Churchill, Ekim Devrimi’yle Rusya’da bütün halkları özgürlüğüne kavuşturup onları eşitlik temelinde bir cumhuriyet içinde bir araya getiren Bolşevik Parti içindeki Yahudi kökenli devrimcileri, “Terörist Yahudiler” olarak nitelendiriyor
İngiltere ve Siyonistlerin işbirliğinin önemli bir diğer nedeni emperyalizmin Bolşevik korkusuydu. İngiltere müttefikleriyle Filistin ve Ortadoğu’yu ele geçirdiğinde, Avrupa emperyalizmi için büyük bir tehlike ortaya çıktı. Bu, Komünist Manifesto’da anılan ve yarım yüzyıldır Avrupa’da hayaleti dolaşan Komünizm’di. 1917’de Bolşevik Devrimcilerin savaşta İngiltere’nin müttefiki olan Çarlık Rusya’sında iktidar olması ve Çarlığın esareti altında yaşayan bütün halk ve toplulukları özgürleştirerek eşitlik üzerinden bir cumhuriyet kurması, İngiliz emperyalizmi ve Siyonist projenin, Filistin’e yönelik planlarının tehlikeye girmesine neden oldu. Çünkü özgürlüğüne ve haklarına kavuşan Yahudilerin Filistin’e göç etmesi için artık bir neden kalmamıştı. Ekim Devrimi, Yahudilere yapılan zulme son vererek, antisemitizmi Çarlık geçmişinin uğursuz bir hatırası ve karşıdevrimcilerin işi olarak mahkûm etti.
Siyonist hareket oluştuğunda dünyadaki Yahudi nüfusu 8 milyon civarındaydı. Bunun yüzde 90’ı Avrupa’da, Avrupa’da yaşayanların üçte ikisi de Doğu Avrupa’da ikamet ediyordu. Sadece Rusya’da yaşayanlar 5 milyon dolayında idi. Siyonist hareket Batı Avrupa’da yaşayan orta sınıf Yahudi aydınların kurduğu bir yapıydı. Fakat Filistin’e göç ederek orada bir Yahudi devleti kurma planı Batı Avrupalı Yahudiler arasında değil, Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde eziyet gören yoksul Yahudiler arasında ilgi uyandırdı. Ekim Devrimi’nin bu kitlenin ekonomik, siyasi ve kültürel koşullarını iyileştirmesi göçü anlamsız kıldı. Devrime önderlik eden Bolşevik Parti liderliği içinde önemli sayıda Yahudi kökenli devrimcinin bulunması* ve bunların Yahudi yoksullar üzerinde yaratacağı anti-Siyonist etki, İngiliz emperyalizmi ve Siyonistleri endişelendirdi. Zira Bolşevik Komünistler antisemitizme karşı oldukları gibi Yahudi sorununun Siyonist çözümüne de karşıydılar. Balfour Deklarasyonu’nun Bolşeviklerin zaferinin kesinlik gibi göründüğü Ekim Devrimi’nden sadece beş gün önce yayımlanması zamanlama olarak tesadüfle açıklanamaz. Siyonizm’in ve Britanya emperyalizminin bu açıklamayla Rusya’daki Yahudileri “Aliyah”** için etkilemeye çalıştıkları açıktır.
Balfour Deklarasyonu’nun hararetli bir savunucusu olan İngiliz emperyalizminin duayen siyasetçisi Winston Churchill, Şubat 1920’de Sunday Herald’da yayınladığı bir makalede, Yahudileri Bolşeviklere karşı mücadeleye çağırdı. Makalenin başlığı bile İngiliz emperyalizminin bu tescilli komünizm düşmanının, Bolşevizm’den ne kadar korktuğunu göstermeye yeter: “Siyonizm Bolşevizme Karşı. Yahudi halkının Ruhu İçin Bir Mücadele.” Makalenin bütününe sinmiş ırkçı ve Hıristiyan fanatik görüşlerine uygun olarak Churchill, Yahudileri “hiçbir aklı başında insan yeryüzüne gelmiş en harika ve dikkat çekici ırklardan biri olduklarını inkâr edemez” diye tanımladıktan sonra, akıl yürütmesini kökleri Maniheizm’e kadar dayanan bir fikirle, “İnsan bedeninde tükenmeden süregelen, iyi ve şeytani arasındaki çekişme, şimdilerde Yahudi ırkındakine benzer bir yoğunluğa ulaşıyor. İnsanoğlunun çifte yapılı doğası, başka hiçbir konuda bu kadar güçlü ve korkunç şekilde örneklenmemiştir” biçiminde sürdürüyor.
