Dünyayı değiştirmenin algoritmasını, yolu amaca bağlayacak mücadelenin adımları, yalnızca düşünsel değil, aynı zamanda pratik yöntemi olarak anlıyorum. “Mücadele hedefleri”ni “iktidar olma sürecinin programı” olarak niteledim; program ve mücadele hedeflerini bu mantıkla tartışmayı önerdim
Haluk Yurtsever’in Yordam Kitap tarafından yayımlanan Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk kitabı kapitalizmi ve komünizmi soyut yapılar olarak değil, somut dünya güncelliğinde inceliyor. Okuyucuyu, sistemin sınırlarını ve bu sınırlardaki olanakları keşfe çağırıyor. Sinan Eden Yurtsever’le kitabın yazılış nedenini ve amacını anlamak ve toplumsal hareketlere teorik müdahale önerilerinden bazılarına dikkat çekmek için 9-20 Ocak 2024 arasında yazışarak bir söyleşi yaptı.
Sinan Eden, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, matematik doktoru, iklim adaleti aktivisti. Portekiz’de Climáximo örgütünde aktif. Son yıllarda, uluslararası toplumsal hareketlerde iklim krizine anti-kapitalist bir yanıt üretmek ve anti-kapitalizme iklim krizi perspektifi taşımakla uğraşıyor.
“Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk” kitabı, iç bütünlüğü olmakla beraber, aslında “Uygarlık Dönemeci”nin devamı niteliğinde. Bu kitapları kim için yazdın ve neden yazdın?
Bu kitapları, bugünkü dünya sistemine, verili toplumsal ilişkilere itirazı, isyanı, onu değiştirmek için mücadele istenci olanlar için yazdım. Bu bir ölçüde “hayali” okuyucu tipinin, zamanın ruhuna ilişkin yeni soruları, eleştirileri ve arayışları olan aramızdaki “gerçek” insanlar olduğunu düşünüyorum. Seslenişim onlaradır.
“Neden yazdın?” sorusuna gelince. Dünyayı değiştirmek için çağın gerçekliğinin yeniden kavranması, düşünsel-pratik eleştiri ve mücadele ile kapsanarak aşılması gerekiyor. Kitapları bu tarihsel ve toplumsal eleştiriye katkısı olsun, saptama ve önerileri tartışılsın, olabilirse mücadele pratiğinde sınansın diye yazdım. Daha özel olarak, kapitalist dünya düzeninin tarihsel ve teorik sınırlarına dayandığını, komünal, ekokomünist bir toplumun maddi önkoşullarının, olanaklarının oluşmakta olduğunu bilince çıkarmak için yazdım.
Kitapta, dünyayı değiştirmekten bahsederken “algoritma” sözcüğünü kullanıyorsun. Buradan başlayıp oraya ulaşmanın yollarını keşfe çıkıyorsun diyebiliriz. Bu algoritma sözcüğü cüretkâr bir seçim. Sözcüğün kendisi bir doğrusallık ve önceden-belirlenmişlik çağrıştırıyor ve toplumsal hareketler bu yaklaşıma dair eleştirel bir tutum edinegeldiler son zamanlarda. Öte yandan, bu eleştirel tutumun diğer ucunda, bir kendindencilik ve daha genel anlamda bir sorumsuzluk da var: Algoritma sözcüğü, mücadeleye sistemli ve sonuç-odaklı bir yaklaşımı öneriyor – bir algoritmamız varsa, onu test edebiliriz. Politik tartışmalara bu müdahalenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu, dünyayı değiştirmenin algoritmasını biraz anlatabilir misin? Algoritma derken ne kast ediyorsun? Bugün bu algoritmanın temel öğeleri nelerdir?
Kitaptaki anlatımla “Komünizm hem amaç, hem de yoldur. Amaçla yolu birleştirecek olan siyasettir.” Amaç yolunda ilerlemek, amacın netliği ve kapsayıcılığı kadar, en başından bir yol haritasına, güzergâh krokisine sahip olmayı gerektirir. Dahası, komünizmi gerçek bir hareket olarak yeniden var etmek bugün kanımca yürüyüşün ve örgütlenmenin ilkeleri, yürüyüşçülerin nasıl eyleyecekleri, mücadele içinde birbirleriyle nasıl ilişkilenecekleri, nasıl kültürleşecekleri üzerine özeleştirel pratikleri gerektiriyor. “İlkeler, Sorunlar” başlığını taşıyan bölümde aynı ilişkiyi, “strateji”, “siyaset tarzı”, “kültür ve kültürleşme” altbaşlıklarında tartıştım. Evet, kendiliğinden hareketi çok önemsemekle birlikte kendiliğindenciliğin senin deyiminle bir tür sorumsuzluğa, “öyle de olur, böyle de” liberalliğine yol açtığını, açacağını düşünüyorum.
