İşçi sınıfı ne kadar genişlemiş, karmaşıklaşmış ve parçalı görünürse görünsün, üretim ve emeğin günümüzde geldiği toplumsallaşma ve buna karşıt kapitalist üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin şiddet düzleminden, ve bu çelişki ile içsel bağıntısı içinde sınıf mücadelesinin artan ve çeşitlenen deneyim ve dinamiklerinden, işçi sınıfına bütünsel bir bakış perspektifi geliştirmek görece kolaylaşmaktır. Ama bu yetmez, bağımsız sınıf çalışmaları, bu derinleşen sınıf çelişki ve mücadelelerinin olabildiğince dolaysız bir bileşeni haline gelmeli ve işçi sınıfının daha gelişkin kolektif hareket yetisi ve kanallarının araştırılmasına katkıda bulunmalıdır
Türkiye’de sınıf çalışmaları halen nicel ve nitel kısıtlarına karşın 2008 krizinden itibaren belli bir gelişme, genişleme ve çeşitlenme eğilimi de gösteriyor. Yeni emek kesimlerine ve yeni emek coğrafyalarına ilişkin sınıf çalışmalarının sayısında belli bir artış var. Sınıf çalışmaları bir yandan da iktisadın yanı sıra tarih, teknoloji, iletişim, sosyoloji, sosyal politika, yeniden üretim, ekoloji, kültür, sanat, hukuk, kent-mekân, zaman, gibi farklı inceleme-araştırma dallarıyla zenginleşmenin adımlarını atmaya çalışıyor.
Sınıf çalışmalarının yeni emek kesimlerine, yeni emek havzalarına ve yeni sosyal bilim dallarına doğru açılması ve olabildiğince tümünden eleştirel olarak beslenmesi, aslında günümüz kapitalizminin ve sınıf ilişkilerinin artan karmaşıklık ve dolayımlarının zorunlu bir gereği. Farklı emek kesimlerine, havzalarına ve farklı sosyal bilim dallarına doğru giderek çeşitlenen bu çalışmalar, Marksist tarihsel-eleştirel maddeci bir perspektiften ve bağımsız proleter bir konumlanış noktasından geliştirilebildiği ölçüde, aslında tek bir bütünlüklü analizin farklı uğrakları haline gelme potansiyeli de taşıyor.
Marx ve Engels “biz tek bir bilim tanırız; tarih bilimi” demişlerdi. Tarih bilimi, burjuva/küçük burjuva ekonomi-politiği, felsefeyi, ütopik sosyalizmi en ileri yanlarından eleştirel analizle ve özümseyerek aşmanın yanı sıra, tarih incelemelerinin, doğa bilimleri ve teknikteki gelişmelerin, evrimin, coğrafyanın, sosyal antropolojinin, kültür-sanatın, sınıf mücadeleleri ve devrimlerin, savaşların, ezilen ulus, ırk ve sömürge sorunlarının da devrimci incelemelerini kapsayan, bütünsel bir eleştirel analiz ve devrim bilimiydi.
Marx ve Engels o zamana kadarki az çok dikkate değer tüm bir tarihsel bilgi birikiminin hemen hiçbir yanına, yeni ortaya çıkan çalışma ve bulgulara, yeni bilgi alanlarına ilgisiz kalmadılar. Marx’ın Kapital’inin yalnızca kaynaklarına ve dipnotlarına bir göz atmak bile, ne kadar çok çeşitli eleştirel ilgi-bilgi konusu ve alanını kapsadığına dair bir fikir edinmeye yeter.
Fakat Marx ve Engels’in, görülmemiş sayıda konu ve alandan eleştirel bilgi deryasına hayranlığın gölgelememesi gereken bir şey daha var: İşçi sınıfının durumuna, ve yalnızca sefaletine ve acılarına değil mücadelelerine ve devrimci kapasitesine, uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ve savaşımlarının tarihsel gelişim sürecindeki hiçbir biçim, uğrak ve pratik deneyimlerine de ilgisiz kalmadılar. Marx’ın Kapital’ini yalnızca mantıksal bir kavramlar örgüsü olarak okuyan, o kavramların her birinin nasıl tarihle, somut sınıf mücadeleleri tarihi ve deneyimleriyle dolu olduğunu genellikle gözden kaçırırlar.
Marx’ın çalışmalarının seyri durmaksızın daha bütünlüklü ve daha eleştirel/devrimci bir çerçeveye doğru sıçramalarla gelişmişti. İlgi, bilgi ve eleştirel analizlerinin kapsama alanı kapitalizmin durmaksızın daha bütünlüklü ve daha temel, daha köktenci bir devrimci eleştirisine doğru genişledi. Bu gelişim süreci içerisinde kendi yaşadığı dönemde mevcut olan ya da yeni ortaya çıkan burjuva sosyal bilimleri gelebildikleri en ileri noktalarından birbiri ardından eleştirel olarak özümseyip yıkarak ilerledi. Marx açısından burjuva sosyal bilimlerin birbiri ardına eleştirel özümsenerek devrilmesi, kapitalist sistemin bütünlüklü eleştirel devrimci analizi ve aşılması amacına dönüktü. Dolayısıyla çok sayıda burjuva sosyal bilim dalını eleştirme ve aşma uğrağına sahip ve Kapital’de en yetkin ifadesini bulan tek bir bütünlüklü devrimci tarih biliminin geliştirilmesi, proletaryanın tarihsel konumlanış noktasından bir devrimci sınıfsallık ve siyasallık ile de ayrılmaz bir bütün oluşturuyordu. (Bkz. Serdal Bahçe, Marksoloji mi Marksizm mi? Kapital’in İzinde. Mülkiye Dergisi, 15.04.2018)
Devrimci tarih biliminin, dünyayı değiştirmeye dönük açıklayıcı gücü, çok çeşitli eleştirel-kopuşçu bilgi ve deneyim alanlarından kapsayıcı gelişimine; tutarlı iç bütünselliğine dayanır. Marksizm yeni sosyal bilgi cepheleri ve mücadele deneyimlerinin ortaya çıkardığı yeni bağlamlara ilgisiz kaldığı ölçüde donuklaşır: Karmaşıklaşan toplumsal ilişki ve süreçlerin yeni yanlarına nüfuz etme kapasitesi zayıflar. Tarihin durmaksızın ortaya çıkardığı yeni yanların bilgisinin, burjuva bilme ve bildirme biçimlerinden koparak, tarihsel-eleştirel maddeci temelden ve proleter konumlanış noktasından yeniden işlenip kurulması; tarih biliminin de bu yeni uğrakların eleştirel ve kurucu içerilmesiyle zenginleşerek geliştirilmesi önem kazanır.
