Fırat Aksa Elektrik Dağıtım A. Ş. (FEDAŞ) işçilerinin Dersim’de 73 gün süren ve kazanımla sonuçlanan direnişine dair DİSK/Enerji-Sen Genel Sekreteri Emin Atsız’la konuştuk. Atsız, direnişin kentin ortak direnişine nasıl dönüştüğünü, şirketin çeşitli manipülasyonlarını ve direnişi etkisiz kılma hamlelerini nasıl boşa çıkardıklarını anlatırken zayıf kaldıkları yerlere de değindi
Fırat Aksa Elektrik Dağıtım A. Ş. (FEDAŞ) işçilerinin Dersim’de 73 gün süren direnişi kazanımla sonuçlandı. 120’ye yakın FEDAŞ işçisinin ana talepleri çalışma koşullarının iyileştirilmesi, performans baskısının bitirilip işçi sağlı ve güvenliği önlemlerinin alınması, mobbingin son bulması, bankaların yatırdığı promosyon ücretlerinin kendilerine verilmesi ve maaşlarına zam yapılmasıydı.
9 Ağustos’ta başlayan ve 73 gün süren direnişte toplamda 32 işçi işten atıldı. Ancak varılan mutabakatla işçilerin istisnasız hepsi işbaşı yaparken zam talepleri de kısmi olarak karşılandı.
Sendikal mücadeleyi toplu sözleşme masasını aşan bir perspektifle ele alan DİSK/Enerji-Sen’in taban inisiyatifine dayalı örgütlenme anlayışını da hayata geçirdiği direniş başta FEDAŞ işçileri olmak üzere enerji işçileri ve sınıf hareketi açısından önemli deneyimler barındırıyor. Direnişe dair 73 gün boyunca Dersim’de olan DİSK/Enerji-Sen Genel Sekreteri Emin Atsız’la konuştuk. Atsız, direnişin kentin ortak direnişine nasıl dönüştüğünü, şirketin çeşitli manipülasyonlarını ve direnişi etkisiz kılma hamlelerini nasıl boşa çıkardıklarını anlatırken zayıf kaldıkları yerlere de değindi.
Direnişin öncesinde FEDAŞ işçileriyle bir temasınız var mıydı? Bu direniş nasıl başladı ve siz nasıl dahil oldunuz?
Dersim’deki Fırat Aksa işçileri bizim en eski üyelerimiz. Orada 2011’den beri bir çalışmamız var, hatta 2013’te de bir direnişimiz vardı. 12 yıllık bir örgütlülüğümüz var yani.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu ekonomik koşullar, çalışma koşulları, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları, ki can güvenliği sorunu en yakıcılarından birisi, arkadaşlarımızı harekete geçirdi. İşçi arkadaşlarımızın iki tane slogan haline gelen talepleri vardı: İnsanca yaşam ve insanca çalışma koşulları için…
İşçi arkadaşlarımız 12 gün boyunca görsellerle sosyal medya çalışmalarıyla, eylemlerle bir süreç işlettikten sonra biz sendika olarak oraya dahil olduk. İşçiler süreci önce kendileri başlatmak istedi.
Bizim zaten yönetimde işçilerin söz sahibi olduğu bir sendika anlayışımız var. Dersim’de Fırat Aksa işçileri arasından da yönetimimizde yer alan arkadaşlarımız var. Biz 13. günde Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık düzeyinde sürece katıldık ama zaten yönetimde olan arkadaşlar direnişin başındaydı.
İlk önce iş yavaşlatma eylemleri vardı. Topyekûn direniş kararı nasıl alındı?
Orada zaten bir mekanizmamız vardı. Herkesin dahil olduğu geniş bir meclisimiz ve onun yürütücüsü olan bir komitemiz vardı. Bütün kararlar işçi arkadaşlarımızın olduğu kurullardan geçerek alındı. Eylem, etkinlik, açıklama ve süreç içindeki her şey bu kurullarda konuşulup karara bağlandı.
Geniş işçi meclisimizin katılımcı sayısı 120’yi buluyordu, bu da Dersim’deki işçilerin tamamına tekabül ediyor. Komitemiz de 17-18 kişilik. Her birimden arkadaşlarımız bu komitede yer alıyordu.
