Erdoğan’ın vurgu yaptığı gibi “etkinlik” ve “verimlilik” bu dönemin sermaye adına kilit iki hedefi. Yani esas hedef iş güvencesinin olmadığı, belirli süre ve aralıklarla istihdam olanağı sağlanan, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını ortadan kaldıran güvencesiz bir istihdam biçiminin kural haline getirilmesi
Bazı sendikaların ve TİSK’in (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) katılımı ile düzenlenen “Ortak Paylaşım Forumu”nda en çok dikkat çeken açıklama Erdoğan tarafından ortaya atılan yeni iş bir kanununun hayata geçirileceği ifadesiydi. TİSK tarafından yıllardır her platformda gündeme getirilen ve emeğin topyekûn güvencesizleştirilmesini hedefleyen bu istekler yakın zamanda hayata geçecekmiş gibi görünüyor. Ayrıntıları ise yine Erdoğan’ın ifade ettiği gibi “Bu çerçevede ortaya çıkacak Türk İş Kanunu ile etkinliği ve verimliliği artırabileceğimize inanıyorum” ifadeleri oluşturuyor.
İş hukuku, ekonomik ve sosyal haklar noktasında işveren karşısında güçsüz ve eşitsiz bir ilişki içerisinde bulunan işçileri korumayı hedefler. Lakin iş hukukunun bu evrensel normu neoliberal düzende sermaye temsilcileri tarafından daha fazla sorgulanır hale gelmiştir. Sermaye, sadece emekçilerin ücretleri üzerinde kurduğu baskıyla kâr marjını arttırmıyor. Yine birikim süreçlerinin kapitalistler adına önemli bir adımını da yasal dayanaklar bir başka deyişle verilen hukuki güvenceler oluşturuyor. Örnek vermek gerekirse, sermaye sahipleri konuyu sadece ücretler üzerinden değerlendirmekle kalmıyor, üstüne ücretli emekçilerin nasıl ve hangi şartlarda çalışacağına ve nasıl bir iş güvencesine de sahip olması gerektiğine de karar vermek istiyor. Bu noktada emeğin evcilleştirilmesi noktasında hukuki düzenlemeler sermaye sahipleri adına devreye giriyor.
Türkiye’de çalışanların iş güvencesi (işten çıkarılmalara karşı), örgütlenme hakkı, güvenceli istihdam hakkı, çalışma yaşamında tam eşitlik ilkesi vb. konular, çalışma disiplinin içerisinde yorum ve uygulama hakkı, işçiler aleyhine her zaman sorun teşkil etmiştir. Türkiye’de iş güvencesinin alabildiğince esnetilmesi sayesinde emeğin ucuzlaştırılması arasında doğru orantılı bir süreç işletilmektedir. Emek alanına dair tüm hukuki düzenlemeler, sermaye adına bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde hayati bir rol oynamaktadır. Bu durumda açığa çıkan şey ise devletin, yani iktidar sahiplerinin emeğe yönelik baskı ve şiddetin artması, yani ceberut yüzünün ortaya çıkmasıdır.
Sermaye ve emek süreçleri arasındaki ilişkinin değişip dönüştüğü her yeni birikim rejiminde karşıt sınıflar arasındaki ilişkilerde yeniden düzenlenir. Türkiye’de AKP iktidarları döneminde neoliberal birikim sürecinde (halihazırda devam eden) emek aleyhtarı düzenlemelerde yeni birikim rejiminin ruhuna uygun bir şekilde değiştirilirmiştir. Örnek vermek gerekirse geçmiş Keynesyen sosyal refah rejiminin bir özeti olan 1475 sayılı eski İş Kanunu, yerini AKP iktidarının haleti ruhiyesini yansıtan, neoliberal piyasa düzenine uygun 4857 sayılı İş Kanunu’na bırakmıştır. Zira 4857 sayılı mevcut İş Kanunu öncesinde kısa bir süreliğine var olan 4773 sayılı İş Kanunu, iş güvencesi kapsamını işçiler lehine arttırırken, hâlihazırda bulunan yasa bu kapsamı emekçiler adına daha fazla daralttı.
Şu an mevcut iş kanuna göre bir işçinin iş güvencesi kapsamında olabilmesi için 30 veya daha üstünde çalışanı olan bir işyerinde çalışıyor olması gerekmekte (işten çıkarıldığında dava açabilme hakkı). Bir önceki 4773 sayılı kanunda bu şart 10 işçi ile sınırlıydı. Son SGK (Ekim 2023) verilerine göre Türkiye’de ücretli işçi sayısı 16,6 milyon ve bu işçilerden 8,1 milyonu 30 ve üstü çalışanın yer almadığı işyerlerinde çalışıyor. Kayıtlı işçiler nezdinde düşündüğümüzde her 10 işçiden 5’i zaten iş güvencesi kapsamında yer almadan çalışıyor. Kayıtdışı işçilik dahil edildiğinde ise bu oran daha fazla artıyor. Bu da mevcut kanunun AKP eli ile iş güvencesi kapsamını nasıl daralttığının en net kanıtını oluşturuyor.