Kuşkusuz Marksizm dünyanın mutlak bilgisine vakıf olduğu gibi bir iddiaya sahip değildir. Ancak Marksizm, tarihin durmaksızın ortaya çıkardığı yeni sosyal bağlam ve bilgi cepheleriyle eleştirel ve kurucu biçimde ilişkilenerek, kapitalizmin devrimci eleştirisini (proletaryanın mücadele ufku ve kapasitesiyle birlikte) hem bu yeni cephelerden hem de bunları da kapsayan iç tutarlılığa sahip temeli ve bütününden dinamik bir tarzda yeniden üretebilmelidir.
Yine kuşkusuz belli bir Marksist araştırmacının bugün çok daha çeşitlenmiş ve genişlemiş sayısız sosyal bilim bağlam ve bilgisinin tümünde derinlemesine uzmanlaşması mümkün de gerekli de değildir. Ancak belli bir sosyal bağlamdan Marksist eleştirel ve kurucu çalışmaları geliştirmek bile, yalnızca bu alandaki değil, birçok başka alandaki çalışma, tartışma, katkı ve yeni gelişmelerin asgari ilgi ve bilgisine sahip olmak ve eleştirel olarak beslenmekle mümkündür. Kaldı ki günümüzde hemen tüm eleştirel analiz ve açıklama alanları, üretici güçlerin dev çaplı toplumsallaşması ve işbölümünün karmaşıklaşması ölçüsünde, zorunlu olarak “çok disiplinli” hale gelmektedir.
Sosyal bilim dallarının her birinin giderek daha “çok disiplinli” veya “disiplinler arası” hale gelmesi, işbölümünün yabancılaştırıcı ve parçalayıcı etkileri ne olursa olsun, aslında tüm analiz/açıklama alanlarının birbirine daha fazla içerili hale gelmesinin göstergesidir. Başka deyişle üretim ve emekle birlikte, bilginin de dev çaplı toplumsallaşma sürecinin bir göstergesidir. Üretici güçlerin tüm o parçalılık görünümü altında yeni bir düzlemden dev çaplı toplumsallaşması gibi, günümüz proletaryasının daha gelişkin bir toplumsal-bileşik kolektif hareket yetisi geliştirme zorunluluğu gibi; devrimci tarih biliminin de tüm farklı yan ve dallarındaki eleştirel ve kurucu çalışmaların birbirine daha bağlı ve daha içerili hale geldiğini, daha etkileşimli ve birbirinden beslenerek yürütülebileceğini gösterir.
Marksizm’in, kapitalist sistemin uzlaşmaz iç çelişkilerini yalnızca genel olarak bilmenin ve açıklayabilmenin değil, kapitalizmi bu çelişkilerinin somut tarihsel gelişme süreçleri ve doğrultusu temelinden devrimci biçimde aşmanın bilimi ve bu devrimci kapasiteye sahip sınıfın siyaseti olması, tüm Marksist tarih bilim çalışmaları içinde sınıf analizlerine kritik bir konum kazandırır.
Marksist tarih bilimi, tüm sosyal bilim süreçlerinde ele alınan sorunların, tarihsel-eleştirel maddeciliğin temel çerçevesi olarak üretici güçlerin toplumsallaşma niteliği/kapitalist üretim ve yeniden üretim ilişkileri çelişkisi ve bununla karşılıklı içsel bağı içerisinde uzlaşmaz sınıf çelişki ve mücadeleleri açısından somut olarak analiz edilmelerini öncelikle gerektirir. Marksist tarih bilim çalışmalarının ürettiği bilgi, kesinkes, burjuva işletme ve meşruluk sosyal bilimlerinin ipliğini pazara çıkaran, bağımsız devrimci sınıfsal/sınıf için bilgi olmak zorundadır. Kapitalizmin herhangi bir safha ve sahasındaki daha bütünlüklü ve daha köktenci tarih bilimsel eleştirisi, devrimci sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemez. Herhangi bir sosyal bilim çalışmasının, öncelikle, hangi sınıf için ve hangi sınıfa karşı araştırma, analiz, bilim, bilgi sorusuyla başlaması gerekir. Eleştirel-kurucu bilgi üretim süreçlerinin bağımsız tarihsel-sınıfsal bir konumlanma noktası olması ve sınıf mücadelesinin somut tarihsel durum, sorun, ihtiyaç, dinamik ve yeni olanaklarına dair de bilgi üretebilmesi gerekir.
Bu soruya net bir yanıtı ve net bir sınıfsal konumlanma noktası olmayanların yaptıkları sosyal bilim çalışmaları, “salt ve saf (tarafsız) bilim”, “entelektüel ilgi ve statü olarak bilim”, “hakemli dergi ve kitaplarda akademik performans puanı olarak bilim” yoluyla burjuva (sosyal bilimden çok) bilim sosu anlayışını yeniden üretir. Eleştirel-devrimci tarih biliminden, işçi sınıfının üretken emeği, eylemi ve mücadele perspektifinden kopuk yürütülen bu tür sosyal bilim çalışmaları, ancak akademik cehalet üretir.
Üzerine şimdiden hayli akademizm (ve akademik “nötrleştirme” ve “felsefileştirme”) sinmiş “sınıf çalışmaları” kavramı yerine “bağımsız sınıf analizleri” ve “sınıf çelişkisi/mücadelesi analizleri” kavramlarının kullanılmasını öneriyorum. Bu kavramlar akademik sınıf çalışmalarının çapını aşar ve siyasallaştırır, diye kaygılanılacak olursa, zaten amaç tam da bu!
Sınıf çalışmalarında “bağımsızlık” vurgusu, burjuva/küçük burjuva akımlardan ve sos-bilim anlayışlarından, bilim ve bilginin her türlü sermayeleşmiş ve metalaştırılmış biçimlerinden, AB fonlarından, akademizmden, sendika/meslek örgütü bürokrasilerinden, hakemli ve akademik performans puanlı dergilerden bağımsızlık gereğine işaret eder. İşçi sınıfının her türlü kapitalist güç, devlet ve uzantısından bağımsız örgütlenme, bilinç ve mücadele gereği gibi, sınıfsal bilme ve açıklama biçimleri de bunlardan bağımsız örgütlenebilmeli ve üretilebilmelidir.
“Sınıf çelişkisi/mücadelesi” vurgusu ise, akademik sınıf çalışmalarının önemli bir bölümünün “neoliberal” mekanizmaların işçileri nasıl kuşattığı, parçaladığı, paralize ettiğini vb uzun uzun betimlemekle sınırlı tutulmasına bir itirazdır. İşçi sınıfının “yalnızca acı çeken değil mücadele eden sınıf” olduğuna işaret eder. Sınıf analizleri, günümüz işçi sınıfının içinde bulunduğu ağır zorlukları ve çok yönlü kuşatılmayı iç çelişkileri ve kırılganlık noktalarıyla birlikte somut olarak analiz etmeyi kesinlikle ihmal etmeden, yeni mücadele deneyim, arayış, dinamik ve olanaklarının da somut araştırma ve bilgisini üretebilmelidir.
