Filistin topraklarında yüzyıla yakındır yaşanan çatışma, Batı emperyalizminin organik bir parçası olan Siyonist İsrail sömürgecileriyle, özgürlüğe ve yurduna sahip çıkan Filistin halkı arasında yaşanmaktadır
“Saygıdeğer biçimler aldığı ülkesinden, çırılçıplak dolaştığı sömürgelere yönelen burjuva uygarlığının köklü ikiyüzlülüğü ve doğuştan gelen barbarlığı apaçık gözlerimizin önünde yatıyor.”[1] (K. Marx)
“İsrail Devleti’nin Filistin topraklarındaki oluşumunun 19. ve 20. Yüzyıldaki diğer topraklara yerleşmek ve ekonomik olarak egemen olmak için, Avrupa – Amerika’nın genişleme hareketine mükemmel şekilde uyan bir netice olduğunu yukardaki satırlarda gösterdim. Terimlere gelince, bu şekilde adlandırmayı kabul ettiğimiz olgularla bariz paralellik göz önüne alındığında, sömürge süreci terimi bana çok uygun geliyor.[2] (Maxime Rodinson)
İsrail devletinin 7 Ekim’den beri başta ABD olmak üzere Batı’nın emperyalist ülkelerinin koşulsuz desteğiyle Filistin’in Arap halkına uyguladığı soykırım, göz ardı edilmeyecek tarihi bağlamı kavrandığında ancak anlaşılabilir. En kapsayıcı ve açıklayıcı bağlam; kökeni Siyonizm’e dayanan İsrail devletinin, 19. yüzyıl Batı kapitalizminin yayılmasıyla organik ilişki içinde zamana yayılarak inşa edilip, yine aynı Batı’nın destek ve korumasıyla Filistin’de yerleşimci sömürgeci bir devlet haline gelmesidir. Bugün Gazze’de yaşanan, bu kanlı sömürgeci sürecin bir devamıdır. Bu yalın gerçeği görmek için tarihin ezilenlerden yana tarafında durmak gerekmiyor. Siyonist devletin Filistin’in Arap halkına uyguladığı zulmü inkâr edecek kadar insani değerlerden uzaklaşılmamışsa, 80 yıla yakındır süren kanlı yerleşimci sömürgecilik açıkça görülür.
Emperyalizmle organik ilişki içindeki Siyonist sömürgecilik, sadece 7 Ekim 2023’ten bu yana çoğunluğu çocuk ve kadın olan binlerce savunmasız insan öldürdü. Rehine takası için birkaç gün süren aradan sonra saldırılarına devam eden İsrail ordusu ve uzantısı para-militer güçler, her gün yüzlerce insanı öldürmeyi sürdürmektedir. Irkçı İsrail liderleri yalnızca saldırının ilk haftasında toplam yüzölçümü dört yüz kilometrekareden az olan Gazze’ye, altı bin bomba attıklarını açıkladılar. Bu ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin yüzölçümleri Gazze’den çok daha büyük olan Irak ve Afganistan’da bir ay boyunca kullandığı bombalara eşit bir miktar[3]. Teknolojik olarak çağın en gelişmiş donanımına sahip ama ahlaki olarak kendisini hiçbir insani değere bağlı hissetmeyen İsrail ordusu, karadan, havadan ve denizden yaptığı yoğun bombalamalarla Gazze’yi bir ceset ve moloz yığınına dönüştürdü. Dört taraftan kuşatma altındaki iki milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze, yaşam için gerekli olan su, gıda, yakıt, elektrik, ilaç ve diğer hayati gereksinimlerden yoksun durumdadır. Ayrım gözetmeksin hastaneler, okullar, mülteci kampları, camiler, kiliseler, kamu binaları ve konutlar yerle bir edilmektedir. Enkazın altı ceset dolu ve insanlar ölülerini gömecek koşullara bile sahip değil. Birleşmiş Milletler ve uluslararası sağlık kuruluşlarının açıkladığı gibi bu koşullar, salgın hastalıkların yayılmasına yol açmaktadır.
Bu vahşi saldırıyı meşrulaştırmak için İsrail ve Batı’nın emperyalist ülkeleri, İsrail’in kendini savunma hakkından söz ediyor. Güya saldırıya uğradığında her devletin kendini savunma hakkı varmış. Evet ama uluslararası sözleşmelere saygı duyan her devletin, sınırlarının neresi olduğunu bilmesi ve Birleşmiş Milletler kararlarına bağlı kalması gerekir. Tarihsel bir haksızlık olarak bir oldubittiye getirilip, BM’nin 29 Kasım 1947 kararıyla ikiye bölünen Filistin topraklarının bir bölümünde, bir Arap devletinin kurulması öngörülmüştü. Bu karara göre sınırları I. Dünya Savaşı’nın sonunda Britanya emperyalizmi tarafından belirlenen Filistin topraklarının %56,5’i nüfusun %33’ünü teşkil eden Yahudilere, %43,5’i ise nüfusun %67’sini oluşturan Araplara verildi.
