“Bende daha çok solun üniversiteye bakışına dair kaygılar oluştu. Ben ‘90’lardaki öğrenci kuşağından, Koordinasyon kuşağından geliyorum. Biz o zamanlar “Kapılar açılsın, okula kimliksiz girelim” diye mücadele ederken gelinen noktada, güvenlik kaygıları ağırlıklı olarak bir “halk korkusu” üzerinden cisimleşiyor, biçimleniyor. Buna karşı alarmda olmak gerekir diye düşünüyorum”
İstanbul Üniversitesi’nin “Duvarsız Üniversite” sloganıyla duyurduğu, kampüsleri ziyarete açma kararı çeşitli tepkilerle karşılaştı. Öğrenciler genellikle “güvenlik” kaygısının hakim olduğu tepkilerini dile getirirken amfilere girip fotoğraf çeken insanların görüntüleri sosyal medyada tartışıldı.
İstanbul Üniversitesi’nin kararını ve gelen tepkileri İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Ahmet Bekmen’le konuştuk. Bekmen, güvenlik kaygılarının bir kısmının dikkate alınabileceğini söylese de kendisinde oluşan asıl kaygının öğrenci muhalefetinin sorunu ele alış biçimine dair olduğunun altını çizdi. Bir dönem “Kapılar açılsın, okula kimliksiz girelim” diye mücadele ederken “halk korkusu” üzerinden cisimleşen güvenlik kaygısına karşı alarmda olunması gerektiğini belirtiyor.
Bu kararın ardından gelişen tepkilerle başlayalım. “Güvenlik” kaygısının hakim olduğu tepkiler dile getirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Haklı kaygılar mı?
Bence tek bir kaygıdan bahsetmek mümkün değil. Birkaç farklı kaygı var. Bir kesim “steril” bir üniversite istiyor. Üniversiteyi kendi “mahallesi” olarak görüyor, bir kültür mahallesi. O mahallenin de sterilizasyonunun bozulmasından endişeli. Onu bozacak olan halk olabilir, Afganlar olabilir, göçmenler olabilir, Fatih’teki insanlar olabilir. Bunların girmesini istemiyor. Bir kesim böyle. Bunun az buz bir kesim olduğunu da düşünmüyorum açıkçası.
Özellikle kadın öğrencilerin duyduğu ise başka bir kaygı. Yaşadıkları çevre giderek daha baskıcı bir ortama dönüşürken bunun üniversiteye de sirayet edeceğine dair endişeler oluşuyor. Bu ciddi ve haklı bir endişe.
Bu iki kaygıyı birbirinden ayırmak lazım. İlki, hiç ciddiye alamayacağım bir kaygı. Ama ikincisinin elbette ki düşünülmesi, üzerine kafa yorulması gerektiğini düşünüyorum.
Ama bende daha çok solun üniversiteye bakışına dair kaygılar oluştu. Ben ‘90’lardaki öğrenci kuşağından, Koordinasyon kuşağından geliyorum. Biz o zamanlar “Kapılar açılsın, okula kimliksiz girelim” diye mücadele ederken gelinen noktada, güvenlik kaygıları ağırlıklı olarak bir “halk korkusu” üzerinden cisimleşiyor, biçimleniyor. Buna karşı alarmda olmak gerekir diye düşünüyorum.
Karar üzerine öğrenciler, yaptıkları eylemde yakın zaman içinde İslamcıların, faşistlerin saldırılarını hatırlatarak bu saldırıların önünün daha da açılabileceğini ifade etmişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kaygıyı anlıyorum ama maalesef üniversitede güvenlik tedbirlerinin alınması ya da üniversitenin dışarıya kapalı olması bu beklenen güvenliği sağlamıyor. ‘90’larda ben öğrenciyken kapıda polis vardı. Herkes kimlikle giriyordu. Fakülteler arası öğrencilerin geçişi bile engelleniyordu. Bırakın dışarıdan öğrenci gelmesini, Edebiyat öğrencisi merkez kampüse giremiyordu. Ama o güvenliğin aslında gerçek bir güvenlik olmadığını, o zaman bugünden çok daha ağır ve fazla bir şekilde İslamcı, faşist gruplarının okula gelip terör estirdiğini herkes biliyor. Meselenin güvenlik kaygısı noktasına çekilmesinin cevapsız kaldığı hususlardan birinin de bu olduğunu düşünüyorum.
Tepki çeken konulardan biri de dışarıdan gelen insanların amfilere, sınıflara girip fotoğraf çekmesiydi. Bu konuda ne söylemek istersiniz.
Elbette ki tepki verilmesi gereken bir şey. Elbette ki elini kolunu sallayarak böyle derse, sınıfa girip istediğini yapmaya olanak sağlayan bir serbestiyet yanlısı değilim. Bir noktadan sonra hatta tacize girer bu. Elbette bunlara karşı durmak lazım. Ama buna karşı dururken “Kapatın kapıları, öğrenciler dışında kimse girmesin” noktasına varmak bana yanlış geliyor.
Mesela biz neden halkın ücretsiz faydalanabildiği kamusal eğitim faaliyetleri düşünmeyelim? Neden üniversiteyle toplum ilişkisinin farklı bir şekilde inşa edileceği örnekler yaratmayalım da kapıları kapatmayı düşünelim? Ve “bizi kendi steril alanımızda bırakın” diye talep edelim. Aklımın yatmadığı durum bu benim.
Öğrencilerin eyleminde işaret ettiği konuların biri de bu kararın üniversitenin ticarileşmesi yolunda atılan bir adım olduğu. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kampüsler dışarıya açılmasa da ticarileştiriliyor. Yani açıldığında niye daha fazla ticarileşsin? Turist kafileleri burada parayla gezdirilebilecek gibi bir örnekten bahsediliyorsa elbette ki saçma bir durum olur. Ama üniversitelerin piyasalaşması güvenlikle ilgili bir durum değil. Üniversiteler güvenliğin en yoğun olduğu durumda giderek piyasalaştı. Şirketler giderek nüfuz etti. Dolayısıyla kapıları açmanın doğrudan bunun bir sebebi olacağını düşünmüyorum. Daha doğrusu, bir sebep-sonuç ilişkisi çıkaramıyorum.
Kampüsteki insan sirkülasyonunun artması, oranın “ticari değerini” artırabilir mi?
Bu yorum bana biraz zorlama geliyor.
Gelen tepkilerden bağımsız olarak üniversitenin bu kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eleştirilecek birçok yönü var elbette. Üniversitelerin şu an zapturapt altında olduğu durumu ortada. Üniversitelerin demokratik yerler olmadığı ortada. Başını kaldırıp bir laf edenin gördüğü muamele ortada. Dolayısıyla bunlar ortadayken bu tür “makyaj” işlerin anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Yani tutarsız ve kendi içinde çelişkileri olan bir karar olduğunu düşünüyorum. O kararın ne olduğu beni çok ilgilendirmiyor açıkçası.
Beni ilgilendiren ve kaygılandıran daha çok üniversitedeki siyasal muhalefet içerisinde bulunan öğrencilerin kendi muhalefetlerini kurma, düşünme biçimleri. Buna odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa yani şu anda herhangi bir üniversitede herhangi bir rektörün yapacağı bir eylem veya alacağı bir kararla üniversitelerin demokratikleşmeyeceği, özgürleşmeyeceği, demokratik kamusal alanlar haline gelmeyeceği çok açık.
Söyleşi: Tankut Serttaş