Bu festivaller yalnızca kitle ilişkisi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda örgüt kapasitesini geliştiriyor, militanların müthiş emeklerine ek olarak çevrelerinde kenetlenen gönüllüler sayesinde parti olanaklarıyla altından kalkamayacakları büyük organizasyonlara imza atabiliyorlar
Hayal edin, Paris’in bir banliyösündesiniz, 500 bin kişiyle beraber hangi dilde söylendiğini anlamaya çalıştığınız bir Çav Bella’ya kendi dilinizde eşlik ediyorsunuz. Ya da Belçika’nın bir sahil kasabasındasınız, seneler önce Kongo kasabı Kral II. Leopold’ün favorisi olan hipodromda Jeremy Corbyn’i dinliyorsunuz, gözleriniz kapalı, ”başaracağız” diyor.
Avrupa’nın dört bir yanında politik festivaller günden güne güçleniyor, alternatif bir yaşamın tohumları yavaş yavaş atılıyor. Bu festivaller birçok sol figürü bir araya getirdikleri gibi sol örgütlere kitlelere açılma olanağı veriyor, seferber edebildikleri gönüllü ağları sayesinde örgüt kapasitelerini geliştiriyor. Birkaç tanesini burada derlemeye çalıştım, kapanış niyetine de biraz gevezelik yaptım.
Sahil kasabası Ostend’deki Hipodrom 2021’den beri her Eylül ayında Belçika İşçi Partisi PTB’nin düzenlediği Manifiesta’ya ev sahipliği yapıyor. İlk olarak 2016 yılında düzenlenen festival, her yıl yaklaşık 15 bin kişiyi bir araya getiriyor. Uluslararası komünist partilerden feminist örgütlere, sendikalardan sivil toplum örgütlerine herkese açık bir festival Manifiesta. Büyük sahra çadırları arasında gezerken önce Endonezyalı komünistlerin hapisteki yoldaşları için düzenledikleri imza kampanyasına katılıyorsunuz, arada Türkiye’den geldiğinizi öğrenen Kıbrıslı genç yoldaşın size laf soktuğunu duyan şefi tarafından azarlanmasını bir dudak kenarı gülümsemesiyle geçiştiriyorsunuz, Hindistan’dan gelen feministlerin ağzınızı açık bırakan hikayelerine şapka çıkarıp Rosa Luxemburg Vakfı’nın kitaplarını çantanıza atıyorsunuz, çantayı geri sırtınıza takmadan uluslararası sendikaların çadırına geçip topladığınız rozetleri teker teker takıyorsunuz. Aktiviteler geniş; yan çadırdaki tartışmalara kulak kabartabilir, sahneden gelen müziğe kendinizi kaptırabilir, serinlemek için karşıdaki sahile koşabilir ya da bir bira alabilirsiniz. Yorgunluk atmak istediğinizdeyse bir otobüs mesafesindeki çadır kampınız sizi bekliyor oluyor.
Hatırlayanlar olacaktır, geçtiğimiz yıllarda Türkiyeli bir grup işçi sahte belgelerle Belçika’ya getirilmiş ve Belçika makamlarının evraktaki sahteciliği fark etmesi üzerine çalışma izinlerini kaybetmişlerdi. Direnişe geçen işçilere Manifiesta kürsü olmuş, ben de fırsattan istifade bir video haber yapmıştım. Videonun arka planında festival atmosferini görebilirsiniz.
Festival bu yıl İngiliz İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn’den Filistinli doktor Ghassan Abu Sittah’a, Industriall Europe ve EPSU gibi Avrupa sendika federasyonlarının liderlerinden Vijay Prashad gibi Marksist entelektüellere kadar pek çok ismi ağırlayacak.
Manifiesta, katılımcılar için Brüksel’den ücretsiz bir tren kaldırıyor. 2022’de bu trene atlayıp gitmiştim. Trendeki çoluklu çocuklu göçmen ailelerin şamatasını aktarabilmeyi çok isterdim. “Avrupa solu” diye dudak büküp beğenmediğimiz Avrupalı yoldaşlarımızın başarabildiğini Türkiye’de ne denli başarabildik bilmiyorum; misal hangi sendika göçmen işçi örgütleyebildi, ya da hangi siyasi parti göçmen mahallelerine girmeyi başarabildi? Tamam en devrimci yine biz olalım, ama azıcık deneyim paylaşmaktan zarar gelmeyebilir, sadece bir fikir.