Kent halkı ve kent muhalefeti sizi nasıl karşıladı?
Çok sıcak karşıladılar. İşçilerin hak alma mücadelesine adeta koşarak geldi halk. Kent muhalefeti de kent halkı da, hatta ilçe ve köylerdekiler bile, başından sonuna kadar yanımızda durdu. Direnişin haklı olduğunu ve enerji işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını bildikleri için geri durmadılar. Eylem ve etkinliklere katılmaya çalıştılar. Ulaşamadıklarında telefonla desteklerini sundular.
Emek eksenli direnişlerin pek yaşanmadığı bir yer. Küçük bir kent olması da bunda etkili elbette. Genelde hizmet sektörü yaygın. O yüzden bizim direnişimiz kente de bir dinamizm kattı. Uzun süredir işçi direnişinin yaşanmadığı bir kentte 73 gün süren direniş gerçekleşti.
Bu direnişle birlikte kent muhalefetinin de ayağa kalktığı, buna el atıp beraber örgütlenme çabasına giriştiği bir süreç oldu. Biz de kentteki bütün eylem ve açıklamalara da katılmaya çalıştık. En önemlisi 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemiydi. Uzun süre sonra yürüyüşle yapılmış oldu eylem.
Genel olarak şunu diyebilirim: Kent muhalefeti bize destek oldu, biz de muhalefetin canlanmasına destek olduk. Kıymetli tarafı da bu oldu zaten.
10 yıl önce de bir direnişinizin olduğunu söylemiştiniz. 10 yıl önceki direnişle kıyaslarsak, benzerlikler ve farklılıklar için ne söyleyebilirsiniz?
2013 ile 2023 arasında çok büyük bir fark var. Ülkenin durumuyla da ilgili bir mesele tabii. 2013 yılında kentin politik dinamikleri daha canlıyken bugün açısından Dersim göç veren bir kent. Bize oradakiler resmi kayıtlara göre 7-8 bine yakın gencin göç ettiğini, gayrı resmi kaynaklara göre ise bu sayının 10 bini aştığını ifade ettiler. Kentin boşalması, muhalefetin zayıflaması bu alana da sirayet etmiş. Türkiye genelinde yaşadığımız gerçekliğin yansıması diyebiliriz. Sadece buradan bile kıyaslama yapılabilir.
Şirket açısından bakarsak kârını katlamış, Türkiye’nin en büyük şirketleri arasına girmiş bir sermaye grubu vardı artık karşımızda. İşçiler açısından ise şunu söyleyebiliriz. Hem ülke koşullarından dolayı hem de kentin yapısından kaynaklı işçilerde bir içe dönme söz konusu. Yani hak arama temelli mücadeleler biraz pasifleşmiş. İnsanların sindiğini ve bugüne kadar herhangi bir hak arama mücadelesinde yer almadığını görüyoruz.
2013’le 2023 arasındaki temel farklar bunlar. Bu da süreci bizim açımızdan daha da sert kıldı.
İşçiler açısından direniş sürecinde bir dönüşümden bahsedebilir miyiz?
Başlangıçla son arasında çok büyük bir fark var. İşçi arkadaşlarımız direnişle birlikte kente dair sorunlara da doğrudan müdahale edilmesi gerektiğini, başka işkolu ve alanlarda bir örgütlenme çalışması varsa oralara da destek olunması gerektiğini düşünmeye başladı.
İşçilerin kendi mücadelelerine bakışlarında da ilerleme var. Sürecin örgütlenmesinde, konuşmalarda, açıklamalarda inisiyatif almaya başlayan arkadaşlarımız olmaya başladı. İşçiler birtakım hakların kendilerine verilmeyeceğini, onları kavga ederek alınabileceğini gördüler. Sadece isteme ve beklentiyle geçen bir dönem vardı. Bu kırılmış oldu. En kıymetli şey bence buydu. “Hak verilmez, alınır” sözünü bilince çıkardık.
Her gün eylem vardı, peki eylemler dışında kalan zamanda da bir arada mıydınız?
