Bütçe tüm bu kapsamlı saldırı programlarının sermaye adına finansman kaynağını oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki bütçe, mülksüzleştirilen ve yoksulluğa itilen emekçi yoksul halk kitlelerinin dışlanması ile oluşturulur. Bütçe aynı zamanda bir zor aygıtı olarak da değerlendirilmelidir; zira devletin zor yoluyla koyduğu vergiler bütçenin en önemli gelir kaynağını oluşturur
12. Kalkınma Planı başta tarım arazileri olmak üzere tüm doğal kaynakların, yerli ve yabancı sermaye için yeni maden sahalarına dönüştürülmesini, yani yeni mülksüzleştirme politikalarının devreye sokulmasını amaçlıyor. Yine aynı kalkınma planında başta sosyal güvenlik hakkının piyasalaştırılması olmak üzere emeğin daha fazla esnekleştirilmesi ve güvenceden yoksun hale getirilmesi hedefleniyor. Kalkınma planı ile uyumlu bir şekilde hazırlanan ve Meclis’ten geçen 2024 bütçesi ise yoksul emekçi halka daha fazla borç ve daha sefalet sunuyor. Sözde depreme hazırlık ve afet yasası adı altında barınma hakkının, bir diğer deyişle mevcut mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasına imkân tanıyan rezerv alan yasası da Meclis’ten geçmiş durumda. Kısacası tipik ilksel birikim sürecinde Türkiye kapitalizmi, emeğin tasfiyesi, ortak mülkiyete zorla el konulması ve yaşam hakkının hiçe sayılması üzerinden kendisini acımasızca kurmaya devam ediyor.
Kapitalizmin tarihsel süreci, mülksüzleştirme ve birikim süreçlerinin birbirlerini destekleyen, neden ve sonuç ilişkisi içerisinde gelişmiştir. Tarih içerisinde yöntemler ve yönelimler farklı da olsa, arada nüans farklılıkları olsa da ilksel birikim sürecinin özündeki amaç bellidir; toplumsal geçim araçlarının tasfiyesi ile geniş işgücü kitlelerinin, yani ücretli emekçilerin yaratılmasıdır. Bu durumu ilk günaha benzeten Marks üretim araçlarından koparılarak zorla işcileştirilen geniş kitlelerin “fırlatılmasına” vurgu yapmaktadır. Marks’ın deyimiyle fırlatılma; sermayeye ve kapitalist üretim süreci adına zorla yerlerinden edilen kitlelerin, üretim süreçlerinde yer almak için işgücüne dahil edilmesidir. Yani ücretli köleliğin geliştirilmesidir.
Mülksüzleştirme politikaları, bir diğer ifadeyle el koyma, neoliberal politikaların şiddetle uygulandığı son 22 yılın tipik sermaye birikimi sürecini tanımlamaktadır. Özelleştirmeler, doğanın sermaye lehine tahribatı, bir gecede çıkan kararnameler ile zorla kamulaştırma vb. süreçler ilksel birikimin tipik örnekleridir. AKP iktidarları döneminde kamulaştırma adı altında geçim kaynaklarına el koyma süreçlerinin özellikle son 10 yılda enerji ve madencilik alanında yoğunlaştığı görülmektedir. Türkiye’nin doğal alanını adeta devasa bir şantiye alanına çeviren bu süreç, ardında sadece topyekûn bir yıkımı bırakmakla kalmıyor, geçim ve yaşam araçlarından zorla koparılan milyonlarca yoksul işgücü ordusunu da beraberinde yaratıyor. Resmi verilerde son on yılda enerji ve madencilik sektöründe artan ücretli çalışan sayısı ile artan kamulaştırmalar arasındaki doğru orantı bu durumun en basit kanıtıdır. Yüz yıllar öncesinde ortaya çıkan ve Marks’ın ilk birikim olarak nitelendirdiği el koyma ve yağma süreçlerinin geçmişten bugüne en önemli ortak özelliği ise devletin bu süreci zor kullanarak ve kimi zamanda şiddete başvurarak sermaye lehine taraf olmasıdır.