Churchill’in insana ve Yahudilere dair bu metafizik değerlendirmeyi bir kilise ayini için değil emperyalizmin politik amaçları için yaptığını, aşağıda sunacağımız makalenin temel düşüncesini ele veren cümlelerinde göreceğiz.
“Geleceğin şekilleneceği bu dönemde, Yahudiler arasında üç farklı politik çizgi mevcuttur. Bunlardan ikisi yararlı ve umut verici, diğeri ise tamamen yıkıcıdır.”
Churchill, yararlı Yahudilere, Batı Avrupa’da yaşadığı ülkenin vatandaşı olarak bütün ulusal görevleri yerine getiren inançlı Yahudileri gösteriyor: “İngiltere’de yaşayan böyle bir Yahudi, ‘Ben Yahudi inancına mensup bir İngilizim’ diyecektir. Bu kıymetli ve ciddi derecede faydalı bir yaklaşımdır.” “Yararlı ve umut verici” Yahudileri açıklarken Churchill, Rusya’nın sanayici ve banker Yahudilerini örnek veriyor: “Rusya’nın milliyetçi Yahudileri, uğradıkları engellere rağmen, Rusya’nın ulusal yaşamında onurlu ve yararlı bir rol oynamayı başardılar. Bankacılar ve sanayiciler olarak Rusya’nın ekonomik kaynaklarının geliştirilmesini gayretle desteklediler ve Rusya Kooperatif Toplulukları gibi olağanüstü kuruluşların yaratılmasında en önde yer alp, Fransa ve Büyük Britanya ile dostluğun sadık destekleyicilerinden olmuşlardır.”
Churchill’in yıkıcı olarak gördüğü küme ise, saydığı bu yararlı Yahudilere bütün dünyada karşı çıkan enternasyonalist Yahudiler. Bu enternasyonalist Yahudileri ittifak halinde gören Churchill onları şöyle tanımlıyor: “Bu uğursuz ittifakın taraftarları çoğunlukla, Yahudilerin ırklarından dolayı zulme uğradığı ülkelerin mutsuz halkları arasında yetişmiş insanlardır. Yahudiler arasında bu hareket yeni değil. Spartacus-Weishaupt günlerinden Karl Marx’a, Troçki’ye, Bela Kun’a, Rosa Luxsemburg’a ve Emma Goldman’a kadar, uygarlığımızı devirip yerine toplumsal gelişmeyi durduracak kötü, kıskanç ve mümkün olmayan bir eşitlik üzerinden yeniden inşa etmek isteyen bu dünya çapındaki komplo büyümeye devam ediyor.”
Churchill, Ekim Devrimi’yle Rusya’da bütün halkları özgürlüğüne kavuşturup onları eşitlik temelinde bir cumhuriyet içinde bir araya getiren Bolşevik Parti içindeki Yahudi kökenli devrimcileri, “Terörist Yahudiler” olarak nitelendiriyor. “Bu çoğunluğu ateist olan enternasyonalist Yahudilerin Bolşevik hareketin kuruluşunda ve Rus Devrimi’nin gerçekleşmesinde oynadığı büyük rolü abartmaya bile gerek duymadan diyebiliriz. Bir istisna olarak Lenin hariç önde gelen isimlerin çoğunluğu Yahudi. Üstelik asıl esin ve itici güç Yahudilerden geliyor. (…) Sovyet kurumlarında Yahudilerin ağırlığı daha da şaşırtıcıdır. Karşıdevrimle mücadele için Olağanüstü Komisyonlar tarafından uygulanan terörizm sisteminde önde gelen rol Yahudiler tarafından üstlenilmiştir.”
Churchill makalesinin sonunda, bütün Yahudileri Siyonizm’i desteklemeye ve enternasyonal komünizme karşı mücadele etmeye çağırıyor:
“Bu koşullar altında, her ülkedeki Yahudilerin, İngiltere’deki birçoğunun yaptığı gibi, her fırsatta öne çıkması ve Bolşevik komploya karşı mücadele etmesi önemlidir. Bu şekilde Yahudi isminin onurunu kanıtlayabilecekler ve Bolşevik hareketin bir Yahudi hareketi olmadığını, Yahudi ırkının büyük kitleleri tarafından şiddetle reddedildiğini tüm dünyaya açıklayabilecekler.”