“Analiz” vurgusu, en azından bir bilimsellik ve eleştirellik gereğini ima eder. Alan yazınlarını okuma, ele alınan konu/alanı betimleme, genel geçer veya kısa erimli ampirik “yorum” ve tespitlerde bulunmanın ötesinde, çok daha yoğun ve soluklu bir zihinsel ve pratik emek süreci gerektiren, ele alınan durum, saha, ilişki ve süreçleri ayrıştırarak derinlemesine incelemeyi, iç çelişkilerine nüfuz etmeyi, bunların tarihsel gelişim süreç ve dinamiklerinden açıklama ve değiştirmeye dönük bilgi üretimini gerektirir. Üretici güçler, üretim, yeniden üretim, kontrol ve yönetim ilişkileri, sınıf ilişkileri ve bütün çelişkin güç, ilişki ve süreçlere dair bütünlüklü, iç tutarlığa sahip, tarihsel-eleştirel maddeci bir kuram olmadan, herhangi bir sorunun somut tarihsel-eleştirel-sınıfsal analizi; böyle analizler olmadan da böyle bir kuramın yeni katkılarla gelişimi olmaz. Genel ve alansal yazından seçmece, pragmatist özet, yorum ve tartışmalara, veri ve enformasyon derleme ve yorumlamaya dayanan “çalışmalar” ise, kuramsız da analizsiz de olmayı başarıyor.
Bağımsız sınıf çalışmaları, farklı sosyal bilim dalları çalışmalarının yönelmek, bağlantılanmak, hem ondan beslenmek hem de onu besleyip geliştirecek bilgiler üretmekle yükümlü olduğu evrensel bir buluşma alanı olmalıdır. İşçi sınıfı “ulus, halk, çokluk, kimlik, toplumsal hareket vb” gibi kategoriler içinde eritilip kenar süsü haline getirilecek herhangi bir “toplumsal kesim/tabaka” olmadığı gibi, sınıf ilişkileri/çelişkilerinin somut tarihsel-eleştirel analizi de diğer sosyal bilim dalları arasında sıradanlaştırılan bir akademik çeşni olamaz. Tüm Marksist sosyal-tarih bilim süreçlerinin merkezinde yer almalıdır. Bu da yetmez, çeşitli sosyal bilim dallarını bir biçimde bir araya getirmeye çalışmanın ötesinde; bağımsız sınıfsal konumlanma noktası ve somut sınıf çelişkisi (ve sınıf mücadelesi) analizleri, tüm araştırma, analiz, açıklama süreçlerine en başından itibaren içerili kılınmalıdır.
Marx’ın Kapital’ine baktığımızda, yalnızca İşgünü, Yoksulluk Yasaları, Sermaye Birikiminin Mutlak Genel Yasası veya Krizin işçi sınıfının çeşitli kesimleri üzerindeki etkileri gibi en aleni olduğu bölümlerinde değil, en başından itibaren tüm bölümlerinde, kapitalist toplumun tüm çelişkin hareket yasalarının analiz ve açımlanışında, açık veya örtük olarak, uzlaşmaz sınıf çelişki ve mücadelelerinin tarihsel gelişim biçim ve süreçlerini ve doğrultusunu görürüz. Kapital’in ilk cildinin, daha ilk bölümündeki meta/değer yasası eleştirel analizlerinde bile, emek/sermaye çelişkisinin, sınıf mücadelesinin tohum halinde belirişini görürüz.
Bunları görmeyen, Kapital’i aynı zamanda bu gözle okumayan, hatta “krizin işçi sınıfı üzerindeki etkileri” gibi bölümleri “ampirik” diye küçümseyip hızla geçiştiren Kapital çalışmaları, işçileri Kapital’i anlamıyorlar diye küçümser ve hatta dışında tutarlar! Oysa Kapital’in aynı zamanda tarihsel ve güncel “sınıf/sınıf çelişkisi/mücadelesi” içerim ve arka planlarına istisnasız her bölümünde özel bir önem vererek incelenmesi, onu sınıf sezgileri ve özdeneyimleri ile en iyi anlayanların işçiler olduğunu gösterecektir.
Farklı sosyal bilim dallarında Marksist kuruculuktan şunu kastediyorum: Marksistlerin çeşitli sosyal bilim dallarındaki burjuva ana akım kurgu ve anlayışları eleştirmekte, deşifre ve demistifiye etmekte pek bir sorunları yoktur. Ancak farklı ve yeni sosyal araştırma konu ve alanlarında, kurucu çalışmalar her zaman daha çetin ve zordur. Örneğin sınıf çalışmalarının son dönemde en fazla etkileşim içine girmeye başladığı iletişim, teknoloji, yeniden üretim, ekoloji gibi kritik meseleleri alalım. (Ki bunlara daha önce etkileşim içinde olunan tarih, sosyal politika, sosyoloji, kültür, sanatı da ekleyebiliriz.) Marksist bir iletişim kuramı var mı? Marksist bir teknoloji veya yapay zekâ kuramı var mı? Marksist bir yeniden üretim kuramı, Marksist bir ekoloji kuramı var mı?
Bu sorular önemlidir, çünkü hiçbirinde “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”. Her biri ve bütününde, Marksist eğilimli kurucu kuramlar oluşturmaya dönük arayışların, çabaların, tartışmaların son dönemlerde giderek yoğunlaşması önemli ve umut vericidir. Ancak henüz hemen hiçbirinde Marksist eleştirel-devrimci tarih bilimiyle tutarlı bir bütün oluşturan yeterli ve gelişkin devrimci kuramların olduğunu söyleyemeyiz.
Marksist kuramı bu “alanlar”da gerçekleştirmiş olma iddiaları ise, bazı önemli katkılarına karşın bir dizi yapısal sorun, boşluk, ve en azından bazıları Marksizm ile pek bağdaşmayan yanlar da taşıyor. Örneğin Lefebvre, Burawoy ve Wright’ın Marksist sosyoloji veya sosyolojik Marksizm kuramı iddiaları, Poulantzas’ın Marksist siyaset bilimi/siyaset sosyolojisi iddiaları, E.P. Thompson ve E. M. Wood’un Marksist sınıf oluşumu ya da ilişki ve süreç olarak sınıf kuramı iddiaları, Fuchs’un Marksist iletişim kuramı iddiası, Foster’ın Marksist ekoloji kuramı iddiası, Marksist feministlerin ve/ya toplumsal yeniden üretim feministlerinin bütünsel bir toplumsal üretim/yeniden üretim kuramı iddiaları…
Kuşkusuz sınıf çalışmalarıyla yakın bağlantılı (ve aslında ona içerili olması gereken) bu gibi “alanlarda” henüz çok gelişkin ve yeterli kuramların olmaması ya da bu kuramların bir dizi sorunlu ve tartışmalı yanlarının olması, sınıf analizlerinin bu “alanlar” ile bağlantılı yürütülebilmesi için “ideal kuramlar”ın gökten inmesinin bekleneceği anlamına gelmiyor. Ama bu “disiplinler arası” sınıf çalışmalarının kuramsız ya da eldeki alan literatürlerinden seçmece özetler, yorumlar, tartışmalar, kolajlarla da yürütülebileceği anlamına da gelmiyor.
