde seferber edilebileceğini, devrimci bir politikleşmenin kanallarını gösterdi. Eğitim alanındaki mücadele geniş kapsamlı ve Halkevleri örgütünün, mahalle örgütlenmelerinin de omuzlayacağı bir mücadele. ÇEDES protokolüne karşı mücadelede olduğu gibi şimdilik mütevazı denebilecek adımları, okullardan mahallelere yayan ve tabandaki öfkeyi siyasetin en merkezine, en tepesine taşıyan bir sürecin örgütlenmesi görevi ile karşı karşıyayız. Akbelen’den Doğu Karadeniz’e, Mersin’den Sivas’a ekoloji mücadelelerinin içinde yer aldık. Sivas’ta gerici kuşatmanın ortasında Halkevciliğin nasıl bir umut ve direnç odağı olabildiğini gördük. Kitle mücadelelerinde yeni bir dönemini örgütlemeye yönelik sözlerimizin samimiyeti görüldükçe bunun onyılların mücadeleleri içinde oluşmuş geniş çevremizde olumlu bir tepki ile karşılaştığını da gördük. Bu yıl yeniden düzenlediğimiz Mamak Kömür Deposu’ndaki 10 bin kişilik buluşma mesela bu duygunun yansımasıydı. Bütün bu mücadeleler içinde kadın dinamiğinin, kadın militanlığının kendini gösterdiğini ancak kadın hareketinin de bir yenilenmenin sancısı ile karşı karşıya olduğunu gördük. Tüm bunlar Genel Kurulumuz başta olmak üzere örgütsel mekanizmalarımızda artıları eksileriyle değerlendirip kendimize yeni görevler çıkaracağımız deneyimler. Daha da fazlası sayılabilir. Söylemek istediğim, yürüyoruz, uzun bir yürüyüş olacağını biliyoruz ancak biz yürüdükçe bir yolun açıldığını da görüyoruz.
Tüm bu söylediklerimden sosyalist hareketin güncel durumuna ve kendimize dair çıkarımlar yapabilmek için 2024 yerel seçimlerine ve 1 Mayıs’ın gösterdiklerine bakmak lazım. AKP’nin büyük yenilgi yaşadığı, CHP’nin birinci parti haline geldiği, Kürt halkının da kayyum zorbalığını güçlü bir şekilde reddedip iradesine sahip çıktığı yerel seçimler AKP’nin 22 yıldır merkezi iktidarı elde tutsa bile asla alt edemeyeceği güçlü bir toplumsal direnç olduğunu bir kez daha gösterdi. Biz burada partilerin oy oranlarının ötesinde, proleterleşmiş ve kentlileşmiş Türkiye halklarının, emek düşmanı faşist iktidara itirazını ve buna bağlı toplumsal dönüşüm sinyallerini görüyoruz. Ne var ki işçi sınıfını ve toplumsal müttefiklerini seferber eden geleneksel inisiyatif merkezleri buradaki devrimci dinamizmi kavrayıp ilerletmekten çok sisteme eklemleyen bir yönelim içinde. 1 Mayıs’ta tanık olduğumuz manzara bunun en çıplak ve simgesel ifadesiydi. AKP halkı baskı ve şiddetle sindirmeye çalışıyor. Bizim arkadaşlarımız da dahil 70’in üzerinde tutuklamanın yaşandığı 1 Mayıs operasyonları, AKP iktidarının sokak muhalefeti karşısında giderek sertleşmeye yöneldiğinin bir sinyali. Bu sertleşmenin ardında da “kötü adamlar” değil, sınıf mücadelelerinin şiddeti var. CHP ise bir yandan düzen karşıtı muhalefet odaklarına yönelik bu şiddete göz yumarken, halkın isyanını sisteme eklemlemeye yönelik bir “normalleşme” siyaseti izliyor ve maalesef sınıf hareketi içindeki geleneksel inisiyatif merkezleri de bu sürece eklemlenmiş durumda. Bu durumda bizim açımızdan günün temel politik sorununu tespit edeceksek emek hareketi içindeki, toplumsal muhalefet içindeki mevcut inisiyatif merkezlerinin düzeltilmesi değil yeni ve devrimci bir inisiyatif merkezinin yaratılması görevidir önümüzde duran. Attığımız adımları, yığınaklarımızı, artılarımızı, eksilerimizi değerlendirirken aklımızda bu görev olmalı hep.
Tarif ettiğiniz bu görevin bugünkü somut karşılığı nedir? Nasıl bir pratik mücadele süreci koyuyorsunuz önünüze?