İşçiler, güvencesiz atipik istihdam biçimlerinden olan; kısmi süreli çalışma, belirli süreli çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla geçici süreli çalışma, uzaktan çalışma, çağrı üzerine çalışma, esnek vardiya sistemi vb. esnek işgücü modelleriyle mevcut iş kanunu sayesinde tanışmıştı. Özellikle sermaye sahipleri tarafından güvenceli esneklik modeli altında sunulan güvencesiz çalışma rejimi, 2022 yılında TİSK tarafından “yeni nesil çalışma modelleri” raporu ile kapsamlı bir şekilde formüle edilmişti. Zira bu tezin en önemli dayanağı yine 2012 yılında gündeme getirilen “Ulusal İstihdam Stratejisi” ile gündeme gelmişti. Bu tezi destekler bir şekilde çalışma bakanlığı 2024-2028 yıllarını kapsayan stratejik hedef programında yer alan “İş Kanunu’nda yer alan mevcut esnek çalışma düzenlemelerinin etkinleştirilmesi” ile desteklendiği görülmektedir.
Tabii hem Orta Vadeli Program’da hem de 12. Kalkınma Planı’nda yer alan “İş Kanunu’nda sosyal taraflarla diyalog halinde yapılacak değişiklikler ve bu doğrultuda gerçekleştirilecek ikincil mevzuat çalışmaları ile işgücü piyasalarında güvenceli esneklik sağlanacaktır” ifadesi de gözden kaçırılmamalıdır. Şimdiler de bununla yetinmeyen sermaye sahipleri zaten alabildiğince esnek ve güvencesiz bir yapıya sahip iş hukukunda bir kez daha yeni gedikler açmanın peşinde. Ayrıca mevcut iş kanununa geçmişte yapılan eklemeler ile çalışma yaşamına giren özel istihdam büroları ve zorunlu arabuluculuk uygulamalarını da yine bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir. Kısacası işçiden ziyade işveren hukukunu ve çıkarını gözeten mevcut iş kanunu, AKP döneminde yerleşik hale getirilen baskıcı emek rejiminin kısa özeti niteliğindedir.
Yeni ihracat rejiminin piyasa rekabetine dayanan sömürü politikalarının ana noktası elbette ücretlerin düşürülmesi ya da bir başka deyişle baskılanması yoluyla hayata geçmekte. Oysa burada işverenlerin esas olarak dikkat çektiği bir diğer konu ise “bürokratik engeller ve mevzuatlarda yer alan kısıtlayıcı” maddeler serzenişidir. Söz konusu bürokratik engeller ya da sorun, Ortak Paylaşım Forumu’nda açığa çıkan ve hazırlıklarının da 2019 yılından beri yapıldığı söylenen yeni iş kanunu, işte tüm bu aksaklıkları sermaye lehine giderme girişimidir. Ve yine her şeyin emekçiler aleyhine bir oldubittiye getirilme sürecinin de yakın zamanda yaşanacağı aşikâr.
Birkaç ay sonra açığa çıkacak yeni yasaya ilişkin maddelerin ne olacağı ise sır değil. Zaten sermaye destekli 12. Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program’da açık ifadeler ile yer alıyor. Yeter ki bu sinsi ifadelerin altında yer atan gerçek emel, emekçiler cephesine yorumlanabilsin, hatta yorumlamakla da kalmayıp harekete geçme niyeti de oluşsun.
Erdoğan’ın vurgu yaptığı gibi “etkinlik” ve “verimlilik” bu dönemin sermaye adına kilit iki hedefi. Yani esas hedef iş güvencesinin olmadığı, belirli süre ve aralıklarla istihdam olanağı sağlanan, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını ortadan kaldıran güvencesiz bir istihdam biçiminin kural haline getirilmesi. İhracata dayalı büyümeyi ekonomik hedef olarak önüne koyan iktidarın, uluslararası rekabeti iş verenlerin de isteği ile iş gücü maliyetlerini daha fazla aşağı çekmek gayreti. Elbette ülkeyi de ucuz iş gücüne çevirme niyetinin de bir yansıması. İste ayrıntıda gizli olan şeytan tam olarak bu. Etkinlik ve verimlilik ya da güvenceli esneklik.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.