Dünyayı değiştirmenin algoritmasını, yolu amaca bağlayacak mücadelenin adımları, yalnızca düşünsel değil, aynı zamanda pratik yöntemi olarak anlıyorum. “Mücadele hedefleri”ni “iktidar olma sürecinin programı” olarak niteledim; program ve mücadele hedeflerini bu mantıkla tartışmayı önerdim. Tam burada izninle kitaptan bir alıntı yapacağım. Şöyle: “Kapitalizmin en büyük başarısı, doğal ve ebedi bir düzen olduğu düşüncesini, sömürülen, ezilen büyük kitle içinde de egemen kılmasıdır. Bu sistemden kurtulmak, her şeyden önce zihinlerdeki bu sultayı kırmaktan, bu mantığın dışında düşünüp davranmaktan geçiyor.” Kapitalizmin her şeyi paraya bağlayan meta-mübadele mantığı yerine, temel gereksinmelerin daha bugünden kullanım değerleri mantığıyla karşılanacağı bir mücadele çizgisi öneriyorum.
Yanlış anlamaları önlemek için bu konuyla ilgili önerme ve önerileri tam, değişmez, steril reçeteler olarak öne sürmediğimi ekleyeyim. Stratejinin de, programın da, algoritmanın da, ne dersek diyelim, hepsinin ya da her birinin mücadele, etkileşim, oluşum süreçleri içinde değişikliklere, “tashih”lere uğraması mücadelenin ve katılımcılık ilkesinin doğası gereğidir. Amaç yolunda tümüyle el yordamıyla, deneme yanılma yöntemiyle ilerlemek ise olanaksızdır.
Bu algoritma konusuyla bağlantılı olarak, “sınırlar ve olanaklar”dan biraz daha bahsetmeni rica edeceğim. Uygarlık Dönemeci’nde olduğu gibi Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk’ta da basmakalıp reçeteler vermek yerine, sistemin sınırlarını ve bu sınırlardaki toplumsal değişim olanaklarını inceliyorsun. Bu yaklaşımı nasıl seçtiğinden bahsedebilir misin?
Esin kaynağım Marx’tır. Onun kendisinden önceki ekonomi politikçiler Smith ve Ricardo’yu, Kant-Hegel çizgisindeki Alman felsefesini ve Fransız sosyalizmini içererek aşan eleştirisinin temel hareket noktası, onlardan farklı olarak kapitalizmin sonlu bir sistem olduğunu görmesi ve göstermesidir. Marx, Kapital’le bu tezini kanıtlamış, Kapital’e hazırlık, taslak notları olarak yazdığı Grundrisse de ise, başta “genel zekâ”, günümüz gelişmelerini önceden gören dahice bir yaklaşımla kapitalizmin sınırlarını göstermiştir. Kapitalizmin sonunu hazırlayan çelişki ve etmenler aynı zamanda yeni bir toplumsal düzenin maddi önkoşullarını, olanaklarını oluşturmaktadır. Marx’ın yaklaşımı özetle böyledir. Benim yapmaya çalıştığım, bu yaklaşımı “sınır ve olanaklar” kavramlarını öne çıkararak güncellemek, bu iki sözcükle anlatılan ilişkinin güncel vargısı olarak da yeni bir toplumsal düzenin artık yalnız teorik değil, pratik bir zorunluluk haline geldiğini bilince çıkarmak. Sınırlar ve olanaklar birbirine kopmaz bağlarla bağlı bir kavram çifti. Uygarlık Dönemeci’nde ağırlıklı olarak kapitalizmin sınırlarını, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk’ta ise komünizmin olanaklarını işlemeye çalıştım.
Kapitalizmin sınırları ve komünizmin olanakları gibi genel ve dünya-tarihsel konuları işlediğin için mecburen birçok farklı konuya değiniyorsun. Bu da tabii ki ciddi bir literatür taraması gerektiriyor. Bu da doğal olarak yazımın kendisini bir öğrenme sürecine dönüştürüyor. Hatta bazen yazmaya başladıktan sonra yepyeni sorular ortaya çıkabiliyor. Kitabı tasarlama sürecinde öğrendiğin ve zihin açıcı bulduğun birkaç örnek verebilir misin?
Haklısın, bu kitapta “güneşin altındaki her şey var” desek yeridir. Evet, bence de, yazmak olağanüstü verimli bir öğrenme sürecidir; hele böylesine kapsamlı bir içerikle uğraşırken. Yazma eyleminin sürecinin kendi iç mantığı, dinamiği, yazarı başlarken hiç aklında olmayan düşüncelere, sorulara yönlendirme gücü var. Buradan bakıldığında yazma süreci, balta girmemiş bir ormanda değil ama nereye çıkacağını yazarın da tam bilemediği serüven dolu bir yolda yürümeye benziyor. Yazmayı heyecanlı bir yolculuğa dönüştüren şeylerden biri bu.