Akademik sınıf ve bağlantılı sosyal bilim alanlarındaki çalışmaların en büyük sorunlarından biri, kuramsızlık ya da öne çıkan alan yazınlarından seçmece enformatik özetler, yorumlar, tartışmalar ve kolajlar üzerinden yürütülmeye çalışılması. Bu en başta akademik kurgular ile gerçek kuram arasındaki nitel farkı bilmeyi gerektiriyor.
İkincisi referans yapıt ve çalışmalarda “katkı” olarak görülenler genellikle eleştirel olmayan biçimde seçmece biçimde alınıp kullanılmaya çalışılırken, bu yapıt ve çalışmalar Marksist eksenden bütünsel bir eleştirel analize tabi tutulmuyor. Örneğin Türkiye akademik sınıf çalışmaları yazınında en çok referans kaynağı olanlar arasında yer alan E.P. Thompson veya Poulantzas’ın çalışma ve kuramlarına dönük bütünsel eleştirel analizler neredeyse yok gibi. Bir çalışmada Poulantzas’ın şu yaklaşım, bu analiz veya kavramlaştırmasına övgüler dizilirken, onun siyaset ve ideolojiyi üretim ilişkilerinden koparmasına veya Avro-komünizme geçişin önde gelen kuramcıları arasında olmasına dair hiçbir eleştiri göremeyebiliyoruz. Veya Thompson ve Wood’un çeşitli önerme ve katkılarına övgülerle dolu bir yazıda, Siyasal Marksizm’in üretici güçlerin toplumsallaşması ve bununla kapitalist üretim ilişkileri arasındaki tarihsel-diyalektik çelişkiyi yok saymasına, sınıf mücadelesini öncelikli kılar ve deneyim ve kültür yönleriyle genişletir görünürken kritik bir dinamiği ve tarih bilimsel gelişim doğrultusunu daraltmasına dair hiçbir eleştirellik göremiyoruz.
Oysa Marx, örneğin artı-değer kavramını “katkı” diye olduğu gibi Adam Smith ve Ricardo’dan alıp kullanmaya kalkışmadı. Adam Smith’in ve Ricardo’nun artı-değer teorilerinin eleştirisini yapmakla kalmadı, kullanım değeri/değişim değeri ve somut emek/soyut emek ayrımlarından başlayıp mutlak ve göreli artı değere kadar artı-değer teorisini baştan aşağıya yeniden kurdu.
Aslında Marksizm’e ilgi duyan akademik araştırmacıların azımsanmayacak bir kesimi, Marx’ın Kapital’ini bir biçimde okumuş olsalar da derinlemesine inceleyip özümsemedikleri, Marksizm’i akademik solda o dönemki trendler neyse (bir dönem için Frankfurt Okulu, Bağımlılık Okulu, Wallerstein, son dönemlerde Poulantzas, E.P. Thompson, Lefebvre, Baurdieu, Harvey, vd.) onlar üzerinden dolayımla öğrenmiş olduklarını varsaydıkları izlenimi veriyorlar. Dolayısıyla kendi çalışma alan ve konuları için seçtikleri/benimsedikleri kuramsal otorite, akım ve yöntemler hangisi olursa olsun, genellikle, bunların da gerçek bir Marksist eleştirisini yapma, katkı olarak gördüklerinin de eleştirel-özümsenerek aşılması ve daha ileri bir temelden geliştirilmesi yeteneğinden yoksun kalıyorlar.
Üçüncüsü, Akademik Marksizm’de, farklı sosyal bilim dallarının tek bir eleştirel analiz ve devrimci tarih biliminin uğrakları olarak yapılandırılması yerine, Marksizm’in kendisi de parçalara bölünüyor ve “çoklu Marksizmler” türüyor!! Yapısalcı Marksizm, Siyasal Marksizm, Nesnelci Marksizm, Öznelci Marksizm, İktisadi Marksizm, Kültürel Marksizm, vb… Öyle ki bir dizi Marksist iddialı akademik sosyal bilim çalışmasında, önce bu “ekoller”den birkaçından (bazen epey öznelci-pragmatist) özet ve yorumlar yapıldığını, sonra diğerlerinin bir iki kalem darbesiyle devre dışı bırakılıp birinin seçilerek övüldüğünü, ya da şunun şu yanı güçlü bu yanı zayıf öbürünün şu yanı eksik bu yanı önemli diye Proudhonvari bir “iyi yanlar/kötü yanlar” potburisi yapılarak çalışma yöntem ve örüntülerinin bunun üzerinden realize edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Marksizm’i “gölge ve buçuk Marksizmler”e parçalayan ve dolayımlayan bu tuhaf tarzda, halen post-yapısalcılığın dağıtıcı etkilerini ve meşrulaştırılmasını görmek mümkün.
Belli bir sosyal araştırma alanında öne çıkan/çıkartılan Marksist iddialı/eğilimli yazın ve çalışmalardan seçmece özetler, aktarımlar, bunlar üzerine yorumlar ve karşılaştırmalar yapmak ve bu enformatik fikir, önerme, yaklaşımlardan (bazen iç tutarlığa sahip bir iç örgüye sahip olmasını bile gözetmeyen) bir biçimde derlemeler yapmak, bir akademik uzmanlık becerisi olabilir, ancak Marksist tarihsel-eleştirel analiz yönteminin bu olmadığı kesindir. Belli bir alanın öne çıkan yazınında veya eğilim duyulan kuramcılarında o alandaki bilimsel bilgi birikimine ve Marksizm’e katkılar da var kuşkusuz, ama enformasyon derlemek ile bilgi üretmek, farklı kuramlardan katkılar derlemek ile iç tutarlığa sahip bütünlüklü bir kurama sahip olmak, yorumlamak ile analiz etmek çok farklı şeylerdir.
Dördüncüsü, sınıf çalışmaları ve bağlantılı sosyal bilim dalları üzerine tartışmalar yeni katkı ve bilgiler ürettiği, çalışmalardaki sorunları gidererek disipline, dinamize ve geliştirici olduğu ölçüde kuşkusuz önemlidir. Ama farklı eğilim ve yaklaşımlar arasında, bunların sınıfsal, siyasal, kuramsal-ideolojik varsayım ve imalarını da gözardı ederek, saf ve salt epistemolojik ve yöntembilimsel görünümlü, ama derinliksiz, bütünlüksüz ve bitip tükenmez (genellikle felsefileşmiş ve normatif) tartışmalara dönüşen akademik tartışma biçimi, eleştirel ve özeleştirel gelişmenin dinamiği olmaktan çok, en başta Marksizm’in kendisi olmak üzere, eldeki mevcut tarihsel-bilimsel birikimi de belirsizleştirmeye dönüşebiliyor. Kaldı ki saf ve salt epistomolojik düzlemde kalan, ama aslında çoğu zaman o bile değil, (tarih-dışılaştırılmış) “metinsel” ve “metinler arası” tartışmaların gerçek sınıf mücadelesi sorunları, ihtiyaçları, dinamikleri ile ilişkisi ve karşılıklı yansıması pek olmadığından, yani tartışılıp duran yaklaşım, yöntem ve savların sınanması ve doğrulanması gerçekleşmediğinden, “tartışma” denilen şey de bir akademik ritüele dönüşüyor.
