Eğer bu katliam yaşanmasaydı, Meclis’te iktidarın 15 maddelik bir torba yasa teklifi görüşülecekti. Kanun teklifi başta madencilik alanı olmak üzere 22 yıldır süregelen talan rejimini bir adım daha ileriye götürecek. Elbette bu yasa rafa kalkmış değil. Her katliamda olduğu gibi iktidar önce bu vahşeti soğutacak, sözde yargı kurumu devreye girecek yani geçmişteki alışıla gelmiş unutturma ve yok sayma arsızlığına devam edecek
AKP iktidarının en yerli ve en milli politikalarından birisi de doğal alanın yok edilmesi ve yerine yeni rant sahalarının açılması oldu, elbette yerli rantiyecilerin uluslararası sermaye temsilcilerinin iş birliği ile. Ormanlar, meralar, sulak alanlar, tarım arazileri, yani yaşama ait tüm can damarları bizzat yerli ve milli bir politika neticesinde birer birer kesildi. Yerlerine ise ülkenin neredeyse yarısından fazlasına denk gelen maden sahaları kuruldu. Geçim araçları ellerinden alınan yoksul köylüler birer birer bu maden sahalarında ücretli işçi haline getirildi. Mülksüzleştirilen yoksul kitleler bir de daha fazla kâr uğruna iş cinayetlerinde katledildi.
Yerli ve milli sermaye büyüsün diye, ulus ötesi sermaye grupları ülkeyi yağma ve talan cumhuriyetine dönüştürsün diye bu iktidar tarafından maden kanunu 21 kez değiştirildi. Her kanun değişikliğinin neticesinde ülke devasa bir şantiye alanına dönüştürülüyor. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre son 15 yılda safhalarına göre verilen ruhsat sayılarına baktığımızda sonuçlar şöyle. Bu verilere göre toplam ruhsat sayısı 351 bin.
Bu verilere göre toplam ruhsat sayısı 351 bin.
İşte son olarak İliç’te meydana gelen katliam ve daha önce de yaşanan maden katliamları tüm bu soygun ve talan düzeninin neticesinde gerçekleşti. İliç’te yaşanan katliam, tıpkı diğer katliamlar gibi, ne ilkti ne de son olacak. Yağma ve rant düzenini yaratan, kollayan, teşvik veren, tüm hukuksuzluklarına göz yuman iktidar, hatırlanacağı üzere en son 12. Kalkınma Planı’yla da sözde kamu yararı ilkesi gereğince elde kalan tüm doğal varlıkların da yeni maden sahalarına dönüştürülmesi hedef olarak ortaya kondu. Şimdi de tüm bu kayırmalar ve teşvikler yetmezmiş gibi Kalkınma Planı adı altında sermaye sahiplerinin önünde kalan son taşlar da temizlenmek üzere. AKP’nin zora ve baskıya dayalı el koyma yolu ile doğal alanın sermayeye açılması süreci, esasında birbiriyle bağlantılı organize bir sömürü sistemi yaratmış oldu. Bu, yeni ihracat rejiminden yeni çalışma ilişkilerine, hukuki düzenlemelerden raporların sumen altı edilmesine ve yeni ayrıcalıklı sermaye gruplarının birer birer nasıl büyüdüğüne kadar farklı örneklerle açıklanabilir. Yani katliamların kader şeması sistemli ve planlı bir şekilde bizzat iktidar eliyle çok yönlü olarak şekillendirilmektedir.
Bu süreçte ilk olarak yaşanan zora dayalı mülksüzleştirme. Bunun sonuçlarını açığa çıkan işçileştirme oranında yaşanan artıştan görebilmemiz pekâlâ mümkün. AKP iktidarı döneminde doğal varlık alanlarının maden sahalarına dönüştürülmesi neticesinde kayıtlı işletme sayısı 2009-2023 yılları arasında yüzde 33 artarken, mülksüzleştirmenin bir aracı olarak da madencilik sektöründe ücretli çalışan sayısı da (zorunlu sigortalı sayısı) en az yüzde 23 oranında artmıştır. Kayıtdışı istihdam hariç zorunlu sigortalı sayısı, SGK verilerine göre 2023 Kasım ayı itibariyle 144 bin 196 kişidir. Sektörde sendikal örgütlenme üzerindeki baskılar bir yana, yine resmi verilerde ortalama bir maden işçisinin günlük brüt kazancı yine resmi verilere göre 805 TL’ye, yani asgari ücretin biraz üstüne denk gelmektedir. Geçim araçlarına el konulanlar zorunlu olarak hem işçileştirilmekte hem de ucuz işgücü olarak sermayenin kapanına itilmektedir.