Bence, yazma-öğrenme ilişkisinin önemli bir yanı daha var: Bir yazara bilgi ve birikim eksikliğini, düşüncelerini dillendirme yetersizliğini en çok duyumsatan şeyin yazma eyleminin kendisi olduğunu düşünüyorum. Konuşmak gibi değil. Son iki kitabı yazarken, eldeki kaynaklara defalarca yeniden başvurdum. Felsefi metinlerden, ekonomi politiğe, “yapay zekâ” ve “transhümanizm” üstüne yazılanlara kadar geniş bir yelpazede onlarca “yeni” kitap ve makale okudum. Dilimin kuruduğunu, yazının akmadığını hissettiğim durumlarda yazmaya ara verip, günlerce, öykü, roman, deneme, şiir okuduğum oldu.
Beni yeni sorulara taşıyan, zihin açıcı dört başlığı özetleyeyim. Senin önemli katkınla “iklim krizi” başlığı, “ABD’de sınıf mücadelesi” ve “Kapitalist dönüşüm” başlıkları, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarihsel dönüm noktalarından biri olarak “cinskırım ve cadı avı” ve Stefania Barca’nın “yeniden üretim güçleri” kavramı, bu kavramın “toplumsal proletarya” sorunsalı içindeki yeri…
Bu iki kitabı, insanlık gerçek bir “uygarlık dönemeci”nden geçerken yazıyorsun. İklim krizi için, barbarlıkla sosyalizm arasındaki yol ayrımının maddeleşmiş halidir diyebiliriz. İklim krizi, uygarlığın fiziksel-kimyasal koşullarını ortadan kaldıracak bir tehdit ve çok kısa bir süre içinde – mesela 5-10 yıl içinde – kontrolümüzde çıkan bir çöküş senaryosuna kendimizi kilitlememiz mümkün görünüyor. İklim krizi, kapitalizm analizimizin özünde bir değişiklik yapmıyor, ama sınıf mücadelesinden ne anladığımızı varoluşsal bir biçimde dönüştürüyor. Devrim ve toplumsal dönüşüm, belirsiz bir geleceğe ertelenemez hale geliyor.
Bu bağlamda, dönemeçteki “komünist ufuk”, “toplumsal yıkımdan önceki son çıkış”ta virajı nasıl alacağımızla ilgili bir bakıma. Yani, sınırları ve olanakları dikkatle inceleyip oluşturduğumuz bir toplumsal dönüşüm algoritmasına şimdi her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Komünist ufuğu gösteren bir pusula sunuyor kitap, ancak bu pusulanın gösterdiği doğrultuda ilerlemenin bir “teslim tarihi” var ve bu teslim tarihi – eğer geçmediyse – çok yakın. Senin de söyleşimizin başında dediğin gibi, “mücadele pratiğinde sınanacak” çok şey var ve bu sınav karşımızda duruyor ve bize bakıyor.
Benim Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk’tan beklediğim, bu somut ve acil görevi yerine getirmemiz için bize düşünsel kolektif alet edevat sağlaması. Senin de kitapla ilgili beklentilerini ve hayallerini merak ediyorum. Kitabın okuyucular, ilerici örgütler ve daha genel olarak sosyalist hareket üzerinde nasıl bir etkisi olmasını arzu ederdin? Kitap tartışıldıkça ne gerçekleşse kendi kendine “İyi ki yazmışım.” dersin?
Eleştirel saptamalarına tabii ki katılıyorum. Kontrolden çıkmış bir ekolojik yıkım sürecinin içinde olduğumuz kesin. “Çöküş”ün kendisi için kesin tarih veremiyoruz. Ama, tam da altını çizdiğin gibi devrim ve toplumsal dönüşümü belirsiz bir geleceğe erteleme lüksümüz olmadığını biliyoruz. Sorun da, olanak da tam bu noktada: Toplumsal devrim ve dönüşümlerde “teslim tarihi” vermek neredeyse imkânsız; yeryüzüne ölümün inmesinin ise bu tarihi bekleyeceğinin hiçbir güvencesi yok. Bu sorun ya da ikilemi aşmak için ise elimizde çok güçlü iki argüman var. Birincisi, ekolojik yıkım ve iklim krizi tehdidi, kendi iç enerjisiyle değil, yarattığı seçeneksizlik algısıyla ayakta duran bu sistemi alaşağı etmenin en önemli, en meşru gerekçesi olabilecek gerçek bir tehdit. İkincisi, kapitalizmi, yeryüzünü yok etmeden alaşağı etme hedefi, toplumsal proletaryayı, ilerici insanlığı kavrayacak, toplumsal devrimin “maddi” öğesini hazırlayacak bir var olma, var kalma hedefi olarak öne çıkmıştır. Son olarak, ekolojik yıkımı, iklim krizini durduracak, sınırlayacak somut hedefler için mücadelenin kendi iç mantığının bizi toplumsal devrime yükseltme gücü taşıyacağına inandığımı ekleyeyim.
Bana bu kitabı “iyi ki yazmışım” dedirtecek şeyler, proleterler, devrimci aktivist ve militanlarca okunması, anlaşılması, kolektif olarak tartışılması ve kimi önerilerimin sınıf mücadelesi pratiklerinde sınanmasıdır.
Söyleşi: Sinan Eden