Beşincisi, Marx’ın “ihmal ettiği” ileri sürülen sosyal bağlamlara alan açılması, Marx’ın Kapital’inin evrensel ana damarlarının inkârı, ihmali ya da silikleştirilmesi üzerinden yapılmaya çalışılabiliyor. Örneğin finans, rant, ilkel birikim, mafyatiklik gibi konuları öne çıkarmak adına artı-değer ve uzlaşmaz sınıf çelişkileri silikleştirilebiliyor. Ya da yeniden üretim, ekoloji, devlet gibi kritik bağlamları öne çıkarmak adına, bu kez Marksizm’in tarihsel-eleştirel maddecilik, ekonomi-politik eleştirisi, diyalektik mantık/yöntem, komünist devrimcilik, bağımsız devrimci sınıfsal konumlanma noktası gibi ana damarları kopartılmaya ya da silikleştirilmeye çalışılıyor. Benzer bir durum, üretim ve yeniden üretim ilişkileri zemin ve perspektifinden kopartılan sosyoloji, sosyal politika, siyaset, ideoloji, kültür, gündelik yaşam gibi bağlamların ele alınışında görülebiliyor. Hatta sınıf mücadelesinin analitik önceliğini vurgulamak adına, bu kez üretici güçlerin toplumsallaşmasının ve üretim ilişkileriyle çelişkisinin tarihsel gelişme süreçleri ve sınıf çelişkileriyle bağı açıktan inkâr edilebiliyor. Tüm bu ve benzeri yaklaşımlar, Marksizm’in yeni durum ve bağlamlara doğru genişletilerek geliştirilmesi yerine, ana damarlarının kopartılarak eksiltilmesi, daraltılması ve Marksizm dışı akımlarla eklektize edilmesinden başka bir anlama gelmiyor.
Marksizm’in evrensel ana damarlarının silikleştirilmesi, kapitalizmin devrimci tarih bilimsel ve sınıfsal eleştirisinin silikleştirilmesinden başka bir anlama gelmez. Bu durumda farklı sosyal bilim etkileşim ve sentezleri üzerinden ortaya konanlar, ne kadar muhalif görünürse görünsün, kapitalist sistemin muhalif ve/ya ütopik bileşeni olmaktan pek öteye geçemez. “Disiplinler arasılık” göreci ve “eklemlemeci” biçimde değil, burjuva/küçük burjuva sosyal bilimlerini ve hepsinin kökenindeki kapitalist ilişkiler ve fetiş biçimlerini kökten eleştiren ve aşma perspektifini ortaya koyan, iç tutarlığa sahip, bütünlüklü, tek bir eleştirel-devrimci tarih biliminin bu farklı bağlam/bilgi cephelerini yıkıcı ve yeniden kurucu yeniden üretimi çerçevesinde ancak bir anlam taşıyabilir.
Marksizm’in ilk klasiklerinden ve tarihin ilk sınıf analizi çalışmalarından biri olan İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında, Engels’in;
“İşçi sınıfının farklı kesimlerini bütünden bakarak irdeleyen bu bakış açısı bugün bile sınıf çözümlemelerinin en ileri perspektifini oluşturmaktadır. Engels, bir bütün olarak sınıfın hareketini incelerken önce bu sınıfın yapısal belirlenimini inceler. Bu yapısal belirlenim, kapitalist üretimin en ileri biçimi üzerinden yola çıkarak zemini oluşturur. Bu zemin üzerindeki temel ise, farklı kültüre, geleneğe (İrlandalı, İngiliz) ve farklı kesimlere sahip (maden işçisi, fabrika işçisi, kır proleteri) sınıfın kendinde hareketi ile birleşme kanalları, özneleşme süreçleridir. Kitabın daha sonraki bölümleri, bütünsel sınıf perspektifinden bakarak sınıfın farklı kesimlerinin, farklı kentler, farklı mekânlarda yaşadığı koşulları sergiler ve çözümler.
İlerleyen bölümler büyük kentlerde emekçi sınıfların sefalet içindeki yaşamını gözler önüne serer. Bu sergileme, raporlarda, gazete yazılarında ve benzer kitaplardakinden çok farklıdır. Bu fark, en temelde başta anlattığımız bütünsel sınıf perspektifiyle parçaların birleştirilmesinde açığa çıkar ama, aynı zamanda hem kentsel değişimi gözlemlemesi hem de yoksulluk ve sefaletin nedeni olan üretim ilişkisini, bu ilişkinin geleceğe dönük yüzünü göstermesi açısından öncü nitelik taşımasında ortaya çıkar. (…) Engels burada daha ötesini görür, burada görülen kapitalist üretimin gösterdiği geleceğin ta kendisi; bu geleceğin hareket dinamiğidir.” (Özgür Narin, Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme Yazısı.)
Evet sınıfa bütünden ve tarihsel-yapısal belirlenim zemininden bakarak farklı parçalarını ve biçimlerini birleştiren ve yalnızca geçmiş ve andaki durum ve değişimler ve nesneleştirilmiş olarak değil özneleşme süreçleri ve gelecek dinamikleriyle birlikte analize etmek… Bunlar Marksist sınıf analizinin önde gelen ilkelerini oluşturur. Ancak günümüz Marksist iddialı “sınıf çalışmaları”nın azımsanmayacak bölümünde, bu ilkelerin en az birinin ya da bütünün inkâr ya da ihmal edildiğini, Marx’ın Kapital’i bir yana, Engels’in 24 yaşındayken yaptığı bağımsız sınıf analizlerinin de çok gerisine düşüldüğünü görebiliyoruz.
Kuşkusuz sosyal bilgi ve hareket cephelerinde genişleme, çeşitlenme ve karmaşıklaşma, Marksizm’in; tüm bu farklı bağlamları eleştirel ve yeniden kurucu biçimde kapsamadan kendini ve kapitalizmin daha bütünlüklü ve daha kökten eleştirisi ve aşılma perspektifini yeniden üretemeyeceğini gündemleştiriyor. Marksizm’in bu cephelerden gelen basınç karşısında çözümü, kolaycı, göreci, eklektik, eklemlenmeci ve belirsizlikçi biçimler değil. Bu post veya neo-Marksist biçimlere karşı Marksizm’in savunusu da, bir dönemki güdükleştirilmiş ve bilimsel gelişme dinamikleri kuraklaştırılarak dar bir ideolojik kabuğa indirgenmiş halinin savunulması değil.