Churchill’den yaptığımız bu uzun alıntılar gösteriyor ki, Balfour Deklarasyonu hazırlanırken, Ekim Devrimi’nin, çoğunluğu Rusya’da yaşayan Yahudi kitleler üzerindeki olumlu etkisi hesaba katılmış. Ekim Devrimi’nin Yahudi toplumunun üzerindeki baskıya son vermesi Siyonist/emperyalist kampın Filistin’de Siyonist bir Yahudi devleti kurmalarını engelleyici bir durum olarak görülmüş. Özgürlüğünü elde etmiş bu kitlenin Filistin’e göç etmeye ilgi duymayacağından korkulmuş. Bu korkunun onu Siyonizm’in bayağı bir propagandacısı durumuna getirdiğini şu satırlar gösteriyor:
“Siyonizm uluslararası komünizmin tersine, Yahudilere bir milliyet fikrini sunmaktadır. Filistin’in fethedilmesi ile birlikte tüm dünyadaki Yahudilere bir ev ve ulusal yaşam merkezi garanti etme fırsatı ve sorumluluğu Britanya hükümetinin eline geçmiştir. Bay Balfour’un devlet adamlığı ve tarih hissiyatı, bu fırsatı harekete geçirmek için yeterli oldu.”
Siyonist hareketin, Filistin’de bir Yahudi devleti inşa etme hedefinin temel taşını koyan Balfour Deklarasyonu’dur. Bu deklarasyonun Filistin’i Yahudi yurdu olarak tanımlaması, Siyonistlerin “Filistin bizim yurdumuz” tezine uluslararası platformlarda meşruiyet kazandırdı. Bunun gerçekleşmesi çok zaman almadı. I. Dünya Savaşı’nın sonunda çöken Osmanlı’nın topraklarının paylaşılması için 18-26 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo ilinde yapılan toplantıda İngiltere Balfour Deklarasyonu’nda söz konusu edilen düşünceleri başta savaşın tarafları olan büyük devletler olmak üzere toplantıya katılan tüm ülkelere kabul ettirdi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere’nin egemenliğine giren Filistin’deki manda yönetimi şimdiki Birleşmiş Milletler Örgütü’nün temeli olan Milletler Cemiyeti tarafından onaylanarak resmiyet kazandı. Böylece Filistin İngiltere emperyalizminin manda yönetimi altına girdi. İngiltere’nin ilk atadığı Yüksek Komiser, İngiltere’nin Filistin siyasetini belirleyen Siyonist Herbert Samuel oldu. Bundan sonraki Filistin tarihi İngiliz emperyalizminin himayesinde Siyonistlerin Filistin’in Arap halkını yurdundan çıkardığı kanlı bir yerleşimci sömürgecilik tarihidir. Özellikle İsrail kurulduktan sonra bu tarih çok daha kanlı bir biçim aldı; şimdi Gazze’de olduğu gibi.
İsrail devletinin, Batı emperyalizminin sömürgeci yayılma hareketiyle organik ilişki içinde yaratıldığını; Irak’a saldırı sırasında George Bush’un danışmanlığını yapan katıksız Siyonist Bernard Lewis de inkâr etmez: “İsrail, Batı etkisi, nüfuzu ve hakimiyeti için bir köprü başı olmak için çok uygundu. Siyonizm; emperyalizmin ve İsrail’de Batı gücünün bir aracıydı.”[1]
Bu yazı vesilesiyle Filistin halkının kurtuluş mücadelesine 23 Mayıs 1971’de yaptıkları anti-Siyonist eylemle enternasyonal destek sunan Mahir Çayan ve diğer THKP-C savaşçılarını bir kez daha saygıyla anıyorum.
Dipnotlar:
[1] Bernard Lewis, << Ortadoğu>> Arkadaş yayınları, 14. baskı, çeviren Selen Kölay, syf. 468.
* 10 Ekim 1917’deki tarihi toplantı da Ekim Devrimi’nin ayrıntılarını planlayan on iki kişiden altısı Yahudi kokenesahipti: Zinoviev, Kamenev, Troçki, Moissei Ouritsky, Sverdlov, ve Grigori Sokolnikov. 1919’da, Sovyetler Birliği on beş Halk Komiserinden altısı Yahudi kökenliydi: Troçki, Ouritsky, Isaac Steinberg, Ivan Teodorovitch, Semyon Dimanstein et Sokolnikov.
** Aliyah, İbranice yükselme, yukarı çıkma demektir. Siyonizm acısından aliyah diasporada yaşayan yahudilerin Filistin’e dönmesi anlamına gelir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.