Geri kalan hayatımız da birlikte aktı. Sosyal çevremiz de orası aynı zamanda. Uzun süren bir direniş ve eylemlerin yanı sıra sosyal etkinliklerimiz de oldu. Kentteki yerel müzisyenlerin direniş alanında etkinlikleri oldu. Film gösterimi yaptık bir akşam. Kendi aramızda yaptığımız etkinliklerimiz de oldu. Her akşam bütün ailelerin geldiği buluşmalarımız oldu. Birbirini tanımayan insanların da ailece kaynaştığı bir ortam da yaratılmış oldu. En kıymetli taraflardan biri de bu.
Vadide bir çöp toplama etkinliğimiz olmuştu. Katılan işçi arkadaşlarımız da bundan keyif aldılar. Sadece bir işçi direnişi değil, kentin ortak mücadelesiydi bu. Bizim sorunlarımızla kentin sorunlarının ortak olduğunu, bu yüzden de ortak çözümler üretmek gerektiğini düşündük.
Direniş sürecinde yaşanan arızalar ve elektrik kesintileri olduğunda FEDAŞ sorumluluğu işçilere yükleyen açıklamalar yapıyordu. Bu aslında sık görülen bir yol ama siz nasıl aştınız bunu?
Bizim imkanlarımızla işverenin olanakları daha farklı. Şirket tarafından çeşitli manipülasyonlar yapıldı. Elektrik kesintilerinin ve arızaların sebebinin işçilerin işbaşı yapmaması olduğunu ifade eden toplu mesajlar attılar. Yerel basına çeşitli açıklamalar yaptılar. Bütün suçu işçiye yüklemek basit bir şey. İşçi arkadaşlarımızın çok haklı talepleri vardı. Bu haklı talepleri görmezden gelip kesintinin sadece işçilerden kaynaklandığına dair çeşitli asparagas haberler yaptırdılar.
Ama bizim yaptığımız çalışmalarla bunlar terse döndü. Çünkü bire bir temaslarımız oldu. El broşürleri ve afişler hazırladık. Mahalle mahalle, hatta köy köy gezmeye çalıştık. Kesintilerin neden olduğunu, neden bir direniş yürüdüğünü, işçilerin neden böyle bir mücadeleye giriştiğini bire bir anlattık. Evlere girdik, sohbet ettik, çaylarını içtik. Bizi bu konuda başarıya ulaştıran temel faktörlerden biri bu oldu. Bize yöneltilen suçlamalara da cevabı sahada verdik.
Bir arıza olduğunda çağırılan işçiler bizim arkadaşlarımız. Zaten tanınıyorlardı da yani. Tanıdığı bir kişi tarafından bire bir temas kurulunca şirketin çabaları da boşa düştü.
FEDAŞ direnişin etkisini kırmak için farklı illerden işçileri arızalara müdahale ettirmek için getirdiğine şahit olduk. Hatta jandarma eşliğinde oldu bunlar. Bu durumu nasıl aştınız?
Paylaştığımız videolarda da görülüyordu zaten, işçi arkadaşlarımız getirilen işçilerle konuşmak istediklerini söylediler. Başka illerden işçiler buraya gönderilirken zaten haberimiz oluyordu. Çünkü zaten sürekli görüşen insanlar bunlar. Bize gelen bilgilere göre de işçiler zorla gönderiliyordu. Gelmek istemediklerinde işten atılmakla tehdit ediliyorlardı.
İşçiler de hem neden direndiklerini hem de o hatlarda çalışmanın ne kadar zor olduğunu ve işçi sağlığı güvenliği önlemleri alınmadan o hatlarda çalışmanın ne kadar tehlikeli olduğunu gelen işçilere anlatmak istedi. Ama her seferinde de jandarma tarafından bir engel çıkarıldı. Direnişteki işçileri getirilen işçilere yaklaştırmamaya, konuşmalarına engel olmaya çalışıyorlardı. Gelen işçiler bir yerde oturup çay içmek istediklerinde bile engel oluyorlar.