Marksizm’in gerçek savunusu, bu kritik sosyal bağlam ve cephelerin her birine ve bütününe, iç tutarlılığa sahip, net, somut, gelişkin ve bütünsel Marksist yanıtlar verebilmesiyle gerçekleşir. Marksizm’in ideolojik gelişimi de ancak tarih bilimsel, programatik, ve sınıfsal-siyasal-pratik gelişimiyle birlikte gerçekleşebilir. Bu kritik cephelerin her birinde ve bütününde Marksist eleştirel-kurucu çalışmaların gelişmesi, aslında Marksizm’in hepsini kapsayan tek bir devrimci tarih bilimi (ve pratiği) olarak kendini yeniden üretme süreç ve mücadelesidir.
Tüm bu “çoklu” sosyal bağlam ve bilgi cephelerinden toplumsal-bileşik olarak Marksist devrimci tarih biliminin yeniden üretimi; üretimin, emeğin, yeniden üretimin, bilginin, bireyin vd. yeni ve daha yüksek bir düzlemden dev çaplı toplumsallaşma süreçleriyle ve işçi sınıfının da bu yeni toplumsallaşma düzleminden mücadeleler içinde yeniden oluşum süreciyle bir bütündür. İşçi sınıfının muazzam genişleyen ve karmaşıklaşan bir düzlemden yeniden oluşumu ile Marksizm’in de aynı genişleyen ve karmaşıklaşan düzlemden yeniden üretimi, iç içe yürüyen süreçlerdir. Ve aslında bunların tek bir süreç haline gelmesi, en azından tek bir süreç olarak düşünülebilmesi gerekir.
Dolayısıyla Marksist anlamda “disiplinler arasılık”, yani farklı tarihsel-eleştirel bilgi cephelerinin yıkıcı ve kurucu biçimde tek bir devrimci kuram çerçevesinde bütünleşmesi; yalnızca ve basitçe “epistemolojik” bir sorun değildir. Akademik bir sorun hiç değildir. Proletarya ve tüm yönlü sınıf savaşımlarının tek bir devrimci tarih bilimsel kuram (ve mücadele doğrultusu) çerçevesinde bütünleşmesi olarak, aynı zamanda varoluşsal-programatik bir sorundur.
Türkiye kapitalizminin, uluslararası işbölümündeki durumu ve uluslararası ilişkileri dahil, üretici güçler, üretim ve yeniden üretim ilişkileri ve sınıf ve sınıf ilişkilerinden başlayıp zemini atan ve genişleyen, toplumsal yeniden üretim ve sosyal bakım ilişkileri, ekoloji, teknoloji, devlet gibi kritik yönleri de mutlaka içeren, iç tutarlığa sahip, bütünlüklü, gelecek dinamiklerini de kapsayan, somut bir devrimci tarihsel-eleştirel analizine ihtiyaç var. Kuşkusuz bu akademik bir çalışma olmayacaktır. Günümüz mevcut geleneksel veya post-modernizme doğru bükülen hiçbir siyasal program bu ihtiyaca yanıt verebilir bir nitelikte değil. Bu birkaç kişi tarafından ve kısa erimde gerçekleştirilebilecek bir şey de değil. Uzun erimli, ve hem birbiriyle hem de pratik mücadele birikim ve deneyimleriyle daha etkileşimli, daha kolektif çalışmalarla, iktisat, teknoloji, sınıf, devlet, siyaset, yeniden üretim, ekoloji gibi birçok bağlamdan eleştirel-kurucu birikimlerin ilerlemesiyle gerçekleşebilir.
Türkiye kapitalizmine dair böylesi bütünlüklü bir eleştirel-kurucu analizden yoksunluk, Türkiye’deki sınıf çalışmalarının bir bölümünü zayıflatıp palyatifleştiren ve yönsüzleştiren; parça-buçuk gölge “Marksizmler”e doğru savuran temel etkenlerden biri. Ama diğer taraftan, tam da bu parça-buçukçuluk ve geçmişsiz-geleceksiz-bütünlüksüz “şimdi ve buradacılık” da böyle bir bütünlüklü analizin yapılamıyor olmasının önemli bir nedeni.
Bunlar bir yana, Türkiye’de özellikle 2019-20 krizi ve Pandemi krizinden itibaren hızlanmaya başlayan ekonomik gelişmeler, mali disiplin, kemer sıkma, esneklik ve güvencesizlik programları, muazzam yeni proleterleşme ve ucuz ve harcanabilir işçilik programları, deprem havzasından Anadolu ve ülke çapına kadar yeni uluslararası sermaye koridorları, yeni sanayi, maden, lojistik, dijitalleşme ve bir dizi başka yeniden yapılandırma programları vd. karşın, Türkiye kapitalizminin bütünlüklü bir somut tarihsel iktisadi analizi de son dönemde yok.
Bunlar ciddi boşluklarımız. Gerçi ikincisi, görece daha orta erimde giderilebilir görünüyor; çünkü bu, sınıf kutuplaşma ve çelişkilerinin çok belirgin biçimde derinleştiği ve şiddetlendiği bir süreçte, asgari bir bağımsız sınıf politikası üretebilmenin bile zorunlu koşullarından biri.
Bağımsız sınıf/sınıf çelişkisi ve mücadelesi çalışmaları açısından önemli olan, bu boşluğun farkına varmak. İkincisi, bu boşluğun, kuşkusuz belli katkılarından eleştirel olarak yararlanmayı ihmal etmeden, ama yalnızca ve basitçe parça-buçuk gölge “Marksizmler” ile doldurulamayacağını görmek. Marx’ın gelişim sürecinde yaptığı gibi, durmaksızın daha eleştirel, daha köktenci, daha kurucu ve daha bütünlüklü çalışmalara yönelmek. Ve Engels’in daha tarihin ilk gerçek sınıf analizinde yapmış olduğu gibi, işçi sınıfına bütünsel bir bakış perspektifi geliştirmek.
Çünkü Türkiye’de artık toplumun çoğunluğu ve Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar artık her yeri işçileşmiş, ve hem modern kent küçük burjuvazisi hem de geleneksel küçük mülkiyet ve küçük üretimden yıkıcı işçileşme süreçleri daha bir hızlanarak devam ederken, ne yazık ki işçi sınıfının/sınıf çelişki ve mücadelelerinin bütünsel Marksist bir analizi de henüz yok.