Çok fazla geriye gitmemize gerek yok. Akbelen’de yandaş enerji şirketine verilen ruhsat yetkisine karşı çıkan kitlelere yönelik şiddet bunun yıllardır alışılagelmiş örneklerinden birini oluşturuyor. Türkiye kapitalizminin yol haritasını oluşturduğu 12. Kalkınma Planı’nda ise yıllardır süregelen doğal alanın yağmalanması sürecinde yeni bir aşamaya geçildiği gözlemlenmekte. Başta ormanlar, tarım ve sulak alanların madencilik faaliyetlerine hızla dahil edileceği kalkınma planında yer almaktadır. Üstelik bu faaliyetler artık kamu yararı olarak değerlendirilecek. Kalkınma planında ifade edilen kamu yararı ibaresi elbette geçim ve yaşam araçlarından koparılan kamu için değil, kendisini yağma ve talan üzerinden var eden şirketler için geçerli olacak. Kamuya yani geçim araçlarından koparılmış yoksul emekçi halka düşen ise ücretli kölelik dayatması olacak.
Mayıs seçimlerinin hemen ardından yeni ekonomi yönetimi önceliğini dış kaynak bulma girişimlerine vermişti. Bu girişimler halen çeşitli ülkelere yapılan ziyaretlerle devam etmektedir. Ziyaretlerdeki vurgu Türkiye’nin büyüme potansiyeline ve üretim üssü olmasındaki avantajlar üzerine yoğunlaştığı hepimizin malumu. Tabii bu söylemler ve mesajların dayandığı en önemli gerçeklik ise ülkenin ucuz işgücü cennetine dönüştürülmesi hedefi. Bu hedef doğrultusunda en önemli güvence ise yine Orta Vadeli Program ile uyumlu bir şekilde hazırlanan 12. Kalkınma Planı’yla oluşturmaktadır. Türkiye’nin asgari ücret görüşmelerinden çıkacak sonuca kilitlendiği şu günlerde kalkınma planının emeğin haklarına yönelik gerçekleşecek kapsamlı saldırı dalgası ne yazık ki gölgede kalmaktadır. Liberal iktisadi anlayış Türkiye’deki ekonomik durumu ve özellikle dış yatırım meselesini içi boş bir hukuk söylemi üzerinden şekillendirmektedir. Oysa ki sermaye için esas mesele bir ülkedeki hukuk düzeninin ne kadar sağlıklı işleyip işlemediği değil, aksine hukukun emeğin haklarına yönelik saldırılarda sermaye lehine ne kadar taraf olup olmadığıdır. İşte 12. Kalkınma Planı’nda ifade edilen işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi, kıdem hakkının bir şekilde budanması, sosyal güvenlik hakkının piyasalaştırılması, ücretlerin baskılanması, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakkının iyiden iyiye işlevsizleştirilmesi gibi hedefler esasen sermayenin, yani dış yatırımın esas ilgili alanını oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki hukuk, egemen sermaye sınıfının kadim dostu, emeğin hakları karşısında acımasız düşmana dönüşmektedir.
Ve son olarak bütçe tartışmaları… Planlı bir mülksüzleştirme yani el koyma sürecinin ve bu süreçle uyumlu bir şekilde zorla işgücü piyasasına dahil edilecek işçilerin veya işsizlerin, zorunlu ücretli kölelik düzenin mahkûm edilen kitlelerin nasıl bir çalışma yaşamına entegre edileceği meselesinin ekonomik boyutu ise bütçe tartışmaları üzerinden hayatına geçirilmektedir. Bir başka deyişle bütçe tüm bu kapsamlı saldırı programlarının sermaye adına finansman kaynağını oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki bütçe, mülksüzleştirilen ve yoksulluğa itilen emekçi yoksul halk kitlelerinin dışlanması ile oluşturulur. Bütçe aynı zamanda bir zor aygıtı olarak da değerlendirilmelidir; zira devletin zor yoluyla koyduğu vergiler bütçenin en önemli gelir kaynağını oluşturur. Hem kalkınma planı hem bütçe hakkı tartışmaları bizi Marks’ın o ünlü satırlarına geri götürür:
Bireylerin malı olan dağınık üretim araçlarının toplumsal olarak yoğunlaştırılmış üretim araçları haline, pek çok insanın cüce mülkiyetinin birkaç kişinin dev mülkiyeti haline dönüştürülmesi, büyük halk yığınlarının topraktan, geçim araçlarından ve emek araçlarından yoksun hale getirilmesi; halk yığınlarının bu korkunç ve ıstıraplı mülksüzleştirilmesi işlemi, sermayenin tarihinin başlangıcını oluşturur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.