Buna ek olarak teşvik ve desteklerle kayrılan, bir kalemde milyar dolarlık vergi affına layık görülen ve hukuki bazı düzenlemeler ile önü açılan irili ufaklı sermaye gruplarındaki artış da kayda değerdir. AKP’nin hukuk tanımaz, dizginsiz el koyma süreci neticesinde madencilik sektöründe faaliyete geçen işyerleri, yani şirketlerin sayısındaki artış, resmi verilerde bunu ortaya koymaktadır. 2023 yılı SGK Kasım ayı verilerine göre madencilik kapsamına giren 4 farklı faaliyet kolunda özel ve kamu toplamı olmak üzere iş yeri sayısı 7172 adettir. 2009 yılında bu sayı 5368 adetti. Elbette irili ufaklı birçok şirketin bu alanda faaliyete geçmesinin yanı sıra özellikle AKP döneminde özel olarak büyüyen, yediden yetmişe her alanda faaliyet yürüten bazı ayrıcalıklı sermaye gruplarının bu alandaki uluslararası ortaklıklarına da dikkat çekmek gerekmektedir. İliç katliamında ABD şirketinin yerli ortağı Çalık Grubu, bunun sadece basit bir örneği. Çünkü ülkenin dört bir tarafı halihazırda bu ve benzeri şirketler aracılığıyla uluslararası sermaye tarafından yağmalanması süreci devam etmektedir.
Sermaye kesimlerinin iştahının bu denlice kabarmasına yol açan asıl sebep şüphesiz ki yeni ihracat rejimi. Yerli ve ulusötesi şirketler eliyle yaşam alanlarının ortadan kaldırıldığı bu süreç, şirketlere milyarlarca dolarlık ihracatın önünü açmış oluyor. Madencilik sektörü işte tam da bu azgın yeni ihracat rejiminde kritik bir noktada duruyor. Son iki yıla baktığımızda; 2022 yılında toplam ihracat miktarı maden sektöründe 5,9 milyar dolar olurken 2023 yılında bu rakam ise 5,7 milyar dolar olarak kayıtlara geçti. Bir başka deyişle son iki yılda madencilik sektöründeki toplam ihracat 11,6 milyar dolara denk geldi. 2003 yılında maden ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı yüzde 1,57’ken bu oran 2023 yılı itibariyle yüzde 2,25’e yükseldi. Milyarlarca doların ortada durduğu bu rant alanı, Türkiye kapitalizmi adına önemli bir sömürü aracı olarak kendini gelecek dönemde de önemli bir yere koymuş oluyor.
Milyarlarca dolarlık bu sömürü çarkı kârını elbette işçilerin sömürüsü, güvencesizliği ve kanı üzerinden yükseliyor. Hukukun ve devletin görmezden geldiği bu alanlar esasında işçilerin topluca katledildiği birer cinayet alanlarına dönüşmüş durumda. Düşük ücretler ve iş güvencesi bir yana, sömürünün boyutu kendisini en çok ölümler üzerinden göstermeye devam ediyor. Türkiye’de resmi anlamda iş kazaları ile ilgili istatistikler SGK yıllık verilerinde açıklanmaktadır. Bu durumda en son resmi veriler 2022 yılına aittir. Bu durumda 4 farklı faaliyet alanında madencilik sektöründe yaşanan iş kazası sayısı son verilere göre 19 bin 263’tür. Türkiye’de özellikle kaçak kömür ve maden işletmelerini de göz önünde bulundurduğumuzda yaşanan iş kazası sayısı daha fazladır. Resmi verilerde dahi madencilik faaliyetinde her gün en az 53 adet iş kazası kayda geçmekte.
Kısacası İliç’te yaşanan son katliam, esasında planlı ve organize bir kader şemasının işlemesidir. İliç, tıpkı Amasra’da, Soma’da, Ermenek’te ve daha birçok maden katliamında olduğu gibi, yok edilen doğanın, yaşam ve geçim hakkı elinden alınan yoksulların her defasında göz göre göre ölüme sürüklenmesine yol açan ve yaklaşık 22 yıldır sermaye lehine işlemeye devam eden planın bir sonucudur. Yazının başında vurgulandığı üzere 12. Kalkınma Planı ile bu planın bir adım daha ötesine geçilmesine az kaldı.
Eğer bu katliam yaşanmasaydı, Meclis’te iktidarın 15 maddelik bir torba yasa teklifi görüşülecekti. Kanun teklifi başta madencilik alanı olmak üzere 22 yıldır süregelen talan rejimini bir adım daha ileriye götürecek. Elbette bu yasa rafa kalkmış değil. Her katliamda olduğu gibi iktidar önce bu vahşeti soğutacak, sözde yargı kurumu devreye girecek yani geçmişteki alışıla gelmiş unutturma ve yok sayma arsızlığına devam edecek. Çünkü daha fazla rant uğruna her şey mubah görülmeye devam edilecek. Ne de olsa daha fazla sömürü ve ölüm üzerinden “ihracat rekorları kıracağız” diyen Hazine Bakanı’mız var. Uluslararası sermayeye işçilerin canını haraç mezat pazarlayan yerli ve milli şirketlerimiz var.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.