Aksa Tufanı eyleminden önce İsrail Başbakan’ı Netanyahu, Birleşmiş Milletler toplantısında, içinde Gazze ve Batı Şeria’nın görünmediği yeni bir Ortadoğu haritası gösterdi. İsrail kurulduğunda Filistin’de yaklaşık iki milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun 1 milyon 310 bin 866’sı Arap, 599 bin 922’si Yahudi, 31 bin 562’si ise başka aidiyetlere sahipti[4]. Bir oldu bitti sonucu Filistin ikiye bölündüğünde Araplara ayrılan bölümde nüfusun neredeyse tümü Araplardan oluşuyorken, Yahudilere ayrılan bölümde ise Araplarla Yahudilerin eşit sayıda olduğu bir demografik yapı vardı. Bir yıl sonra Filistin topraklarının %78’ini işgal eden yayılmacı İsrail Devleti Arap nüfusu zorla topraklarından sürerek, Yahudilerin çoğunluğu oluşturduğu bir devlet haline geldi. “BM’nin Yahudi devleti için ayırdığı topraklarda yaşayan yaklaşık dokuz yüz bin Filistinliden sadece yüz bini kendi topraklarında, evlerinde veya civar bölgelerde kalabildi. Kalanlar, İsrail’de yaşayan azınlığa dönüştüler. Diğerleri ise sürüldü veya sürülme tehdidiyle kaçtı; birkaç bini ise katledildi.”[5]
“1948’de Yahudi bireyler ve kurumlar manda altındaki Filistin’in yaklaşık %6,5’ine sahipken, Filistinliler orada özel mülkiyete ait arazinin yaklaşık %90’ına sahipti. Ancak 70 yıldan biraz fazla bir zaman içinde durum tersine döndü. Kuruluşundan bu yana İsrail devleti, Filistinlileri mülksüzleştirmek ve topraklarından ve evlerinden çıkarmak için çok büyük ve acımasız arazi gaspları yaptı.”[6]
İsrail, Filistin’in yüzyıllardır yerli halkı olan Arap nüfusu, etnik temizlik yoluyla Filistin’den süren ve yerine Yahudi nüfusu yerleştiren sömürgeci bir devlettir. İsrail Filistin’in Arap halkına ayrılan kısmında bir devlet kurulmasına izin vermediği gibi, bu kısımdaki toprakları zor yoluyla gasp edip insansızlaştırarak Yahudi yerleşimcilere açmaktadır. Şimdiki durumda İsrail ordusunun uzantısı olan bir milyona yakın silahlı Siyonist yerleşimci var. Zaten İsrail, bütün Yahudi vatandaşlarını askeri eğitimden geçirip silahlandıran bir devlet. 7 Ekim’den bu yana İsrail ordusunun yaptığı yıkım ve katliamların amacı kendini savunma değil, Gazze’yi yaşanamaz hale getirip orayı Yahudi yerleşimcilere sunmaktır. İsrail Güvenlik Konseyi’nin eski başkanı Giora Eilan İsrail’in amacını, “Gazze’deki yaşamın sürdürülemez hale gelmesi için gerekli koşulları yaratmayı hedefliyoruz. Gazze hiçbir insanın var olmadığı bir yer haline gelecektir”[7] diye açıkça belirtiyor.
Şimdilerde basına, televizyonlara ve kurumlara yorum yapan Eilan’ın görüşü gelmiş geçmiş bütün Siyonist yöneticiler tarafından paylaşılan ve devlet aracılığıyla uygulanan bir politikadır. Çeşitli Siyonist liderlerin aşağıda sunacağımız sözleri bu gerçeğin apaçık olduğunu göstermeye yeter. “Gazze’de taş üstüne taş bırakmayın. Gazze Dresden’e dönmeli, evet topyekûn ateş, artık umut yok… Gazze’yi hemen yok edin! Şimdi.” (Moshe Feiglin, Zehout partisi lideri)
“Şimdilik tek hedefimiz var: Nakba! 48’in Nakba’sını gölgede bırakacak bir Nakba. Gazze’ye Nakba ve ona katılmaya cesaret eden herkese Nakba”* ( Ariel Kallner Likoud partisi milletvekili)
“Gazze’yi harabe adasına çevireceğiz” (Benyamin Netenyahu)
“Gazze o kadar kötü bombalanmalı ki, halk Mısır’a kaçmak zorunda kalsın” (İsrael Katz, Enerji Bakanı)
Siyonist hareketin kurucu liderleri ve bütün İsrail devlet yöneticileri istisnasız, Filistin’in Arap halkını ne yolla olursa olsun topraklarından söküp çıkarma siyasetini hep sürdürmüşlerdir. Her yerin harabeye çevrilip on binlerce insanın öldürülüp sağ kalanların sürgün edilmesi savunma amaçlı değildir. İsrail devleti hala sınırları net olarak belirlenmemiş bir devlettir. Bu devlet Araplar söz konusu olduğunda iki temel düşünce üzerine kuruludur; Filistin topraklarının tamamını ele geçirmek ve sakinlerini geçmişlerini de simgeleyen tüm kalıntı ve isimlerle birlikte tarihten silmek. İsrail sivilleri bilerek bombalarla katletmektedir. “İsrail’in en önemli askeri analistlerinden biri olan Zeev Sciff’e göre İsrail ordusu daima kasıtlı ve bilinçli olarak sivil halkı hedef almıştır. İsrail ordusu asla sivil hedefleri askeri hedeflerden ayırmamış… kasıtlı olarak sivil hedeflere saldırmıştır[8].”