Enerji işçilerinin geniş bir iletişim ağı var. Yani bütün dağıtım şirketlerindeki enerji işçileri aslında birbirini bilir. Sosyal medyayı çok aktif kullanırlar. Çeşitli sayfaları vardır, yazışırlar, birbirlerinden haber alırlar. Direnişteki işçi arkadaşlarımızın zorla getirilen işçilerle doğrudan bir teması olduğu için çoğunlukla derdimizi anlatabildik. Hatta bazı gruplar jandarma baskısına rağmen bu koşullar altında çalışmak istemediklerini söyleyip geri döndüler.
Bir de işçi sağlığı ve güvenliği boyutu var tabii. İşten kaçınma hakkını kullanan enerji işçileri var. Güvenlik önlemlerinin yetersizliğinden, can güvenliğinin riske gireceği durumlardan kaynaklı işten kaçınma… Buna yönelik çözüm üretmek yerine dışarıdan işçi getirmek sadece süreci uzatan, çözümü geciktiren bir durumdu.
Slogan haline getirdiğimiz ama aslında bir sloganın ötesinde anlamı olan bir şey var: Bu mücadeleyi ölmemek için veriyoruz. Oradaki coğrafyayı, hatları, trafoları bilmeyen insanları getirip orada bir arızaya müdahale ettirmeye kalkmak, neredeyse cinayete teşebbüstür. Çünkü sert bir coğrafya; hatların uzun olduğu, yer yer değişkenlik gösterdiği, hatta 10-15 senelik işçilerin bile müdahalede zorlandığı hatlara dışarıdan getirilen işçileri müdahale ettirmek işçi sağlığı ve güvenliği açısından da sorunlu bir durum. Buna dair müdahalelerimiz ve uyarılarımız oldu. Çünkü işçi sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulmadan işçiler trafolara sokuluyordu. Getirilen işçileri bu konuda da uyardık.
73 günlük direnişin güçlü ve zayıf yönleri sizce nelerdi?
Biz gücünü işçiden alan bir sendikayız. Bütün kararlarımızı da üyelerimizle birlikte alırız. Sendikanı asıl sahibinin işçiler olduğunu düşünüyoruz. Bu direnişte bunun bilince çıktığını söyleyebilirim. Bu demokratik kanalları iyi işlettik. İşçiler kendi seçtikleri temsilcileriyle görüşmelerde, komitelerde, karar mekanizmalarında yer aldı. Her aşamada kendi iradelerini ortaya koyabildiler.
Zayıf yanına gelirsek maalesef kente sıkışmış bir mücadele olarak kaldı. Yurt geneline, en azından büyük kentlere yayamadık. İstanbul ve Ankara’da eylemler de oldu ama gecikmeli oldu. Gecikmelerde şirketle olan diyalogların da etkisi oldu. Bazı görüşmelerin ardından beklemeyi tercih ettik örneğin.
Ancak diğer sendikalardan ve konfederasyonumuzdan beklediğimiz desteği göremedik. İçerisinde olduğumuz gündemlerle, sendikaların yoğunluğundan da kaynaklanıyordur bu. Ama direnişin kent sınırlarını aşamamasının nedenlerinden biri de maalesef bu oldu. Mücadeleyi ileriye götürebilecek hamleler yapılabilirdi.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Enerji alanı çok kritik bir alan. Özelleştirme süreçleriyle birlikte çalışma koşullarının iyice kötüleştiği, her sene 60’a yakın işçinin yaşamını yitirdiği bir alandan bahsediyoruz. Ekonomik, sosyal ve demokratik hakların da tırpanlandığı bir alan. O yüzden bu alanda çok daha fazla örgütlenmek zorundayız.
Bizim verdiğimiz hizmet kamu hizmeti olarak görülüyor. Ama iş ekonomik, sosyal, demokratik haklara gelince özel sektör kuralları işliyor. Bu hizmet kamu hizmetiyse, ki öyle, buraların yeniden kamulaştırılması için de bir çalışma yürütmek zorundayız. Bunun için de ekonomik, sosyal ve demokratik haklar için de örgütlenmek ve mücadele etmek zorundayız. O yüzden enerji işçilerini, onların tek ve gerçek sendikası olan Enerji-Sen’de örgütlenmeye davet ediyorum.