Buna görece yakınlaşan tek çalışma, Metin Özuğurlu’nun yaklaşık 27 yıl önce yaptığı, “Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu: Yeni İşçilik Örüntülerinin Sosyolojisi” çalışmasıdır. Ancak bir dizi önemli katkı ve gündemleştirmeye karşın, bugün artık Anadolu’nun adeta baştan aşağıya fabrikalaşmış, madenleşmiş, lojistikleşmiş, tedarikleşmiş olması ve artan bilgisi ve mücadele deneyimleriyle, özümsenerek aşılması ve yerini daha eleştirel, daha kurucu ve daha bütünlüklü çalışmalara bırakması gereken bir çalışmadır.
DİSK-AR’ın 2017’de yaptığı ve 2021’de yayımlanan, “Türkiye İşçi Sınıfının Görünümü: İşçilerin Çalışma ve Yaşam Koşulları ile Kanaat, Deneyim ve Tutumları Alan Araştırması” ise, bir dizi konuda fikir verici olmakla birlikte, adı üstünde bir “görünüm” çalışmasıdır. İstatistiki veri ve değerlendirmelerin ötesinde pek az gerçek analiz içermektedir. Ve hem sendikal bürokrasi, hem akademik, hem de Friedrich Ebert fon desteğinin koyduğu iç sınırlardan muzdariptir.
Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfının dönemsel ve güncel olduğu kadar orta ve uzun erimli geleceğe dönük bütünsel bir tarihsel-stratejik analizi de üçüncü boşluk alanımız.
Bununla birlikte son dönemlerde, bir yandan işçi sınıfının farklı sektör, meslek, kesim, katman, havza, cinsiyet, ulus ve kuşaklardan bölükleri üzerine yapılan ve aynı zamanda farklı sosyal bilim dallarından beslenen emek/sınıf araştırmalarının giderek artması ve diğer yandan sınıfın geleneksel ve birçok yeni kesiminin hem feci işçi cinayetleri/katliamları hem de artan sayıda fiili grev, direniş ve eylemle gündemleşmesi; bu bütünselliğe doğru, pek çok sorunun ve sahanın iç içe geçmesi ve giderek tek bir sorun ve çelişki, tek bir analiz ve mücadele haline gelmesi eğilimini de taşıyor.
Ama bağımsız sınıf çalışmalarının bağımsız sınıf mücadelesi dinamikleriyle yalnızca etkileşimini artırmaya değil, bütünsel sınıf mücadelesinin canlı bir organı ve bileşeni haline gelmeye, bunun için yeniden konumlanmaya ihtiyacı var.
Şimdi yazının başına dönebiliriz. 2017 yılında yayımlanan “Sınıfın Suretleri” kitabının editörlerinin girişinde;
“… özellikle son 10 yıllık zaman dilimi içerisinde, Türkiye’de emeğe ve sınıfa odaklanan eser sayısının, farklı akademik disiplinler ve bilim dallarından beslenerek arttığını söyleyebiliriz.” (Der: Denizcan Kutlu ve Çağrı Kaderoğlu Bulut, Sınıfın Suretleri: Emek Süreçleri ve Karşı Hareketler. NotaBene, 2017)
deniyor, ve “sosyal bilimlerin sosyal politika, sosyoloji, iletişim gibi başat disiplinleri” örnek veriliyordu.
Geçen 7 yıl içinde ise sosyal politika, sosyoloji ve iletişim gibi sosyal bilim/bilgi cephelerinden beslenen sınıf çalışmalarının sayısı artmaya devam etmekle kalmadı. Tarih, teknoloji, ekoloji, yeniden üretim, hukuk, kültür, sanat, duygular gibi birçok bağlamdan, içlerinde eleştirel ve kurucu niteliğe, en azından dikkate değer çaba ve eğilime sahip olanların da olduğu, çalışmalar çeşitlenmeye başladı. Örneğin bir kadın işçi sitesi açıldı. Ekoloji konusunda üretim ve sınıf ekseninden ekoloji eğilim ve tartışmaları ısındığı gibi bir “emekoloji” çalışmaları eğilimi gündemleştirildi. Platform teknolojileri ve gig emeği sitesi açıldı. Teknoloji/yapay zeka konusu birkaçı eleştirel ve kurucu eksende ilerleyen çalışmalarla birlikte (metazori biçimde de olsa) sendika ve meslek örgütleri ve solda daha fazla gündemleşmeye ve ilgi görmeye başladı. Türkiye’de burjuva hukukunun da dibe vurduğu bir süreçte, iş hukuku ve emek-sosyal politika-devlet konularıyla az çok bağlantılı hukuk tartışmaları ve çalışmaları da belli bir itilim kazandı. Bunlara bazı sol sendikal ve siyasal site ve yayınlarda, işçi sınıfının çeşitli kesim ve sorunlarına dair, röportaj, haber-analiz, dosya ve inceleme çalışmalarında nisbi bir canlanma gibi bir dizi örnek daha eklenebilir.
Bunların her biri ve bütünü yeterli olmaktan oldukça uzak ve Türkiye kapitalizminin yeni dönüşüm ve “yeniden yeniden yeniden” yapılanma süreçlerinin epey gerisinden geliyor. Bununla birlikte ilgi ve yönelimi sınıf/sınıf mücadelesi olanlar ve bu çalışmaların olabildiğince çoğunu izlemeye ve iç bağıntılarını kurmaya çalışanlar açısından, daha geniş çaplı bir birikim ve belki de daha önemlisi, az çok daha bütünü görmeye başlama konusunda sisler arasından yeni kapılar da aralıyor.
Aynı zamanda son birkaç yılda dahi, bir yandan belirgin, hızlanan ve yaygınlaşan sefalet birikimi süreçleri ve korkunç Pandemi, Deprem ve işçi katliamları; diğer yandan artık hemen her yılın Şubat ve Temmuz-Ağustos aylarında gelenekselleşmeye başlayan fiili grev, direniş ve eylemlerle gündemleşen (ya da uzun bir süre sonrasında yeniden gündemleşen) işçi sınıfı kesimleri, coğrafyaları/havzaları: Moto-kurye işçiler, gemi-söküm işçileri, özel sektör öğretmenleri, emekliler, depo işçileri, gemi işçileri, kamu işçileri, emekliler, MESEM’li işçi-öğrenciler, KYK Yurtlarındaki öğrenci-işçiler, tarım işçileri, çağrı merkezi işçileri, lojistik işçileri, tekstil ve metal işçileri… Ve Soma, Aliağa, Antep, Urfa, Seydişehir, İliç ve sayısız başka işçi havzası daha…
Tüm bunların her düzeydeki sınıf/emek çalışmaları açısından da söylediği bir şey var: Sınıf çalışmaları, bağımsız sınıf/sınıf çelişkisi ve mücadelesi çalışmaları olarak, akademizmin, Akademik Marksizm’in, sendika bürokratizminin, fonculuğun ve ama sınıftan kopukluğun da sınırlarını parçalayarak, yeni ve daha gelişkin bir düzleme sıçramak zorundadır.