Siyonistlerin Filistin’in Arap halkına yönelik etnik temizleme operasyonları, Batı’nın emperyalist ülkelerinin koruma ve desteği olmadan yapılamaz. I. Dünya Savaşı’nın sonundan başlayarak II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar temel olarak Britanya sömürgecilerinin verdiği destek ve korumayı, şimdilerde ABD emperyalizmi yapmaktadır. Aksa Tufanı eylemiyle öz güvenleri sarsılan Siyonistlere moral vermek için, istisnasız Batılı bütün liderler İsrail’i ziyaret edip koşulsuz desteklerini sundular. Ziyaretle yetinmeyen ABD, İsrail ordusuna Gazze’yi insandan arındırmak için gerekli olan askeri mühimmatı yetiştirdi ve yetiştirmeye devam ediyor. Biden ne olur ne olmaz diye İsrail’i korumak için nükleer silahlar da bulunduran bir uçak gemisi, bir füze kruvazörü, dört füze imha gemisi ve yeni savaş uçaklarını Doğu Akdeniz’e yolladı.
Filistin topraklarında yüzyıla yakındır yaşanan çatışma, Batı emperyalizminin organik bir parçası olan Siyonist İsrail sömürgecileriyle, özgürlüğe ve yurduna sahip çıkan Filistin halkı arasında yaşanmaktadır. Siyonist İsrail devletiyle Filistin halkı arasında yaşanan çatışmanın karakterine dair var olan yanılgılar, bu çatışmanın esasta iki halk arasında yaşanan bir din, milliyet ve uygarlık çatışması olduğu tezine dayanır. Doğrudur, her iki tarafın milliyetçi ve dinci kesimleri bu unsurları kullanarak çatışmayı teolojik, tarihsel ve mitolojik biçimlere büründürmektedir. Ama gerçek şu ki emperyalist ve Siyonist sömürgeciliği merkeze almadan, bu çatışmayı ve Filistin halkının kendini her seferinde yeniden var eden tarihsel direnişini anlamak mümkün değildir. Siyonist güçlerin yüzyılı aşkındır Batı sömürgeciliğinin himayesinde yerli Arap halkını etnik temizliğe tutarak, Filistin’i nasıl ele geçirdiğini anlamak bu çatışmada doğru yerde durmak için gereklidir. Çünkü anti-Siyonizm, sadece İsrail’in eleştirisi değil, aynı zamanda ırkçılığın, sömürgeciliğin ve emperyalizmin reddidir.
Devam edecek…
Dipnotlar:
[1] K.Marx, Hindistan’da İngiliz Egemenliğinin Gelecekteki Sonuçları, K.Marx-F.Engels Seçme Yapıtlar 1. Cilt Sol
Yayınları 1976 Syf: 602.
[2] Maxime RODİNSON, İsraél fait colonial. Les Temps Modernes, Le Conflit İsraelo Arabe Nº 253, page 233.
*Democide eski yunanca halk anlamına gelen demos ve latince öldürmek anlamına gelen cide sözcüklerinden
türetilmiş bir kavramdır. Bir halkın politik bir amaç için devlet gücü kullanılırak öldürülmesi anlamında kullanılır
[3] Kaynak: La Chaine PBS, Les Habitants de Gaza décrivent les bombardements qu’ils subissent sans pouvoir
s’échapper.
[4] Kaynak: William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Çeviri: Mehmet Harmancı, Agora kitaplığı, syf: 282.
[5] Noam Chomsky – Ilan Pappe, Yaşamla Ölüm Arasında Gazze syf: 88
[6] Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Apartheid Rejimi, Arazilere ve mülkiyete el konulması,syf : 13.
[7] Saree Makdisi, À Gaza, une guerre génocidaire avec la complicité de l’Occidente. 31 Octobre 2023.
*Nakba Arapça felaket demektir. Filistin’in Arap halkının 1948’de İsrail sömürgecileri tarafından katliamlarla yurdundan sökülüp sürgüne yollandığı olaya atfen kullanılır.
[8] Noam Chomsky – Ilan Pappe. Yaşamla ölüm arasında Gazze, syf: 110.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.