Bugün en geniş kitleleri, farklı toplumsal kesimleri aynı anda etkileyen, siyasallaşmaya aday toplumsal çatışmalar nerede yaşanıyor, diye kendimize sorduğumuzda öncelikli olarak geçim derdini, yani yaşam pahalılığını, emekçiler üzerine yıkılan vergi yükünü ve düşük ücret dayatmasını görüyoruz. 22 yıldır emek düşmanı karakteri değişmeyen AKP iktidarının ekonomi politikasının bugünkü adı “Mehmet Şimşek programı”. Dün olduğu gibi bugün de IMF’siz bir IMF programı izleniyor. Sermaye kârına kâr katmaya devam edebilsin diye emekçiler yoksulluğa ve artık emekliler örneğinde olduğu gibi kelimenin gerçek anlamıyla sefalete itiliyor. Gündelik sorunlar yalnızca yaşam pahalılığı ve düşük ücret biçiminde değil aynı zamanda barınma krizi, nitelikli eğitim hakkının erişilmez hale gelmesi, sosyal hayatın sınırlanması, kadınların ev içi yüklerinin artması gibi sonuçlar üretiyor. Erdoğan’ın sözlerinin üstüne söz söylemediği bir bakan Mehmet Şimşek iken diğerinin Eğitim Bakanı Yusuf Tekin olması tesadüf değil.
Biz halkın emek ve hak mücadelelerini yükseltirken, artık yalnızca işyeri özelinde değil ülke genelinde bir mücadele olan ücret mücadelesini de bu perspektifle ele alacağız. Yoksullaştırmaya, düşük ücretlere, zamlara, vergilere karşı, sorun her nerede nasıl yaşanıyorsa, deneyimlerimizden süzülen örgütsel kıvraklığımızda halkın tepkilerini örgütleyeceğiz. Bu Adana’da yaptığımız gibi gençlere ucuz ulaşım hakkı talebiyle bir kampanya yürüterek de olabilir, Hatay’da Yaşam Merkezleri kurmak ve yaşanabilir bir kent hakkını merkezi ve yerel yönetimlerden talep etmek biçiminde de olabilir ya da ülke genelinde eş zamanlı örgütlediğimiz yaşam pahalılığı protestoları biçiminde de olabilir. Bir şablonumuz yok, kitle çalışması içindeki devrimcilerin yaratıcılığına ve iradi müdahalelerine ihtiyacımız var. Farklı içerik ve nitelikteki pratikleri ve girişimleri bütünleştirecek olan kolektif irademizi temsil eden örgütümüzdür.
Eğitim hakkı mücadelesini hem yoksullaştırmaya karşı mücadelenin hem de gericiliğe karşı mücadelenin bir parçası olan özel bir gündem olarak ele alacağız. Kamuda ve özel sektörde eğitim emekçilerinin açtığı yola, veli ve öğrencileri eklediğimiz yeni yürüyüş kolları ekleyeceğiz.
Barınma krizi deprem bölgesinde yüzbinlerin evsiz kaldığı, mülksüzleştirildiği ve büyük toplumsal çözümlere ihtiyaç duyduğu özel bir biçim alırken ülkenin geri kalanında da fahiş fiyatlar ve yüksek kiralar biçiminde, yine bireysel mülkün ötesinde toplumsal müdahale ve çözümü çağıran biçimler alıyor. Önümüzde duran özen bir mücadele başlığı da barınma hakkı mücadelesi.
Emeğe karşı savaş açanlar halkta büyük hoşnutsuzluk yaratan bu savaşın bir gereği olarak faşizmi bir isyan bastırma rejimi biçiminde yeniden karşımıza çıkarıyor. Burada savaş, özellikle de Kürtlere karşı savaş, Suriyeli göçmen düşmanlığı, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, doğa ve hayvan düşmanlığı, dinci gericilik faşizmin kitlesel ideolojik dayanaklarını oluşturmak için karşımıza çıkarılıyor. Dünya giderek genişleyen bir savaş gerçekliği içine sürüklenirken bir sonraki NATO zirvesi Türkiye’de yapılacak. Suriye ve Irak’ta Kürtlere yönelik askeri operasyonlar sürüyor. AKP Suriye’de yanı başımızda cihatçı adaları yarattı ve onların hamiliğini üstlendi. Burada her biri farklı mücadele araç ve yöntemlerini gerektirse de emperyalist savaşa, gericiliğe, şovenizme, ırkçılığa, cinsiyetçiliği, türcülüğe karşı mücadele faşizme karşı mücadele içinde güncel anlamlarını kazanıyor. Bu mücadeleyi de onurlu ancak kendi özel sınırlarına hapsolmuş parçalı ve etkisiz mücadeleler olmaktan çıkaracak temel güvence faşizme karşı mücadeleyi günün sınıf mücadelelerinin bir gereği olarak kavramak ve örgütlemek.
Biz bu pratik yönelim ve politik tespitler ışığında ilerleyerek, hem faşist iktidarın karşısında hem de halkın isyanını sisteme eklemlemeye yönelik düzen içi siyasetin dışında devrimci bir inisiyatif merkezinin inşasına doğru yol alacağız. Sözümüzü söylemekten geri durmayacağız. Ama biliyoruz ki ideolojimizin, siyasetimizin etkisi pratikte gösterebildiklerimiz ölçüsünde ve pratiğimiz sayesinde olacak. Bu pratik bizim örgütsel gelişimimizin ve mücadele içinde kuracağımız birliklerin de temel güvencesi olacak.
Tüm yoldaşlarımızın, omuzdaşlarımızın mücadelede yolu açık olsun.