Kuşkusuz bu da kısa erimde ve bir çırpıda, ve yazı boyunca vurguladığımız iç ve yapısallaşmış sorunları nedeniyle, kolay olmayacak. Ancak bu sınıf çalışmaları için, Somalardan, Pandemilerden, Depremlerden, Kafkametler ve İliçlerden sonra ve artan sayıda eski ve yeni işçi kesiminin, sektörünün, havzasının mücadeleye girmeye başlamasıyla da artık bir niyet ve dilek sorunu değil, zorunluluktur. Kaldı ki bunun için halen çok yetersiz ve sorunlu olsa da son dönemlerdeki sınıf çalışmalarından eleştirel olarak süzülebilecek ve işçi sınıfının pratik mücadele deneyimlerle birleştirilip daha eleştirel, daha bütünlüklü ve daha kurucu çalışmalara doğru taşınabilecek bir bilgi birikimi de oluşmaktadır.
Kaldı ki bugün, Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu ya da Marx’ın Kapital’de Krizin İşçi Sınıfının Farklı Kesimleri Üzerindeki Etkileri bölümünde yaptığı gibi, aralarındaki kültür, gelenek, kimlik, din, ulus, kesim farkları ne olursa olsun, sömürü şiddeti, sefalet ve eziyette eşitlenme eğilimi, “sınıfın farklı parçalarını sınıfın kendiliğinden hareketinde birleştirmek” için daha güçlü bir zemin sunuyor. Soma’yı, İliç’i, Kafkametler’i, Akbelen’i nelerin birleştiği de; madenleri, inşaatı, tekstili, metali, depoları, lojistiği, dijital platformları nelerin birleştirdiği de;
Agrobay, Trendyol, Antep, Urfa, Seydişehir, Aliağa, Ostim’deki işçi grev ve direnişlerini de nelerin birleştirdiği de oldukça açıktır. Ama bazı emek araştırmacılarının bile “sanayisizleşme” dogmasına kapıldığı yerde, yalnızca bu yılın şubat ayındaki fiili işçi grev ve direnişlerinde, 10’a yakın 500+ ve 1000+ fabrikanın öne çıkmasına veya farklı işçi kesimlerinin (örneğin metal, Antep tekstil, özel sektör öğretmenleri, kamu işçileri vd.) hızlı ücret erimesine karşı grev ve direnişlerle taban ücret belirleme eğilimlerinin gelişmesi gibi çıkarımları da bütünden yapabilmek gerekir.
İşçi sınıfı ne kadar genişlemiş, karmaşıklaşmış ve parçalı görünürse görünsün, üretim ve emeğin günümüzde geldiği toplumsallaşma ve buna karşıt kapitalist üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin şiddet düzleminden, ve bu çelişki ile içsel bağıntısı içinde sınıf mücadelesinin artan ve çeşitlenen deneyim ve dinamiklerinden, işçi sınıfına bütünsel bir bakış perspektifi geliştirmek görece kolaylaşmaktır. Ama bu yetmez, bağımsız sınıf çalışmaları, bu derinleşen sınıf çelişki ve mücadelelerinin olabildiğince dolaysız bir bileşeni haline gelmeli ve işçi sınıfının daha gelişkin kolektif hareket yetisi ve kanallarının araştırılmasına katkıda bulunmalıdır.
Bu yüzden hangi işçi kesimi, sektörü, katmanı ve havzasına dair ve hangi farklı sosyal bilim dallarından beslenerek yapılıyor olursa olsun, sınıf çalışmaları, işçi sınıfına öncelikle üretim ve emeğin günümüz toplumsallaşma ve çelişkin ilişkileri düzleminden daha bütünsel bir bakışa sahip olmalıdır. İşçi sınıfının daha gelişkin bir kolektif temelden (mücadeleler içinde) kendi iç bütünlüğünü kurabilmesine katkıda bulunabilmelidir. Örneğin belli bir işçi kesimi veya sahası üzerine emek araştırmasında, onu bütünden yalıtık bir parça olarak görmemek, işçi kesimleri arası, havzalar arası, ülke çapındaki ve uluslararası başka çok sayıda üretim ve emek süreçleriyle bağıntısını görmek ve analize dahil etmek, işçi sınıfının dev çaplı toplumsallaşma süreçleriyle birlikte ve sermaye güçleriyle karşıtlaşması içinde, sınıf mücadelesinin de yeni toplumsallaşma eğilim ve dinamiklerini anlamak, sınıfın ve sınıf mücadelesinin bu bütünselliğini anlamak ve geliştirilmesine katkıda bulunmakta bir adım olabilir.
Sınıf çalışmalarının yakın bağlantı içinde olduğu ekoloji, yeniden üretim/bakım, teknoloji, iletişim, sosyal politika, kültür, sanat, duygu gibi analiz cepheleriyle birlikte geliştirilmesinin, tüm bu bağlamlardaki, pratik mücadele bilgi, deneyim ve çıkarsamalarıyla birleştirilerek, sınıf tutum ve politikaları üretmeye daha zengin bir zemin sunmayı amaçlaması, sınıfın ve sınıf mücadelesinin bu bütünselliğini anlamak ve geliştirilmesine katkıda bulunmakta bir adım olabilir.
Akademinin durumunu, şirketleştirilmesi, sermayeye taşeronlaştırılması, akademik çalışmaların puanlama/performans sistemlerine bağlanmasını, akademisyenlerin artan kesiminin güvencesizleştirilmesi, öğretim üyelerinin sözleşmeliler ve asistanlar başta olmak üzere iş yükü ve angaryalarının artırılması, ekonomik-siyasal-ideolojik zorluk, engel ve baskılar bir olgu. Ancak tüm bunlar, akademisyen olsun olmasın, bu tür çalışmaları yürüten zihin emekçilerinin ağır işçileşme süreçlerine denk geliyor ve sınıf çalışmalarının bağımsızlaşması, sınıfa içerdenleşmesi ve dahası “içtenleşme”si ve organikleşmesi olanaklarını da ortaya çıkartıyor.
Her şeye karşın sınıf çalışmalarında ve sosyal bilimin artan sayıda cephesinden sınıf çalışmalarına yönelen çalışmalarda, soluklu zahmetli yoğun emek ve çabalarla bir yol açmaya çalışanlar, giderek karmaşıklaşan konu, sorun ve tartışmalara dair gerçek nitelikli bilgi ve katkılar üretenler, Marksizm’in prestijinin ve çekim gücünün artmasının etkisi altında olan genç kuşaklara Akademik Marksizm’in kolaycılığına ve tuzaklarına düşmeden esin kaynağı olanlar da var. İşçi sınıfı mücadelelerinin (bugün az sayıdaki bağımsız mücadeleci küçük sendika ve siyaset tarafından ilerletilmeye çalışılan) mayalanması arttıkça, devrimci tarih bilimine ve sınıf siyasetine dair kurucu kuramsal ve pratik çalışmalar arttıkça, daha fazlası da olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.