Son bir not, Belçikalı sendikaların “aman bu PTB’nin işi, oraya gitmeyelim” dediklerini de henüz görmedim.
Solcu l’Humanité gazetesinin düzenlediği üç günlük bu festival yaklaşık yarım milyon kişiyi bir araya getiriyor. Konserler, tartışmalar, sanat sergileri ve film gösterimleriyle dolu üç günlük program, Fransa’nın en büyük hafta sonu festivali. İlk olarak 1930 Eylül’ünde l’Humanité için bağış toplama amacıyla düzenlenen festival günden güne gelişti ve 2010’da 600 bin; 2018’de ise yeni bir rekorla 800 bin kişiyi ağırladı. Festival güçlendikçe pek çok ünlü ismi de ağırladı, Pink Floyd’dan tutun Deep Purple’a pek çok efsaneyi kızıl flamalı binlerce insanın önüne çıkardı.
Fransa, faşist Le Pen’in 2024 Haziran’ındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı rekor oy oranının ardından erken seçime gidiyor. Bu satırlar seçimlerden önce yazılmış olsa da denebilir ki Fete de l’Humanite solun seçimlerin ardından düzenleyeceği ilk büyük kitlesel buluşması olacak.
Festivalin bu yılki tanıtım videosunu buradan izleyebilirsiniz.
Ancak aklınızda olsun, bazı Fransız sendikaları “bu festival FKP’nin işi, oraya gitmeyelim” diyorlar. Sonra iki paragraf üstteki felaket başlarına gelebiliyor.
Portekiz Komünist Partisi tarafından organize edilen ve Parti’nin yayın organı Avante’nin ismini taşıyan festival ilk olarak 1976 yılında düzenlendi. Önceleri Lizbon’da düzenlenen festival, 1987’de bir grup arazi sahibinin festivale yer vermemesi üzerine ilk defa kesintiye uğramış. Bunun ardından düzenlenen bir bağış kampanyası ile Amora kentinde bir arazi satın almışlar ve festivalin adresini buraya çevirmişler.
Avante! geçen yıl yaklaşık 50 bin kişiyi ağırlamış. Çeşitli komünist partiler ve sendikalar da bu festivalde yerini alıyor.
Bu festivallere katılan binlerce kişi komünist mi? Elbette hayır. Katılımcılar bu festivallerin temsil ettiği değerlere sempatiyle yaklaşıyor ancak genelde müzik dinlemek, çocuklarıyla vakit geçirmek ya da basitçe sadece eğlenmek için geliyor. Festivaller bu insanlara politikleşebilecekleri bir alan sunuyor. Bir sendika ya da organizasyonu üstlenen partinin militanlarıyla burada ilişki kuruyor. O güne kadar göstermekten kaçındığı duruşunu o günden sonra -belki yalnızca bir rozetle ya da stickerla- vitrine yerleştiriyor. Bu festivaller yalnızca kitle ilişkisi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda örgüt kapasitesini geliştiriyor, militanların müthiş emeklerine ek olarak çevrelerinde kenetlenen gönüllüler sayesinde parti olanaklarıyla altından kalkamayacakları büyük organizasyonlara imza atabiliyorlar.
Bu denli büyük festivallerin gerektirdiği bütçe bağışlarla sağlanırken sahne alan gruplar da ellerini taşın altına koyuyor, ücret almıyor. Bilet satışları epey önceden başlıyor, stant açmak isteyen örgütler bağış yapıyor; böylece az da olsa bir maddi güç organizatörlerin ellerinde oluyor.
Ergenliğimizin dudak uçuklatan konaklamalı Rock festivallerini mumla aradığımız günlerde böyle bir festivalin taşıyacağı politik anlamdan bahsetmek dahi yersiz.
Politik ve maddi olarak Avrupalı yoldaşlarımızla aynı imkanlara sahip olmadığımızın farkındayım, ancak “alternatif festival” konusunda epey bir deneyimimiz var. Yıllar süren BarışaRock’ın anıları hala taze. TİP’in düzenlediği KeçiFest güzel bir başlangıçtı, ancak 2022’deki ikinci edisyonun ardından devamı gelmedi. Yenilip, üstüne bir daha yenilip, daha iyi yenilip tekrar ayağa kalkmak en büyük marifetimiz: işe bir yerden -yeniden- başlarsak hiç fena olmaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.